Berlin’de iki sınıf, iki zirve, tek konu: Dijital dönüşüm
Almanya’da otomotiv tekelleri, dijitalleşmenin sermaye lehine gerçekleşmesi için hükümetle buluşurken, “adil dönüşüm” diyen metal işçileri sokaktaydı. IG Metall ise her iki toplantıda da vardı.
Metal işçiletinin Berlin mitingi | Fotoğraf: Ali Çarman/Evrensel
Serdar DERVENTLİ
Köln
Almanya’da uzun süredir üretimde “dijital dönüşüm” tartışılıyor. En yaygın tanımına göre dijitalleşme ya da Endüstri 4.0, imalat süreçlerine dijital teknolojilerin uygulanması, yani internet aracılığıyla makine, ürün ve insanların birbirine bağlanması, tasarımdan lojistiğe kadar tüm sürecin entegre edilmesi anlamına geliyor.
Bu dönüşümün getirecekleri ve götürecekleri üzerine Almanya'da neredeyse her gün bir uzmanın, bakanın veya sendikacının görüşlerini okumak mümkün. Almanya hükümeti de geleceğe yönelik planlar hazırlıyor, bütçeden fonlar ayırıyor.
Sermaye tarafında ise başta otomobil tekelleri ve yan sanayisi olmak üzere, geleceğe yönelik on milyarlarca avro yatırım kararı alındı. Sadece VW tekeli 2030 yılına kadar 60 milyar avro dolayında bir yatırım yapacak.
Haziran’ın son haftasında Berlin’de bu konulara ilişkin iki etkinlik yapıldı. İlki 24 Haziran günü Başbakanlık Dairesi’nde Başbakan Angela Merkel’in yanı ısıra 4 bakan ve bir danışman, üç büyük Alman otomobil tekelinin şefleri ve IG Metall sendikasının başkanı Jörg Hofmann’ın katıldığı “Otomobil Zirvesi” oldu. İkincisi ise 29 Haziran günü “Adil Dönüşüm. Sadece bizimle” (FairWandel. Nur mit Uns) sloganı altında yüzlerce metal işletmesinden on binlerce metal işçisinin katıldığı dev gösteriydi. Birbirini tamamlayan iki etkinliği de sırasıyla değerlendirmekte ve sonuçlar çıkarmakta fayda var.
DOLANDIRICILAR ZİRVENİN YILDIZLARI OLDU
Almanya’nın en önemli kilit sanayisi olan otomobil sanayisinde bir milyona yakın emekçi çalışıyor. 2018 yılında toplam 426 milyar avro ciro yapan otomobil sanayisi, cirosunun üçte ikisine yakınını Almanya dışında gerçekleştiriyor. Almanya’nın dış ticaret fazlasının üçte ikilik bölümü de otomobil sanayisinde gerçekleşiyor. Otomobil sanayisinin Alman sermayesinin en saldırgan kesimini oluşturduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Almanya’nın en önemli sanayi dalı olması nedeniyle otomobil tekellerinin siyasi olarak da önemli etkileri var. Schröder ve Merkel boşuna “otomobil başbakanı” (Auto-Kanzler) olarak anılmıyorlar.
Son zirvede, tekeller ve IG Metall hükümete daha önce alınmış kararları hatırlattılar ve yeni taleplerini sıraladılar. Bunların başında elektrikli araçların bataryalarının şarj edilebileceği istasyon sayısıyla ilgiliydi. Mayıs 2019’da Almanya genelinde 17 bin 400 şarj istasyonu olduğu belirten tekel şefleri, koalisyon hükümetinin vaatleri arasında bu sayının 2020 yılı sonuna kadar 100 bine çıkarılmasının olduğunu hatırlattılar. Tekel şefleri ayrıca 2030’a kadar ülke genelinde 10 milyon elektrikli aracı trafiğe sokma hedefine ulaşılması için hükümetin kasalarını açması gerektiğini söylediler.
SENDİKA BAŞKANI TEKELLERİN TALEPLERİNİ DESTEKLEDİ
Sendikacı Hofmann’ın da tekel şeflerinden kalır yanı yoktu; sermayenin tüm taleplerini gözü kapalı destekleyen Hofmann, “dönüşüm için gerekli sermayeyi sağlamak için devlet güvencesi altında yapısal fonlar oluşturulmalı” ve “dönüşüm esnasında işten çıkarmaların önüne geçmek için dönüşüm kısa çalışma parası yasası çıkmalı” taleplerini ileri sürdü.
Zirveye katılanların kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda en fazla “çevreyi ve iş sahalarını koruma, müşterilere iyi hizmet verme hedeflerinden” söz etmeleri tüm iki yüzlülüğü de ortaya koyuyor. VW, Daimler ve BMW, her üç tekel çevre, iş güvenliği ve müşteriye düzgün hizmet konusunda sabıkalılar! Maniple edilmiş yazılım programlarıyla egzoz salınımını düşük göstererek çevreye zarar verenler şimdi çevre dostu pozlarındalar. Müşterileri dolandıran ve otaya çıkan zararı tümüyle onları sırtına yıkanlar “iyi hizmetten” söz ediyorlar. On binlerce kiralık ve kadrolu işçiyi işten çıkarmaya başlayanlar şimdi iş sahalarını korumaktan sözü veriyorlar.
Kısacası en büyük dolandırıcılar zirvenin yıldızlarıydı.
YA HÜKÜMETE NE DEMELİ?
Geçmişte birçok yasayı otomobil tekellerinin istediği gibi düzenleyen Almanya hükümeti son dört yıldır ortaya çıkan her türlü skandalın üstünü örtmeye çalıştı. Bu en son olarak VW tekeline bağlı Audi’de ortaya çıktı: Savcıların ciddi bir soruşturma sürdürmeleri sürekli Ulaştırma Bakanlığı tarafından engellendi, tekelin hazırladığı belgeler savcılığa sanki devlet kurumunun hazırladığı belgeler gibi sunuldu.
50 BİN İŞÇİNİN MİTİNGİNDE NELER SÖYLENDİ?
Öte yandan Almanya işçi sınıfının en büyük ve en güçlü kesimini oluşturan metal işçilerinin bir bölümünün Berlin’e gelmesi, aslında metalcilerin gerçekte ne kadar güçlü olduklarını da gösterdi. Küçük bir silkinmeyle 50 binden fazla emekçi 10 özel tren ve 800 otobüsle Berlin’e akın etti.
İşçiler, kendilerinin hazırlayıp taşıdıkları pankart ve dövizlerde işten atmalara, kapitalistlerin daha fazla kâr hırsıyla çevreye verdikleri zarara ve ırkçılığa karşı birçok talep dile getirdiler.
Ancak sendika merkezinin amacının mücadeleci bir gösteri yapmak olmadığı, sopanın ucunu gösterme misali, gücünün küçük bir bölümünü (2,3 milyon civarında üyesi olan IG Metall için 50 bin kişi fazla değil) gösterip aslında neler yapabileceği üzerinden bir “tehdit politikası” yürütmek olduğu anlaşılıyordu.
IG Metall’in çağrısını yaptığı gösterinin zirveyle aynı haftaya denk gelmesinin tesadüf olmadığını da göz önüne aldığımızda bu “tehdit politikasının” sermayeden çok hükümete, sermaye lehine ileri sürülen talepler için baskı anlamına geldiğini görmek gerekiyor.
HOFMANN: KAPİTALİZM HEP BÖYLEYDİ…
Mitingin ana konuşmacısı sendikanın başkanı Hofmann’ı baştan sona pür dikkat dinlemek gerekiyordu. “Endüstri toplumumuzun muazzam bir teknolojik dönüşüm aşamasındayız” diye başlayan Hofmann, “Dönüşüm çarkları dönmeye başladı, bazıları yavaş, bazıları son derece hızlı. Çalışma dünyamızı kısa sürede temelden değiştirecek olan bu düzentekere basıncı sağlayan nedir?” diye sordu ve cevabını hemen şöyle verdi: “Bu basınç küresel piyasalardan geliyor. Gelişmekte olan ekonomik güçler küresel oyun alanını yeniden düzenliyor. Yerküremizdeki güç alanları yeniden parselleniyor. Bu, ticaret savaşlarını provoke ediyor ve kriz bölgelerini ateşliyor” dedi.
Hofmann, “Kapitalizm hep böyleydi; aynı anda dinamik, yaratıcı ve yıkıcı” diyen Hofmann, örnek olarak ise, “Önümüzdeki 15 yıl içinde dijitalleşmeden dolayı 1,5 milyon iş sahası yok edilecek. İyi haber ise şu: Aynı süre içinde yaklaşık bir o kadar yeni iş sahası yaratılacak” dedi.
Kısacası kapitalizmin dizginlenebileceğini savunan Hofmann, bu dizginleri takmak için ise işyeri temsilcilerinin daha fazla “ortak karar verme hakları” olması gerektiğini söyledi.
“Dönüşüm adil dönüşüm” olması için hükümetin “ortak karar verme hakkı yasasını” geliştirmesini isteyen Hofmann, “Adil dönüşümün üç koşulu var: 1. Dönüşüm sosyal olmalı, 2. Dönüşüm ekolojik olmalı, 3. Dönüşüm demokratik olmalı. Bu nedenle politikacılardan ve işverenlerden harekete geçmelerini talep ediyoruz. Her iki işverenden biri, işletmesini geleceğe nasıl hazırlayacağı konusunda daha fikri yok” dedi.
İŞÇİLERE BİÇİLEN ROL NEDİR?
Hofmann’ın konuşmasının başından sonuna kadar dikkat çeken önemli bir nokta işçi ve emekçilerin tüm bu gelişmeler karşısında edilgen kalabilecekleri fikrinin işlenmesiydi. Konuşmada sıralanan kötülükler, fırsatlar, dijitalleşmenin nelere muktedir olduğu vs. tüm bu süreçlerden işçilerin başına kötülük gelmemesi için işyeri temsilcilerine daha fazla “ortak karar verme hakkı” verilmesi, hükümet ve sermaye ise sendika yönetiminin önerilerine açık olması yeterli. İşçilerin de tüm bu gelişmeleri izlemeleri yeterli!
İşçilere “izleyici” rolünün yanında ayrıca “destekleme” rolü de biçiliyor, bu da tüm konuşmada görünüyor. Sadece sendika bürokrasisinin desteklenmesi değil, işçilerden Alman sermayesinin de desteklenmesi isteniyor aynı zamanda.
İŞÇİLER BİÇİLEN ROLE RAZI MI?
Söz konusu olan “teknolojik dönüşüm” süreci, ki tarif edilene bakıldığında, “teknolojik sıçramadan” söz etmek daha doğru olur, sadece çalışma yaşamını değil bir bütün yaşamı altüst etmeye aday bir gelişme. Bu süreçte asıl önemli olan işçi ve emekçilerin ne yapacağı. Kendilerine biçilen edilgen role razı mı olacaklar yoksa kendi kaderlerini kendi ellerine almak için harekete mi geçecekler?
Almanya’daki bazı büyük tekellerdeki işyeri temsilcilerinin kamuoyunda büyük bir övünçle, “ben yardımcı menajerim” diye böbürlenmeleri, sendika yöneticilerimizin “Almanya’nın rekabet gücünün korunması ve geliştirilmesine katkı sunmaları” daha ne kadar izlenecek? Bu sorulara verilecek yanıtlar aynı zamanda dijital dönüşüm sürecinden başarıyla çıkmanın da yanıtları olacaktır.