Akademisyen Erhan Keleşoğlu: Türkiye için tam bir kördüğüm
Akademisyen Erhan Keleşoğlu, Türkiye'nin Rusya ve ABD ile sürdürdüğü silah diplomasisinin dışa bağımlılığı artıracağı gibi ekonomik faturayı da büyüteceğini söyledi.
Akademisyen Erhan Keleşoğlu
Fotoğraf: Evrensel
Meltem AKYOL
İstanbul
Rus yapımı S-400’lerin teslimatıya birlikte Türkiye ile ABD arasında süregelen gerilimin nasıl bir boyut kazanacağı merak konusuyken hafta ortasında ABD Başkanı Donald Trump’tan “Türkiye’ye F-35 satamayacağız” açıklaması geldi. Hemen arkasından da ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Türkiye’nin F-35 programından çıkarılacağını açıkladı. CAATSA’dan nasıl yaptırımlar çıkacağı ise henüz net değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ülke tarihinin en önemli anlaşması” olarak ifade ettiği S-400’lere ilişkin tartışmaları, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki görevinden KHK ile ihraç edilen Akademisyen Erhan Keleşoğlu ile konuştuk. S-400 meselesini ekonomiden demokrasiye, ABD ile ilişkilerden Doğu Akdeniz kriziyle bağlantısına kadar geniş bir çerçevede değerlendiren Keleşoğlu’na göre, gelinen nokta tam bir kördüğüme dönmüş durumda ve içeride de ciddi bir yönetim krizi yaşanıyor.
Yanı sıra S-400 tercihinin Türkiye’ye ekonomik maliyetinin artacağına dikkat çeken Keleşoğlu, S-400’lerin “ulusal güvenlik” ile gerekçelendirilmesine ise “Güvenlik dediğiniz şey refah içerisinde, huzur içerisinde ve barış içerisinde yaşamaktır. Dişimize tırnağımıza kadar silahlanma barış ve huzur getirmez” diye yanıt verdi.
S-400’ler ABD ile Türkiye arasında bir süredir dozu zaman zaman azalan zaman zaman artan bir gerilimin konusuydu. Teslimatların başlaması ile birlikte de dozajı epey yükseldi. İktidar kanadı S-400 alımını askeri ve güvenlik ihtiyaçları ile açıklıyor. Sizin değerlendirmeniz nedir?
2003 Irak savaşı arifesinden itibaren Türkiye’nin bir entegre hava savunma sistemi inşa etmesinin zorunlu olduğu asker ve güvenlik çevreleri tarafından dile getiriliyordu. Bu bağlamda uzun menzilli yüksek irtifa hava savunma sistemi tedariği gündeme geldi; ihale açıldı, ihaleyi Çin kazandı. Rusya’nın S-300 sisteminin muadili olan bu sisteme karşı Batı Bloğundan itirazlar yükseldi, sonrasında iptal edildi ve tekrar ihaleye gidildi. Bu ihalede Rusya’nın önerdiği S-400 füzeleri kabul edildi, 2017’de sözleşme imzalandı ve tartışmalar başladı.
Altını önemle çizmek gerekir ki S-400’ler meselesinin arkasındaki gerçekliği sadece askeri ihtiyaçlarla anlatamayız. Askeri-politik ihtiyaçlardan bahsedebiliriz. Ki burada politik ihtiyaçlar iç ve dış politika ile alakalı. Özellikle Suriye krizinin başlamasından itibaren iç politika ile dış politikanın hiç olmadığı kadar iç içe geçtiğini söylemek gerekir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, bu daha bariz biçimde hissedilmeye başlandı.
S-400 SADECE ASKERİ DEĞİL AYNI ZAMANDA POLİTİK BİR KARAR
Biraz açar mısınız, nedir bu politik ihtiyaçlar?
Şimdi konjonktürü iyi okumak lazım. Şöyle özetleyelim; Birincisi 15 Temmuz’da bir darbe girişimi yaşandı. AKP Hükümeti tarafından ‘Batı destekli bir girişim’ olarak algılanan bu darbe girişimi, beraberinde, ‘Batı destekli tehdit’ algısısını da ortaya çıkardı. Rejimin, yani Erdoğan ve çevresinin, Saray’ın, Batı’ya karşı çok derin bir şüphe beslemesine neden oldu. Burada iktidarın bekasından bahsediyoruz. Hükümet de ortaya çıkan yeni gelişmeler ışığında Rusya’yı, Batı’ya karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanmak istedi. Ruslar da bunu kendileri açısından bir imkan olarak değerlendirdi. Kaldı ki bu olayın hemen bir sene öncesi bir Rus uçağı Türkiye tarafından düşürülmüştü, yine 2016 yılı sonunda Rus Büyükelçisi öldürülmüştü. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkileri gayet mayhoş bir tattaydı, ama söz konusu olan karşılıklı çıkarlardı.
İkincisi 2014 sonrasından itibaren ABD’nin önce YPG/YPJ’ye sonra Suriye Demokratik Güçlerine (SDG) doğrudan desteğini gördük. Bu Türkiye tarafından varoluşsal bir tehdit olarak algılandı. Barış sürecinin çökmesi ve Kürt sorununun yine çatışmalı bir evreye girmesinden sonra da Kürt sorununun bölgesel bir mesele olarak değerlendirilmesi gerektiği Ankara’da hakim görüştü. Yani iktidara göre burada bölgesel bir varoluşsal tehdit söz konusuydu ve buna karşı Irak Kürdistanı’ndan, Kuzey Suriye’ye Türkiye’den İran’a bakan bütünlüklü bir politika izlenmeliydi. Ve yine iktidara göre, Suriye özelinde, NATO’nun lideri olan ABD ve NATO üyesi diğer ülkeler, Türkiye’nin bu varoluşsal tehdit algısını paylaşmıyordu. Paylaşmadıkları gibi hasımlarla ortaklık kuruluyordu.
Bu kapsamda, 15 Temmuz sonrası ortam ve SDG’nin IŞİD’e karşı Amerika ve koalisyon desteği ile kazanmış olduğu mevziler, iktidara dış politikada bir tutum ve pozisyon değişikliğine ihtiyaç olduğunu düşündürdü. Rusya ve İran’la farklı bir pencere açıldı; Astana süreci yani Cenevre görüşmelerine paralel bir süreç başlatıldı. Rusya’nın da onayı ile Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları yapılabildi.
Doğu Akdeniz krizi bu konjonktürde nerede duruyor?
Üçüncü başlık da Doğu Akdeniz. Doğu Akdeniz’de yine enerji kaynaklı bir çıkar çatışması yaşanıyor. Mısır, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında bir ittifak doğmuş durumda. Ve perde arkasında ABD ve AB tarafından desteklenen bu ittifak enerji kaynaklarının paylaşımı üzerine şekilleniyor. Türkiye ise pazarlık sürecinin dışında kalmak istemiyor. Bu bağlamda bakıldığı zaman Ankara’dakiler S-400’ler üzerinden Rusya ile farklı bir ilişki geliştirmenin diğer cenahta yer alanlara karşı bir caydırıcılık unsuru olacağından hareket ediyorlar. İktidarın okuması, yol haritası bu. Yani Batı’yı, ABD başta olmak üzere AB’yi, Doğu Akdeniz de dahil olmak üzere saydığım tüm meselelerde dengelemek, caydırıcılık oluşturmak... Bir de biraz önce ifade ettiğim gibi içeride de rejimi korumak açısından böyle bir yola girilmiş durumda.
Tüm bu çerçeveyi kaçırdığınızda anda S-400 meselesini sadece bir askeri ihtiyaç olarak değerlendirirsiniz ve o bağlamda yanlışa düşersiniz. Yani askeri-politik bir karardan bahsediyoruz. Hem askeri ihtiyaçlara hem de politik ihtiyaçlara binaen alınmış bir karar.
S-400’LERİN EKONOMİK MALİYETİ DAHA DA ARTACAK
Peki, askeri açıdan ne söylersiniz? Çünkü bu kadar “gerekli” olduğu söylenen S-400’lerin, depoya kaldırılacağı söyleniyor...
Şimdi askeri açıdan bakıldığı zaman S-400’lerin çok üstün bir hava savunma sistemi olduğunu söylememiz gerekiyor. Özellikle uçaklara karşı dünyanın en iyi, uzun menzilli yüksek irtifa hava savunma sistemi. Türkiye’nin hava savunma felsefesi ağırlıkla uçaklara karşı uçaklarla savunma üstüne kuruluydu. S-400’lerle birlikte hava kuvvetlerinin savunma stratejisinde bir değişiklik olacağını öngörüyoruz...
Yine Erdoğan hafta başında yaptığı konuşmada, S-400’lerin balistik füzelere karşı da bir koruma sağlayacağını söyledi. Kağıt üstünde evet, ama radar ağına bağlandığı takdirde, yani entegre bir hava savunma sisteminin parçası olduğunda... Şimdi Türkiye bir NATO ülkesi ve NATO sistemlerine bağlı oluşturulmuş radar ağlarına bağlı. S-400’lerin bu radar ağına bağlanması mümkün değil ve bir radar ağlarına bağlanmadığı takdirde kendi kabiliyetlerini gerçekleştirmesi mümkün değil. Yani S-400’ler ‘stand alone’ yani kendi başına durup bir hava savunma şemsiyesi sağlayacak bir sitem olarak dizayn edilmemiştir. Rusya ve Çin’e de baktığımızda S-400’lerin entegre hava sisteminin bir parçası olarak kullanıldığını görüyoruz.
Bu ne demek oluyor?
S-400’lerin fiyatı 2 buçuk milyar dolar. Ama S-400’lerin maliyeti sadece 2 buçuk milyar dolar değil, çok daha yüksek. Biraz önce söylediğim entegre hava savunma sistemine katılmaları ve bu entegre sistemin de inşa edilmesi gerektiğini düşündüğümüzde maliyetin katlanacağını söyleyebiliriz. Çünkü S-400’lerin kendilerinin de seyir füzelerine ve saturasyon saldırılarına karşı korunmaya ihtiyacı var ve şu an Türkiye’nin elinde S-400’leri koruyacak hava savunma sistemi yok. Milli imkanlarla geliştirilen kısa ve orta menzilli sistemler devreye girene kadar hazır tedarik usulüyle yeni sistemler alınması gündeme gelecektir.
F-35’LER İPTAL EDİLDİ, PARASI DA İADE EDİLMEZ
Bir de F-35 meselesi var... Türkiye programdan çıkarıldı, yeni yaptırımlar da gelir mi?
İki alanda yaptırım olacak, büyük ihtimalle. Birincisi Ulusal Güvenlik Yetki Yasası (NDAA) çerçevesinde Türkiye F-35 programından çıkarılması. Erdoğan’ın açıklamasına göre Türkiye şu ana kadar F-35’lere 1,4 milyar dolar harcamış. Bu paranın geri alınıp alınmayacağını bilmiyoruz. Çünkü F-35 projesine girilirken Türkiye ve ABD arasında yapılan anlaşmada bir tahkim maddesi yok. Yani ABD, “Bu paraya el koydum” derse Türkiye’nin onu geri alması çok mümkün gibi gelmiyor. Teslim alınan uçaklar da Türkiye’ye getirilmeyecek. Ayrıca Türkiye, F-35 projesinin üretimine de dahil olmuştu ve belli parçalar Türkiye’de üretiliyordu, savunma sanayii kuruluşları tarafından. Bunların da yaklaşık 11 milyar dolar gibi bir getirisi, yani ihracat getirisi olacağı söyleniyordu. Bunlar da gitmiş olacak.
İkincisi CAATSA denilen Amerika’nın hasımlarına karşı uyguladığı yaptırımlar yasası. 2017’de çıkarılan CAATSA özellikle Rusya, Çin ve İran’a karşı uygulandı. ABD Başkanının elinde yaptırımları 180 gün kadar erteleyebilme yetkisi var. Erdoğan’ın ‘Amerikan müesses nizamını ayrı tutarım Trump’ı ayrı tutarım’ demeye getirmesinin arkasında bu var. Kongrenin iki kanadı da, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, S-400’ler meselesinde Türkiye’ye karşı ortak tutumda birleşti. Trump, göçmenler ve daha birçok meselede zaten başı yeterince ağrıyorken, neden Türkiye sebebiyle kongreyi karşısına alsın? Erteleme yetkisini kullanabilmesi için makul bazı gerekçeler öne sürmesi lazım. Bu gerekçe de olmayınca Trump’ın bunu yapabilmesi biraz zor görünüyor. Ama Trump’ın CAATSA’daki yaptırımlar içerisinden nispeten yumuşak yaptırımları tercih ederek uygulamaya geçeceğini düşünüyorum. Çünkü ABD de Türkiye’yi tam anlamıyla kaybetmek istemiyor. Ne olursa olsun bu tabloya baktığımız zaman Türkiye’nin ekonomik olarak daha da zor günlerden geçeceğini görmek gerekiyor.
ABD’DEN KAÇARKEN RUSYA’YA DA BAĞIMLI OLMAK
Sizin de vurguladığınız gibi Rusya ile ilişkiler bu kadar kırılganken, nasıl olabiliyor bu?
Rusya ile Türkiye’nin Karadeniz, Kırım, Ukrayna, Kafkaslar, Balkanlar ve Suriye’de çok yoğun çıkar çatışmaları mevcut. Ve bu çıkar çatışmaları Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye’de iki ülkeyi neredeyse sıcak çatışma noktasına getirdi. Kendimize şu soruyu sormalıyız; Rusya, neden bu kadar çok alanda çıkar çatışmasında olduğu, üstelik NATO üyesi bir ülke ile böylesine bir stratejik silah alışverişine giriyor?
Soralım, neden?
Düşünün Türkiye bir NATO ülkesi ve siz en önemli silah sisteminizi satıyorsunuz. Bu silah sisteminin bilinmeyen noktaları NATO askerlerinin eline geçebilir. İkincisi Türkiye bu silahlarla, Rus ve Rus müttefiklerinin uçaklarını da düşürebilir, ki daha 4 sene önce uçağınızı düşürmüş. Eminim bu mülahazalar Rusya’da da yapılmış ve bunun için çözümler bulunmuştur. Bunlar son derece sofistike sistemler, S-400’le bir Rus uçağının düşürülüp düşürülemeyeceğinden emin değilim, yani bence düşürülemeyebilir. Aynısı ABD silahları için de geçerli. Yani Amerikan Patriotları ile bir ABD uçağının düşürülüp düşülemeyeceğinden de emin değilim. Çünkü bunlar teknoloji paylaşımı yapılmadan tedarik ediliyor ve siz sisteme sirayet edemiyorsunuz. Yani tedarikçi ülke ile bir çıkar çatışması yaşadığınız anda tedarikçi kendi lehine bu silah sistemlerini kullanabilir. Rusya için de ABD için de geçerli bu durum. Dolayısıyla ABD’ye bağımlılıktan kaçarken aynı zamanda Rusya’ya da bağımlı oluyorsunuz.
Devam edelim Ruslar açısından; NATO üyesi ülkelerden birisine silah satmış oluyor, bu bir avantaj. Bu, ABD ile yakın ilişkileri olan başka birçok ülkeye de kendi silah sistemlerini pazarlayabilir anlamına geliyor. Amerikalıların çok kızmasının arkasında yatan en önemli neden bu. S-400’lerin Körfez ülkeleri tarafından, örneğin Suudi Arabistan, istendiğini biliyoruz. Galiba Mısır’a da satışı gerçekleşmek üzere. Herkesin derdi farklı. Suudi Arabistan gibi bir ABD müttefiki niye S-400 alır, diyeceksiniz. ABD ile pazarlıkta kullanmak, diğer silahları ucuzlatmak, bağımlılığını azaltmak için...
AKP TERCİH YAPMAK ZORUNDA KALACAK
Erdoğan-AKP iktidarının, sözünü ettiğiniz Rusya’yı, Batı’ya karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanma politikasını, içeride anti emperyalizm ve beka söylemleriyle süsleyerek sunuyor. Geldiğimiz aşamada bu politika sürdürülebilir mi?
Kendi aralarında menfaat farklılıkları olan üç merkezden söz edebiliriz. Bu merkezlerden ikisi birbiriyle daha eşgüdümlü hareket ediyor ama zaman zaman menfaat çatışmaları da yaşıyorlar. Bunlar Avrupa Birliği ve ABD, diğeri de Rusya.
Türkiye’nin çeşitli zamanlarda bütün bu güç merkezlerini birbirine karşı oynadığını biliyoruz, Cumhuriyet dönemi boyunca hatta Cumhuriyet öncesi de bunu yapageldiğini gördük. Ancak iç politikadaki kriz, sıkışmışlık, kendisini dış politikada da gösteriyor. Türkiye Rusya’yı ABD’ye karşı özellikle Suriye politikasından dolayı dengeleyici araç olarak kullanmaya çalıştı, ama bana sorarsanız Avrupa Birliği ve ABD arasındaki çıkar farklılıklarını gözetmeyi bıraktı. Bunun nedeni 15 Temmuz sonrası algı, iktidar çünkü AB’yi de kendisine hasım olarak görüyor.
Hem iç politikada hem de dış politikada manevra alanı çok daralmış durumda Erdoğan ve çevresinin. Ve Erdoğan’ın şimdiye kadar başarıyla uyguladığı farklı aktörleri birbirine karşı oynayarak yoluna devam etme stratejisi, gelinen noktada tam bir kördüğüme dönmüş durumda. İçeride de ciddi bir yönetim krizi yaşanıyor. Başkanlık sistemi istikrarlı bir çözüm üretmeyi başaramadığı gibi iktidar açısından sorunu daha da derinleştirdi. Bir tercih yapma aşamasına doğru gidiliyor. Ya daha demokratik, uzlaşmaya açık bir yola tevessül edilecek, Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” olarak nitelediği çözüm. Ki Erdoğan açısından bu büyük riskleri de bağrında barındırıyor. Ya da Bahçeli’nin ve çevresindeki politik çevrelerin otoriter, baskıcı yönetim talebine dayalı çözüm.
GÜVENLİK, EKONOMİ VE DEMOKRASİDEN BAĞIMSIZ DEĞİLDİR
Cumhurbaşkanı Erdoğan, S-400’lerle ilgili olarak “Barışı ve milli güvenliğimizi garanti altına alıyoruz” dedi. İktidar cenahının özellikle bu “milli güvenlik” vurgusunu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de güvenlik politikaları çoğunlukla, ekonomiden ve demokratik karar alma mekanizmalarından bağımsız bir alanmış gibi empoze ediliyor. Özellikle de daha otoriter-güvenlikçi bir konsepti merkezine alan siyasetçiler ve siyasetler tarafından. Sanki orada kendine özgü mantığı olan dokunulmazlığı olan teknik bir alan var. Onun karar alıcıları var, bunlar karar alıp bildiriyor ve uygulanıyor. Bu güvenlikçi vesayet anlayışıdır ve demokratik değildir.
AKP iktidarının milli güvenliği ortaya koyma biçimi de böyle; Türkiye bir tehdit altında, ABD’si var, AB’si var, işte ben mutlaka ayakta kalmalıyım gibi... Çünkü topal demokrasimiz bile bol bir gömlek olarak telakki ediliyor. İstenilen otoriter, kimlik meselerinin tekrar halının altına itildiği, kaynakların da yine belli bir zümre içerisinde paylaşıldığı bir yeni düzen. Ve işçilerin tüm haklarının gasp edildiği bir düzen, ki zaten en çok grev yasaklayan ülke Türkiye. Tüm bu tartışmalar sırasında bunu hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Güvenliğin, demokratik karar alma mekanizmalarıyla bağı derken neyi kastediyorsunuz?
Güvenlik politikalarının bir demokratik katılım yanı var. Yani halk ne istiyor? Güvenlik dediğiniz şey refah, huzur ve barış içerisinde yaşamaktır. Bunun teminatı daha fazla silahlanma olabilir mi? Bunun halk tarafından değerlendirilmesi, yani barışın içeride ve dışarıda, bölgede, nasıl sağlanacağının yine halk tarafından değerlendirilmesi ve bir sonuca varılması gerekir.
Bu bağlamda da halkın bilgilendirilmesi gerekir. Oysa güvenlikçi siyaset, bunların halkla paylaşılmayacak, teknik ve gizli bilgiler olduğunu ve halkla paylaşılamayacağını varsayar. Bir kere bu bilgiler halka açık olmalıdır, halkla tartışılmalıdır, özellikle tabii Meclisiniz varsa, Mecliste bunların tartışılması, anlatılması gerekir.
Bir de ekonomi, güvenliğin önemli bir parçasıdır. Ekonomik fayda-maliyet analizlerinin de halka açık olarak yapılması gerekir. Bunlar hayatımızı birebir ilgilendiren meseleler, bilgi talep etmemiz gerekiyor. Hali hazırda temsiliyet mekanizmalarını kullanmamız gerekiyor, özellikle Meclisi, her ne kadar referandum sonrasında etkisizleşmiş olsa da kullanmamız gerekiyor. Oranın halka bilgi aktarmak için bir mekanizma olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Halkların, barış içerisinde bir arada ve aynı zamanda refah ve mutluluk içerisinde yaşamak için başka alternatifleri düşünmeye, inşa etmeye ihtiyacı var. Biz tahayyülümüzü kaybettik, yani hayal etme imkanlarını yeniden yaratmamız gerekiyor. Yani dişimize tırnağımıza kadar silahlanmadan Türkiye’yi nasıl bir barış havzası haline getirebiliriz bunun imkanlarını düşünmek, tartışmak politikalar üretmek gerekiyor.
DOĞU AKDENİZ’DE ÇOK GİRİFT BİR OYUN VAR
Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama faaliyetleri nedeniyle tırmanan krizi de tüm bu gelişmelerle ilişkili görüyorsunuz. Bu krizin, S-400 gerilimine nasıl bir yansıması olur? Hafta başında Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik açıkladığı yaptırım kararlarının etkisi nedir?
Önce şunu söyleyeyim AB yaptırımlarının çok ciddi etkisi olmaz; yumuşak yaptırımlar bunlar, para girişini biraz zayıflatır sadece.
Doğu Akdeniz’e bakarsak, bu bölgede yakın zaman önce, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs doğal gaz yatakları buldu. Bulunan bu doğalgaz kaynakları uluslararası piyasalara nasıl sevk edilecek, esas hikaye bu. Şimdi İsrail ve Mısır’ın doğalgaz yatakları uluslararası piyasalara önce LPG’ye dönüştürülerek ihraç edilmeye başlandı. Ancak Kıbrıs’ın çevresindeki doğalgaz yatakları ile birlikte hepsinin Yunanistan üzerinden boru hatlarıyla Avrupa’ya götürülmesi projesi de var. Avrupalılar bunu Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak için istiyorlar. İsrail ve Mısır da bu olası enerji koridoruna dahil olarak kendi doğalgazlarını Avrupa’ya satma arzusunda. Türkiye de bu masaya dahil olmaya çalışıyor. Burada bir çatışma söz konusu; ABD ve AB paralel hareket ediyor, Rusya geleneksel olarak Güney Kıbrıs’la çok iyi ilişkiler geliştirmiş bir ülke ancak son dönemde özellikle Güney Kıbrıs’ın Yunanistan ve İsrail’le birlikte hareket etmesi ABD’ye yaklaşması söz konusu. Biliyorsunuz Ruslar Türkiye’nin rezerv arama çalışmalarını da protesto etmişti, bunu Güney Kıbrıs’la ilişkileri bozmamaya çalışmak olarak okumak gerekiyor. Ama Amerikan kongresinden de Türkiye’nin S-400 alması sonrası Güney Kıbrıs’a Amerikan silah ambargasonu kaldırması kararı çıktı. Güney Kıbrıs da bir tercih yapmak zorunda kalacak ve Rusları devre dışı bırakabilirler. Ruslar daha fazla Türkiye tarafına geçebilir. Çok girift bir oyun var burada.