Karikatürist Emrah Ablak’ın motosiklet günlüğü
Karikatürist Emrah Ablak, gündemi, olan biteni, karikatürlerine açılan davaları ve eşsiz maceralarını Anıl Yurdakul'a anlattı.
Karikatürist Emrah Ablak
Fotoğraf: Anıl Yurdakul / Evrensel
Anıl YURDAKUL
İstanbul
Karikatürist Emrah Ablak bir gün karar verdi ve motosikletine atladı. Che Guevara gibi dünyayı gezecekti fakat İstanbul’dan çıkamadan köprüde motosikleti bozuldu, evine geri döndü…
Sıcak bir akşamüstü Uykusuz dergisinde Emrah Ablak ile buluşuyoruz. Gündemden, olan bitenden, karikatürlerine açılan davalardan lafladıktan sonra; çay sigara eşliğinde hem iyi bir mizahçı hem iyi bir öykü anlatıcısı Emrah Ablak, eşsiz maceralarını adına yakışır biçimde bir Emrah gibi anlatmaya koyuluyor. Motosiklet hastası bir arkadaşıyla beraber paralarını birleştirip yürümeyen 1954 model bir motosiklet alırlar, makineyi yürütürler. İki kişi olduklarından bir motosiklet daha gerekir, bu sefer 55 model motosiklet alırlar. Fakat parçaya ihtiyaçları olur, çok eski makineler olduğu için malzemesi de yorgundur. Türkiye’yi gezmek için çıkılan yolda daha İstanbul’da köprüyü geçer geçmez motorun defransiyeli sıyırır. Kot pantolonun bir bacağını kendi motoruna bir bacağını arkadaşının motoruna bağlayıp geri dönerler. Sonra bir tane 53 model motosiklet alırlar diferansiyelini çıkartıp 54 model olana takarlar. Halen parçaya ihtiyaçları vardır bu sefer 56 model alırlar. O parçayı al buna tak, bu parçayı al ona tak… Bakar ki bu iş böyle olmayacak, çift kafalı 63 model alır ve nihayet Türkiye turuna çıkarlar ve hikaye başlar:
“Ama bu arkadaşla biz motosiklet turu öncesinde bisikletle Türkiye’yi gezdik. Bisikletle Türkiye’yi gezdiğin zaman bir noktadan sonra ‘YETEEER!’ diyorsun. Bisiklet bambaşka bir disiplin. Bisikletle dünyayı da gezersin ama bisiklet sporu öyle bir disiplin ki gün içinde ne yediğine ne içtiğine çok dikkat etmelisin. Biz de genciz, deli fişeğiz... Mekan güzel içki içmek istiyorsun. İçmek ertesi gün performansına çok etki ediyor. 3-4 sene bisikletle gezdik sonra dedik ki yeter. Bisiklet yolculuğunda yorulduğun yerde kenara çekip uyuyorsun uyku tulumunda, sıfır otel. Sonra motosiklete terfi ettik. Marmara, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Akdeniz’den tekrardan yukarıya...”
"BATININ SANA YAPTIĞINI UNUTMA"
Motosikletli iki seyyah, Rize’nin Çağrankaya Yaylası’nda bugün kullanıma kapanan tarihi ahşap handa; Artvin’de Kafkasör Yaylası’nda yarı kamp yarı otellerde konaklar. Ardından Hindistan için yola çıkarlar. Fakat Emrah Ablak’ın yol arkadaşı yaz aylarının başında vize işlemlerini halletmesine karşın Ablak, yola kasım ayında çıkacakları için eylül gibi vize için başvurur. O yıllarda Pakistan’ın karışık olması nedeniyle Ablak’a vize çıkmaz. İran’da vize almayı dener orada da vermezler vizeyi, geri döner. İran’ı şöyle anlatıyor Ablak;
“İran çok köklü bir medeniyet ve lokal! Sanki hep oradaymış adamlar. Persepolis’e gidiyorsun, Shiraz’da 3 bin senelik Persepolis şehrini görüyorsun. Yezd’e gidiyorsun 1001 Gece Masalları gibi. İnanılmaz güzel ve Zerdüştlerin merkez şehri. Zerdüşt ateşinin yandığı yer var orada. Büyük İskender, Persepolis’i yakıp yıkıyor ya Persepolis yanarken o ateşi alıyorlar ve ateşi hiç söndürmüyor herifler 3 bin senedir. Aslında Zerdüşt ateşinde bir hafıza var: ‘Batının sana yaptığını unutma!’ Ne kadar doğru bilmiyorum ama bunlar anlatılanlar.”
"ÖLMEDEN ÖNCE ORADA KAHVALTI YAPILMALI"
Yeme içme alışkanlığı şehirden şehre değişse de Tahran bu konuda bir Avrupa şehri gibi. Uzun uzun kahvaltı lüksleri yok, girdikleri yerde hızlı bir kahvaltı ediyorlar. Salebin çok yoğununa benzeyen, içine kaşar atıp üstüne de tarçın serptikleri kaşıkla yiyorlar üzerine ise tarçın. Tahran’ın aşağısında Mollaların merkez şehri olan Kum Şehri, onun aşağısında İspan ve Şiraz. Emrah Ablak, dünyanın en güzel meydanlarından birinin İspan’da olduğunu 33 Sütun isimli köprülerinin altında mükemmel bir Azeri kahvaltısı olduğunu, ölmeden önce mutlaka orada kahvaltı yapılması gerektiğini söylüyor ve İran’dan dönüş yolunu anlatmaya başlıyor Emrah Ablak;
ACAYİP BİR OLAY: BİN KİŞİ MUTFAKTA
“İran’da çok enteresan bir şey geldi başıma. Aralığın 20’sinde Pakistan’a geçemedim. Normalde plan aralığın 20’sinde Tahran’dan aşağı inmek, Pakistan’dan Hindistan’a geçmek. Güzargahta hava hep sıcak olacaktı. Plan o, fakat Pakistan olmayınca geri dönmek zorunda kaldım ve kara kış geldi. Daha da soğuğun içine gireceğim. Harbiden öyle oldu. -20 derecede yol yaptığım oldu. Delihan diye bir kasabada durdum, bir tane oteli var gittim otele, ne kadar dedim. ‘20 dolar’ dediler. Cebimde 20 dolarım yok, hatta hiç param yok! Bir para yatacak, onu bekliyorum. Para yatmadı bir türlü, Pakistan’a da geçemedim saçma sapan durumlardayım. Az bir param var dedim burada kalacak başka yer yok mu? “Bir yer var ama sen kalamazsın” dediler. Dedim ki kalırım, niye kalmayım. “Bostan Otel var” dediler, bir gittim öğrenci yurduymuş. 2 bin tümene odayı tuttum. Girdim odaya odada bir tane Azeri işçi var. İşçiler de kalıyor hem öğrenci yurdu hem sezonluk çalışmaya gelen işçiler de var. Her ne yapılıyorsa orda, onlar da orada kalıyor. Her gün günlük tutuyorum. İran’da olup biten her şeyi yazıyorum. Günlük tutuyorum ama o kadar muhabbete tuttu ki adam, ben bir türlü günlük tutamadım. Mutfağa gideyim rahat rahat yazayım dedim. Mutfağa gittim abi, mutfakta tam günlüğü yazmaya başlarken bir kişi geldi, bir kişi daha geldi, bir kişi, bir kişi bütün yurt geldi! Bütün yurt! Mutfağın içi hınca hınç! Kafayı kaldırmadan yazmaya devam ediyorum, en sonunda çocuklardan biri geldi defteri PAAT diye kapattı. ‘Abi anlatacaksın!’, dedim anlatayım ne merak ediyorsunuz, bu arada İran’da Tahran’a kadar her yerde Türkçe konuşuluyor. Sırayla dediler herkes mutfağı boşalttı. Bir tane çocuk, iki tane çocuk getirdi ikisi de kör. Karşıma oturdular, önce onlar sorular sordular onlara cevap verdim. 4 farklı öğrenci grubuyla konuştum, onlardan sonra onlar gitti Azeriler geldi, sonra Farsiler geldi, sonra Kürtler geldi, sonra Molla geldi. Anlat dedikleri şey ise Türkiye! Hepsi Türkiye’yi sordu. Nasıl bir yer diyorlar, Türkiye’de bizi niye sevmiyorlar diyorlar, ben de hepsine şunu söyledim; ‘Böyle bir şey yok!’ Çok korkuyorlar polis kendilerine bir şey yapacak diye. “İnsanlar nasıl dolaşıyor” diyorlar, “içki mi içiyorsunuz” diyorlar! Çok merak ediyorlar Türkiye’yi! O olay çok enterasandı…”
SURİYE, LÜBNAN, ÜRDÜN
Savaş öncesi Suriye’ye giden Emrah Ablak ve iki arkadaşı, bir ara yoldan çıkarlar. Bir tepeyi dönerler ve tankların arasında kalırlar. Her yer tanktır, tatbikatın içine daldıklarını fark ettiklerinde askerlerin eğlencisi olan Ablak ve ekibi, askerler tarafından hatıra fotoğrafları çekilir ama kendilerinin fotoğraf çekmesine izin verilmez.
“Kitapçıları geziyoruz tarih kitaplarına bakıyoruz bizim tarihimiz. Birisine Türk olduğunu söylediğinde özellikle yaşı büyük insanlar direk kollarını kaldırıp “Hamid Sani!” diyorlar. Şam’a telgrafı Osmanlı’nın getirdiğinin unutulmaması için yapılmış bir anıt vardı tepesine Yıldız Cami’nin maketi olan. Yani Türkiye’yi görmek için mutlaka Suriye’yi gezmek gerekiyordu ama o Suriye yok artık. Suriyelilere millet bilendi ya düşman ya, öpüp başlarına koysunlar. O kadar güzel bir halk, mis gibi bir halk. Gittiğim her şehirde sofralarına buyur edildim yaka paça! ‘Yoook öyle geleceksin!’ muhakkak buyur ediyorlar ya. Gece yarısı kayboldum, polisin demesine göre tehlikeli bir mahalleye girmişim. Polis ‘Kestircen bir yerini ne işin var!’ dedi ama hiç de öyle olmadı…”
POPÜLER KÜLTÜR VE ARAP COĞRAFYASI
Lübnan’da Tripoli’nin halen iç savaşın izlerini taşıdığını söyleyen Emrah Ablak, Beyrut’un bütün kültürlerin başında durduğunu söyleyerek anlatmaya devam ediyor;
“Ayrı dinden olmaları ayrı ırktan olduklarını göstermiyor. Hepsi Arap, zaten işin özü o ya. Müslüman’ı Hristiyan’ı, Yahudi’si hepsi Arap en başta. Lübnan’da onu görüyorsun. Gezgin insan için ise söyleyebileceğim şey, liste başına Ürdün’ü alsın. Petra diye bir şehir var Nebatilerin şehri. Dünya üzerinde o kadar muazzam bir yapı olduğunu zannetmiyorum. Hem lokasyon olarak hem mimarisi olarak. Indiana 3’ün sonunda dev, içi oyulmuş kayalara gelerek içine girerler Kutsal Kadeh için. O işte. Petra şehrinin girişindeki dev bir banka var, dünyanın ilk bankası. Bir deprem oluyor, lanetlendik diye gidiyorlar, bu iddialardan bir tanesi. N’oldu Nematilere bilinmiyor. Yine bu Ortadoğu gezisinde gündelik hayattaki basit popüler kültür bile yerine oturuyor. Barbar Conan okuyan adamsan hikaye gerçek oluyor. Conan’ın mesela manitaları vardır; Belit, Red Sonja, Zenobia. Bunların hepsi tarihi kişiler yaşamış insanlardır. Suriye’de Palmira diye antik kent vardır hatta IŞİD bu şehrin yarısını havaya uçurdu. Palmira Şehri’nin Kraliçesi Zenobia’dır ve Roma’ya karşı bağımsızlığını ilan eder. Ardından Roma gelip dümdüz ediyor şehri, fakat öyle bir medeniyet yaratıyor ki kadın. Bir harç karışımı buluyor, kızıl kum gibi tüm şehri onla yapıyorlar. Bir yandan Osmanlı’nın sonunu getiren Arabistanlı Lawrence’ın Bedevileri örgütlediği yer yine Ürdün’de. Wadi Rum var ve herifin evi olduğu iddia edilen yerde duruyor, çölün ortasında. Selahaddin Eyyubi’nin Haçlılardan aldığı kale yine Ürdün’de…”
Emrah Ablak, Ortadoğu’nun ardından Balkanlara geçti, hastalandı halüsinasyon gördü, halüsinasyonunda Sarı Saltuk geldi ve mezarının orada olduğunu söyledi. Nedenini Emrah Ablak şöyle söyleyerek sohbeti sonlandırıyor “Çünkü Balkanların her yerinde Sarı Saltuk mezarı var.”