16 yaşında göç yollarına düşen V.S.: İstanbul'da hapis hayatı yaşıyoruz
Ailesine bakabilmek için 16 yaşında Afganistan'dan yola çıkan V.S., geri gönderilmesi halinde başına ne geleceğini bilemediğini söyledi.
Fotoğraf: Evrensel
Osman DÜZGİDEN
İstanbul
V.S., savaştan, açlıktan ve ölümden kaçarak Türkiye’ye sığınmış bir mülteci. Onun hikayesi, Türkiye’deki milyonlarca mültecinin yaşadıklarına ayna tutuyor. Zira 16 yaşında dağların zirvesinden, ölümün kıyısında geçerek önce İran daha sonra Türkiye’ye geçen V.S.’nin yaşadıkları, hayata tutunma mücadelesinin ağırlığını gözler önüne seriyor. V.S. şimdilerde tedirgin. Zira İstanbul Valiliğinin mültecileri geri gönderecekleri açıklaması, yeniden bu koşullara geri dönmek anlamına geliyor. Yaşadıklarını ondan dinleyelim:
"7 KARDEŞİM VAR, YAŞARLAR MI BİLMİYORUM"
Afganistan’da Meymene bölgesinde yaşıyorduk. On yıllardır iç savaş var ve her gün ölüp ölüp diriliyorduk. Babamın ve annemin dışında evin en büyüğü benim. Afgan hükümet güçleri ile Taliban arasında süren şiddetli bir savaş vardı. Biz iki tarafın da esiriydik açıkçası. Benim dışımda 7 kardeşim var onların hepsi benden küçük, yaşarlar mı hayatlarını devam ettirirler mi bilemiyorum. İş yok, para yok açlık ve yoksulluk diz boyu. İç savaştan dolayı kimse bir şey ekemiyor, hayvancılık yapamıyor. Bir Taliban, bir devlet güçleri hangi tarafı tutsanız olan size oluyor. Aynı aileden bile kimin hangi taraftan olduğunu bilmiyorsunuz. Silah sesi duyarsınız, patlayan bomba seslerini duyarsınız başka bir şey yok. Babam ve annem bari sen git çalış belki bize bakar bir yer ayarlar bizi de buradan kurtarırsın dedi. Kardeşlerim sarılıp ağlayarak beni yolculadı. Evden yola çıktığımda 16 yaşındaydım. Hiçbir yeri bilmiyordum.
"BOMBALAR PATLAMADI, ŞANSLIYDIK"
Önce araçlara bindirdiler. Bizden Türk parası ve İran parası ile 2500-3000 lira aldılar. Kamyonlara, kamyonetlere, pikaplara doldurarak dağların zirvesinin bulunduğu vadiye getirdiler. Yola döşenmiş mayınlar, tuzaklanmış el bombaları... Patlamadı, şanslıydık. Sarp dağların olduğu vadiye tırmanmaya gelmişti sıra. Hamile, yaşlı, özürlü, sakat insanlarımız da dahil yüzlerce insandık. Sırtımızda sadece birer torba veya çanta vardı, azıcık ekmek... Birkaç tanede su. 4-5 gün gece gündüz sürekli yürüyorsun. 10 saat, 8 saat hiç dinlenme yok. Sonra ayaküstü yarı uyku ile yeniden yola çıkıyorduk. Yolculuğumuz süresince onlarca kişi öldü. Açlıktan, susuzluktan ölenler oldu. Hamile olan bir kadın yolda doğum yaparken kan kaybından öldü, bebeği de öldü. Yaşadıkları korku ve endişe nedeniyle konuşamaz hale gelen çocuklar vardı. Yanlış yoldan gidenler arasında mayınlar nedeniyle parçalanarak ölenler oldu. Ölenleri orada beze sarıp çukurlara gömüyorduk sonra yeniden yola çıkıyorduk. Yıkanmayı bırak, yüzünü bile yıkayamıyordun. Yağmur yağarsa, tesadüfen bir gölcük bulursak şanslıydık. Kimsenin ruh hali iyi değildi. Ağlayıp geri dönenler oldu. Anlatması bile insana acı veriyor. Nihayetinde 7 gün sonra İran’a varmıştık.
"İRAN’DA YAKALANMAMAK İÇİN NE DENİRSE YAPTIK"
İran’a varır varmaz polise devrim muhafızlarına yakalanmamak için ayrıca para veriyorsun aracılara, insan ticareti yapanlara. İran’da, başkent Tahran’da 4 yıl kaldım. Hep inşaat işçiliği yaptım. Ama karın tokluğuna çalıştım. Polise yakalanmamak için patronlar ne dedilerse yaptık. Onların verdiği yemeğe, yatmak için tahta barakalara razı olduk. İran’la Afganistan yakın olmalarına karşı hep horlandık, dışlandık, ayrımcılığa uğradık. İran polisi yakaladığında cebimizde ne kadar para varsa alıp bizi dövüyor sonra bırakıyordu. Onun için bir yere çıkamıyorduk. Bir gün bağlantı kurduğumuz biri aracılığı ile Türkiye’ye gitmeye karar verdim. Türkiye daha iyi diye haberler geliyordu. Biz de yine kazandığımız ne kadar para varsa aracılara verdik ve yürüyerek önce Ağrı’ya sonra Van’a ulaştık. Sonra da İstanbul’a geldik. 7 aydır İstanbul’dayım.
"ÇABUK İŞTEN ÇIKARILIYORUZ"
İstanbul Çekmeköy’ de oturuyorum. 6 Afganistanlı hemşerimle birlikte 600 liraya kiralık bir evde kalıyoruz. İstanbul’a göre kira çok yüksek olmayabilir ama bizlerin aldığı ücretler çok düşük. Ben İMES’te bir işçi kahvesinde 1 aydır çalışıyorum. Daha önce başka işlerde çalıştım. Çalışma iznimiz yok. Diğer arkadaşlarım İMES ve başka yerlerde kaynakçılık, döküm işlerinde çalışıyor. Sağlık sigortamız zaten yok, yol yemek parası yok. Ben 1500 lira alıyorum. Arkadaşlarım 1200 lira alıyor. 1000 lira alan var. Çabuk işten çıkarılıyoruz. Ayrımcılığa uğruyoruz. Burada da dışlanıyoruz. Gezmek bir yere gitmek yok. Polis yakalarsa bizi sınır dışı ediyor. Ailelerimizden ancak telefonla o da çekerse görüşebiliyoruz.
"GERİ GÖNDERİRLERSE CEZAEVİNE ATARLAR"
Şimdi mültecilerle ilgili bir uygulama var. Bu uygulama insani değil. Biz kayıtlı değiliz, çalışma iznimiz yok, yakalandığımızda sınır dışı edileceğiz. Geri gittiğimizde cezaevine atarlar bizi. Hangi muameleye uğrayacağımız belli değil. Onlarca Afganistanlı işçi var İMES’te, Dudullu OSB’de, Çekmeköy civarında. Akıbetimiz ne olur meçhul. Her an yakalanma korkusu ile yaşıyoruz. Psikolojimiz bozuluyor. Üç beş kuruş paramızı polis almasın, bize ceza kesmesin diye hapis hayatı yaşıyoruz. Evden işe işten eve. Hayattan kopuğuz. Bizi bu yaşama bu hayata itenlerden nefret ediyorum. Türkiye devleti insani olmayan yasalar çıkaracağına daha insani yasalarla bizi bu ülkede bıraksın. Biz insanız, bize insan muamelesi yapsınlar başka bir şey istemiyoruz. Geri dönersek ya Afganistan hükümetinin, ya da Taliban’nın esiri olacağız, belki de canımızdan olacağız. Biz yaşamak istiyoruz.