ABD’nin göçmen kamplarında bir insanlık dramı yaşanıyor
ABD'de Trump'ın göçmen karşıtlığı milletvekillerini dahi hedef alırken bir yandan da sınırdaki göçmen kamplarındaki insanlık dışı koşullara karşı farklı kesimlerin ortak mücadelesi büyüyor.
12 Temmuz’da New York’ta düzenlenen “ICE lağvedilsin” eylemi
Fotoğraf: Evrensel
Ekim KILIÇ
New York
ABD gündemi, yaz başından itibaren gerek ulusal siyaset gerekse toplumsal mücadele anlamında keskinleşmelere tanık oluyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Kongre Üyesi Milletvekilleri Alexandria Ocasio-Cortez, İlhan Omar, Ayanna Pressley ve Rashida Tlaib’i hedef alan ırkçı açıklamaları, kamuoyunda ve siyasette tepkilere yol açtı. Trump’ın söylemleri yeni olmasa da 2020 başkanlık seçimleri yaklaştıkça bu tür açıklamaları daha sıklıkla ve daha kutuplaştırıcı bir dille yapması bekleniyor.
Örneğin 15 Temmuz’da paylaştığı bir tweette, daha önce şubat ayında sarf ettiği, “Amerika asla sosyalist bir ülke olmayacak” söylemini değiştirerek yineledi: “Biz asla sosyalist veya komünist bir ülke olmayacağız. EĞER BURADA MUTLU DEĞİLSEN, GİDEBİLİRSİN! Bu senin kararın ve sadece senin kararın. Bu Amerika’yı sevmekle ilgili. Belli insanlar bizim ülkemizden NEFRET ediyor”.
ARTAN MİLİTARİZM VURGUSU
4 Temmuz Bağımsızlık Günü kutlamalarındaki yoğun militarizm vurgusu da 2019 yazını farklı kılan olaylardan birisiydi. ABD'nin bağımsızlığını kazanmasının 243. yıl dönümü ülke genelinde kutlanırken, Başkan Donald Trump’ın Washington’da yaptığı konuşmaya tank ve uçakların eşlik etmesi güne damgasını vurmuştu.
Öte yandan göçmen bir baba ile kızının cansız bedenlerinin, ABD-Meksika sınırındaki Rio Grande Nehri’nin kıyısına vuran görüntüsünün yarattığı infiale rağmen ABD hükümetinin göçmenleri toplama kamplarına kapatma, çocukları da ailelerinden ayırma politikası ve ev baskınları devam ediyor.
GÖÇMENLERE SALDIRILAR SÜRÜYOR
Rio Grande trajedisi, Göçmen ve Gümrük Muhafaza’ya bağlı kolluk kuvvetlerinin gizli sosyal medya gruplarındaki ırkçı ifadeleri ve sınırda paramiliter tarzda örgütlenen silahlı ırkçı çetelerin insan avına çıkması, bardağı taşıran son damlalar oldu.
Ancak ABD’nin göçmen politikasını eleştiren eylemlerde, göçmenleri desteklemek adına Demokrat Partiye yaklaşan aktivistler iddialı söylemlerde bulunsalar da çözüm için 2020 başkanlık seçimlerini öne çıkarıyorlar. Elbette bunda ABD’de toplumsal sorunlara kısmi ‘cevap’ veren bir noktada duran kongre (meclis) ve başkanlık seçimlerinin halk için alışageldik olmasının etkisi var. Ancak yapılan konuşmalarda Demokrat Partinin göçmen politikasına dair tam olarak fikrinin ne olduğunun ifade edilmemesi dikkat çekiyor.
MÜCADELE İÇİN YENİ BİR IŞIK
Yine de önemli bir gelişme, uzun zamandır yapılan protestolarda yan yana gelen göçmen ve göçmen destekçisi gruplar, partiler, sendikalar ve kurumların geçtiğimiz 12 Temmuz’da “Özgürlük İçin Işıklar-Lights for Liberty” adında bir inisiyatifte birleşmesi ve ülkenin abartısız her köşesinde sokaklara çıkması oldu. Normalde eylem kültürüne yabancı yerleşim birimlerinde bile ABD’li halklar, irili ufaklı gruplar halinde hükümetin göçmen politikasını protesto ettiler.
Sınırı geçerken ya da kamplarda yaşamlarını yitirenler için mumlar yakılan protesto oldukça kalabalık geçti. New York’ta ise büyük bir kalabalık olmamakla beraber katılımcıların çoğunun orta halli kesimlerden oluşması dikkat çekti.
Ülke genelindeki protestonun 12 Temmuz’a denk getirilmesinin sebeplerinden birisi de Başkan Trump’ın Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) kolluk kuvvetlerinin 14 Temmuz Pazar günü New York, Şikago, Los Angeles, San Francisco dahil 10 büyük kentte baskınlar yapacağını duyurmasıydı. Protestocuların dövizlerinde kampların kapatılması ve ICE’nin lağvedilmesi talepleri öne çıktı.
Siyonizm karşıtı ve yandaşı ABD’li Yahudiler bile kendilerini, “Bir Daha Asla” adlı ICE’nin lağvedilmesi için mücadele eden Yahudi toplumsal örgütünün çatısı altında bir arada buldu
New York’taki protestoda “Kadınlar Yürüyüşü”nün Ünlü Lideri Linda Sarsour, 2020 seçimlerinin “Faşizmle faşizme karşı olanlar arasındaki bir seçim” olduğunu savundu. The Intercept adlı haber sitesine yazan ABD’li tanınmış Gazeteci Shaun King ise, mücadelenin 2020’ye kadar beklemek ve sadece Trump’ın yenilmesi meselesine indirgenmemesi ve toplama kamplarındaki çocukların bir an önce özgürleştirilmesi gerektiği vurgusu yaptı.
ÇOCUK KAMPLARINDAKİ KOŞULLAR İNSANLIK DIŞI
Gazeteci King’in aktardığı bir rapora göre, ailelerinden alınan çocukların kapatıldığı göçmen kamplarındaki koşullar ancak bir işkencehanedeki koşullarla karşılaştırılabilir. Çocuklar yüksek derecede soğuğa, 24 saat açık ışığa maruz kalıyor, yeterli sağlık hizmeti, temizlik, su veya yiyecekten mahrum bırakılıyor.
Columbia Hukuk Bölümü Göçmen Hakları Kliniği Direktörü Elora Mukherjee de gözaltı merkezlerinde çocuklarla yapılan görüşmelere odaklanmalarını engelleyecek düzeyde bir koku olduğunu söylüyor: “Bebeklerde bez yoktu. Küçük çocuklar, tanımadıkları bebeklere bakmak zorundalar. Giysiler sümük ve dışkıyla kaplı. Biberonlar uygun şekilde temizlenmeden ve sterilize edilmeden kullanılıyor. Bu koşulların tümü, hastalıkların orman yangını gibi yayıldığı ortamlar yarattı. Bir tesiste bitler çocuktan çocuğa yayıldı. Bir tane “bit tarağı” kaybolduğunda düzinelerce çocuğu cezalandırmışlar. Soğuk beton zemin üzerinde uyumak zorunda bırakılmışlar”
KAMPLARDA ÇALIŞAN BİR HEKİM ANLATIYOR
Kamplara dair anlatılanlar sadece birkaç “gözaltı” merkezine veya doğru tabiriyle “toplama kampı”na özgü değil. New York’taki katılan Columbia Üniversitesinde çalışan bir psikiyatr olan Carl Eric Fischer da aynı şeyleri söylüyor.
Kendisi de iki yıl öncesinde Teksas’ın Dilley yerleşim yerinde ailelerin tutuklu olduğu bir kampta aralıklarla üç hafta bulunmuş. Sınır memurları tarafından yakalanan göçmenlerin, gözaltı merkezine götürülmeden önce “buz küpü” adı verilen bir gözaltı odasında saatlerce bekletildiğini söylüyor. Yüksek soğuğa maruz bırakılmaları “Sınırı geçmelerine yönelik ceza” olarak kullanılıyor! Fischer’ın gördüğü gözaltı merkezlerinin kâr amaçları olan özel şirketlere ait olduğunu öğreniyoruz. Doktorların ve avukatların bu merkezlere ulaşmalarının zor olduğunu çünkü birçok karmaşık bürokratik süreçlerden geçmek zorunda olduklarını söylüyor. Önceden felaket bölgelerinde çalışmış arkadaşları ona “Felaket bölgelerinde bizler hiçbir engele takılmadan gider ve insanlara yardım ederdik. Burası da bir felaket bölgesi. Ancak bizim aramızda duvarlar var” diyorlar.
Fischer’a acil bir durumda ne yaptıklarını soruyoruz. Böylesi bir durumda bile ICE memurlarının göçmenleri hastaneye göndermekte veya ambulans çağırmakta çok gönülsüz davrandıklarını belirtiyor. Bunda esas sorunun ABD’de sağlık hizmetlerinin maddi güçle çok bağlı olduğunu gösteriyor. Örneğin epilepsi hastalığı olan bir kadın ICE memurlarına birkaç kez nöbet geçirdiğini, ilacının tükenmeye yakın olduğunu belirtmesine ve tıbbi belgeleri olmasına rağmen hastaneye gönderilmemiş.
SINIRDAKİ MEMURLARIN GİZLİ GRUBUNDA IRKÇILIK
Sınır muhafızlarının gizli sosyal medya grubuna sızan ProPublica Muhabiri Thompson, Trump’ı destekleyen, Porto Riko asıllı Milletvekili Ocasio-Cortez’e yönelik cinsiyetçi ve ırkçı ifadelerle dolu ve hatta nehirde boğularak ölen baba ve kız olayının “uydurma” olduğunu savunan, diğer ölümlerle de dalga geçilen paylaşımlarda bulunulduğunu ortaya çıkardı.
BÜYÜK ŞİRKETLER VE KİMİ KURUMLAR GÖÇMENLERDEN ‘KÂR’ EDİYOR
Göçmen “toplama” kampları meselesi etrafında dönen tartışmalar çoğunlukla vicdani gereklilikler ya da siyasal çıkarlara alet etme olarak ele alınsa da, işin ekonomik kısmı çok tartışılmadı. Onlarca şirket, banka, üniversite ve politikacı göçmen kampları üzerinden adeta bir “gözaltı pazarı” yaratmış durumda. Aralarında Xerox, Canon, Dell, Motorola, Amazon, Palantir, Microsoft gibi firmalar gümrük muhafazaya (ICE) milyon dolarları bulan anlaşmalarla hizmet sağlıyorlar.
“Hapishane endüstrisi” (ABD’de özel şirketlerin yönettiği cezaevleri var) şirketlerinden olan GeoGroup ve CoreCivic ise göçmen kampları ve gözaltı merkezlerinden 2017’de toplam olarak 985 milyon dolar kâr elde ettiler. Bankalar arasında ise JPMorgan Chase, BNP Paribas, SunTrust ve U.S. Bancorp yer alıyor. Wear Your Voice dergisinde yayımlanan listede, Demokratların iki yüzlülüğü de ortaya çıkıyor. Demokrat Partinin Kongre Kampanya Komitesi, kasım 2017’de Geo Group’tan 10 bin dolar bağış almış. 2018 kongre seçimlerinde ise Geo Group ve CoreCivic ile alakalı lobilerden 350 bin dolar üzerinde bağış toplamışlar.
Ancak bazı şirketlerde çalışan emekçiler ise duruma sessiz kalmadılar. Wayfair adlı mobilya şirketinde çalışan 547 emekçi şirketlerine bir mektup göndererek ICE’ye yatak satılmamasını istedi ve eylem yaptı. Geçtiğimiz yıl haziran ayında ise Amazon emekçileri CEO Jeff Bezos’a bir mektup göndererek ICE’yle alakalı şirket Palantir ile iş yapmamasını talep etti.
EMEK GÜNDEMİ: SENDİKALAŞMA AZ AMA MÜCADELE EĞİLİMİ ARTIYOR
Bussines Insider’daki bir makalede ABD’de 1986’dan sonraki grev eğilimindeki yükselişe dikkat çekildi. “Bespoke” yatırım grubunun Küresel Makro Stratejisti George Pearkes, grevlerin ücretleri yükselterek enflasyona zarar vereceği kaygısı taşıyan yatırımcılara ve ekonomistlere karşı çıkarak, zaten halihazırda gelirden emekçilerin aldığı payın oldukça düşük olduğunu vurguladı.
Son yılın verilerinde de bu yılın ilk beş ayı 307 bin işçinin greve çıktığı ancak bunun 2018’in ilk beş ayında 431 bin olduğun belirtiyor. Pearkes, emeğin rönesansına rağmen sendikal hareketlerin hâlâ sınırlı olduğunu ekliyor. Güneydeki Volkswagen’de sendikalaşma talebiyle fiili greve çıkan otomotiv işçilerinin sendikalaşma oylamasında ufak bir farkla kaybetmesini buna örnek olarak gösteriyor.