Kamu TİS’inin gösterdikleri
Kuralları ve koşulları burjuva hukuku içinde belirlenen toplu pazarlık sürecinde emeği üzerinde söz sahibi olabilmesi için emekçilerin güçlü bir örgütlenmeye ihtiyacı vardır.
Fotoğraf: Evrensel
Özgür MÜFTÜOĞLU
Akademisyen
Sayıları 5 milyonu aşan kamu emekçileri ve emeklilerinin önümüzdeki iki yıllık dönemi kapsayan toplusözleşme görüşmeleri başlarken -birçok gazetenin haberleştirdiğine göre- gözler kamu işçilerinin toplusözleşme sürecine dikilmiş. Kamu işçilerine hükümet tarafından yapılan yüzde 5+4 zam oranı teklifi, bir önceki dönem enflasyonun dahi altında ücret artışına imza atan Memur Sen’in başkanı tarafından bile “kabul edilemez” bulunmuş. Kamu-Sen’in başkanı ise iyi bir ücret artışının piyasaları canlandırmak için gerekli olduğunu ifade ederek, sendika tarihine geçecek bir açıklama yapmış!
Toplu pazarlık, 19. yüzyılda işçi sınıfına kapitalist sistem üzerinde oluşturduğu tehdidi uzlaşma yoluyla aşmak amacıyla, burjuvazinin vermek zorunda kaldığı tavizlerinden biridir. Buna rağmen toplu pazarlık, emekçilerin üretim süreciyle beraber kendi emeği üzerinde söz sahibi olabilmesini sağladığı ve böylece emeğine olan yabancılaşmayı belli ölçüde de olsa sınırlandırma olanağı yarattığı için son derece önemlidir. Ancak kuralları ve koşulları burjuva hukuku içinde belirlenen toplu pazarlık sürecinde bu olanağın kullanılabilmesi için emekçilerin nicelik ve nitelik bakımından güçlü bir örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Sendikaların sermaye karşısına güçsüz oturduğu bir toplu pazarlık masası, sömürü koşullarını sınırlandırmak bir yana emekçilerin mücadeleden uzaklaşarak, en ağır sömürü koşullarına razı edilmesini sağlayacak bir “uzlaşma”nın aracı haline gelir.
SÖZLEŞME MASASININ TURNUSOL İŞLEVİ
Dolayısıyla toplu pazarlık, herhangi bir sendikal faaliyet olmaktan öte sınıflar arası güç dengesini açığa çıkartan bir mücadele alanıdır. Bu mücadele alanı, toplu pazarlık sisteminin düzenleyicisi olan devlet ve onu yöneten siyasi iktidarlar ile toplusözleşme masasında işçi sınıfını temsil eden sendika(cı)lar için de turnusol işlevi görür. Başta örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkı olmak üzere sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin yasal düzenlemeler, emekçilerin haklarını alabilecekleri bir toplu pazarlık için önemli olmakla birlikte burjuva hukuku içinde bunun gerçekleşmesini beklemek abestir. Burjuva devleti ve onu yönetenler de burjuva hukukuna bağlı kalır. Ancak kimi dönemlerde iktidar sahipleri burjuva hukukunun tanıdığı kısıtlı hakların kullanılmasını dahi şiddet kullanarak engeller ve emek sömürüsünün en üst düzeye çıkmasına katkı sağlamış olur. Öte yandan sendikal yapının demokratik mi bürokratik mi olduğu; sermaye ve devletle arasındaki bağımlık ilişkisinin düzeyi ve bunların toplamında işçi sınıfının mücadele örgütü mü yoksa sendika görünümü altında işçi sınıfına ihanet eden bir şebeke mi olduğu toplu pazarlık sürecinde kolaylıkla görülebilir.
SENDİKA VAR TİS HAKKI YOK, TİS VAR GREV HAKKI YOK
Türkiye, OECD ülkeleri içinde emekçilerin toplusözleşme hakkını kullanabilme oranının en düşük olduğu ülkedir. Sendikalaşma oranının yüzde 11 civarında olduğu Türkiye’de kayıtlı işgücünün yüzde 93’ten fazlası toplu pazarlık hakkından yoksundur (DİSK-AR Sendikalaşma Araştırması, Şubat 2019). Toplu pazarlıktan yararlanabilenlerin önemli bölümü ise gerçek anlamda toplu pazarlığın olmazsa olmaz koşulu olan grev hakkına sahip değildir. Yasal olarak grev hakkı tanınmış olan işkollarında ve işyerlerinde yapılmak istenen grevler ise (Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta övünçle ifade ettiği gibi) siyasi iktidar tarafından engellenmektedir. Bu nedenle Türkiye’de hemen hiçbir emekçinin grevli toplusözleşme hakkını özgürce kullanabildiği söylenemez.
Yasal sınırlılıklar ve siyasi baskıların yanı sıra sınıf perspektifinden yoksun sendikal anlayışlar, işçi sınıfının geniş kesimini oluşturan güvencesizleri örgütlemekten imtina ederek, bürokratik yapıları nedeniyle üyelerini demokratik katılımdan uzak tutarken, kimi sendikalar patronlarla ve siyasi iktidarla işbirliği içinde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Hal böyle olunca da toplu pazarlık emekçilerin değil patronların kazanımlarıyla sonuçlanmaktadır.
EMEKÇİLERİN AŞMASI GEREKEN ENGEL
Türkiye’de toplu pazalık kapsamındaki emekçilerin çok önemli bir bölümü kamu emekçisidir ve işvereni devlettir. Devletin yani siyasi iktidarın politikaları kamu toplusözleşmelerini doğrudan etkilemektedir. AKP Hükümeti iktidara geldiği günden bu yana neoliberal yapısal uyum programının uygulayıcısıdır ve temel hedefi Türkiye’yi sermaye için ucuz emek cenneti haline getirmektir. Bu amaçla başta işgüvencesi ve sosyal güvenlik hakkı olmak üzere emekçilerin birçok kazanılmış hakkını ortadan kaldırmış, var olan hakların fiilen kullanılmasını ise devletin tüm baskı araçların da kullanarak engellemiştir. Öte yandan AKP, 17 yıllık iktidarı süresince kendisine yandaş sendikalar yaratmış ve bu sendikalara üye olmaları için emekçilere baskı yapmıştır. Bugün toplu pazarlık masalarında AKP, kendi yandaşı olan ve emek karşıtı politikalarını meşrulaştırmak için kullandığı “sendika” adı altında faaliyet gösteren örgütlerle oturmaktadır. Diğer sendikalar ise bu süreçte emekçileri örgütlü mücadeleye yöneltecek politikalar üretememektedir.
Kamu işçileri ve 657 sayılı DMK’na tabi kamu emekçileri için toplu pazarlık masaları işte bu koşullar içerisinde kurulmaktadır. Enflasyonun resmi rakamlarda yüzde 20’lere dayandığı, ama çarşı pazarda yüzde 40’ları aştığı bir ortamda kamu işçilerine verilen teklif yüzde 5+4 iken kamu emekçileri için yüzde 5.01 düzeyinde bir ücret artışından söz edilmektedir. Ücret zamlarının bu seviyede kalması, emekçilerin geçen dönemdeki reel kayıplarının daha da artacağı yani daha da yoksullaşacakları anlamına gelecektir. Bu durumda yetkili “sendika”lardan bir şey beklemenin hiçbir anlamı yoktur. Emekçilerin kendilerini böylesine yoksullaştıran politikaların bir parçası haline gelmiş “sendika” görünümlü yapılardan bir an önce kurtularak, sermayeden ve devletten bağımsız; kendi içinde demokrasiyi işletebilen, sınıf perspektifine sahip sendikalarla mücadeleyi örgütlemeleri gerekir.