1 Ağustos 2019 01:22

"Baba aslan mı oldun sen, kafese kapatmışlar?"

Deniz DEMİRCİ*

12 Eylül darbesi sonrası babam tutuklandı. Annem, ablam ve ben onu ziyarete Kayseri Zincidere Cezaevine giderdik. Ben 4-5 yaşlarındaydım. Görüş yerinde demirler teller arasında babamı gördüğümde ilk sözüm bu olmuş. Babamın çok hoşuna gitmiş, bu söylediğim. Sonraları da sık sık bu sözlerimi hatırlattı bana. Babam geçmiş hakkında konuşmayı severdi. O anki durumla ilgili kendi başından gecen veya duyduğu komik bir olayı anlatır bitince de senden önce gülmeye başlardı. Onun öyle içten güldüğünü görünce sen de onunla birlikte gülmeye başlardın.

Babam geçmiş günleri güzel anlatırdı...

"VİSKON MU VİSKONA VİSKON MU?"

Babam ilkokul öğretmeniydi. Siyasi faaliyetleri sebebi ile hapse girince öğretmenlikten de çıkarıldı. Hapisten çıktıktan sonra farklı şehirlerde kahvehanecilik, kumaşçılık, kırtasiyecilik, tekstil işçiliği gibi farklı işlerde çalıştı. Seksenlerin sonunda İzmir’in Balçova semtinde Bursa Ucuz Kumaş Pazarı isminde bir dükkan açmıştı. Gelen giden ev hanımları mağazayı gezerken kumaşlara dokunurlar bu viskon mu viskona viskon mu, diye sorarlar biz de pek anlamadan viskona viskon, derdik. Mağazada dolaşan bu ev hanımlarının çoğu da bir şey satın almadan çıkardı. Mağaza kapandıktan sonra da babamla bu uzun süre aramızda espri konusu oldu. Aniden ya ben ya da o sorardı viskon mu viskona viskon mu, diye; diğerimiz viskona viskon, diye cevap verir sonra da birlikte gülmeye başlardık.

"BEN F TİPİ HÜCREME GEÇEYİM"

Benim ’98 doğumlu bir yeğenim var. İsmi Eren Özgür. Çok küçükken otizmli olduğunu öğrendik o günden sonra da annem, babam ve ablam ve ben birlikte baktık Özgür’e. Ağır zihinsel engelli yakını olanlar bu geçen yıllarda yeğenimin bakımı ve eğitimi için yaptığımız fedakarlıkları daha iyi anlayacaktır. Özgür uyuyamadığında veya istediği yapılmadığında sıklıkla şiddete başvurduğundan babam, annem ve ablam yanımıza gelemez. Akşamları ben ve Özgür onun için uygun hale getirilmiş salonumuzda zaman geçiririz. Babam Özgür’ün akşam spor okulundan gelme saati yaklaştığında eğer evdeyse durumun kendisi için zorluğunu her zaman olduğu gibi esprili bir biçimde dile getirir ben F tipi hücreme gideyim, derdi. Çok severdi Özgür’ü. Odasının duvarları hep onun resimleriyle doluydu. Zaman içinde odasını kendine yaşam alanı yaptı. Odasının bir duvarı kitaplarının olduğu dolaplar ile kaplıydı. Evrensel yayınlarından çıkan çoğu kitabı satın alır odasındaki bu dolaplarda saklardı. Kitaplarına çok düşkündü. Bazen sorardım “Bu kadar kitabı ne yapacaksın” diye; sana mirasım bu kitaplar, diye cevap verirdi. Özellikle teorik kitapları büyük bir ciddiyetle okur önemli bulduğu yerlerle ilgili notlar alırdı. Odasının duvarları fotoğraflarla kaplıydı. Bunlardan bir bölümü bizim ve kardeşlerinin olduğu fotoğraflar, bir bölümü ise siyasi dünyasına ait resimler ve fotoğraflardı. Babamın iki duygu dünyası vardı: Ailesi ve partisi...  Küçücük odasında yatağında uzanırken o fotoğraflarda açılan kapılardan daha geniş dünyalara yolculuk ettiğini düşünüyorum şimdi.

"BURAYA AQUAPARK YAPACAKLARMIŞ"

Son bir hafta kendini yorgun hissettiğini söylüyordu babam. Başım ağrıyor, diyordu. Kendi de biz de önemli bir şeyin olduğunu aklımıza getirmiyor başına güneş geçtiğini veya yediği bir şeyin dokunduğunu düşünüyorduk. Pazartesi sabahı hastaneye gitmek için arabayla yola çıktık. Yenileme çalışmalarının yazın başından beri devam ettiği mahallemizdeki parkın önünden geçerken, burayı aquapark yapacaklarmış, deyince hepimiz gülmeye başlamıştık. Böylece içimizdeki sıkıntı biraz olsun hafiflemişti. Hastaneye gittiğimizde durumun sandığımızdan çok daha ağır olduğu ortaya çıktı. Acil serviste yatarken babama seni hastaneye yatıracaklarmış dediğimde yarı uyanık, “Durum ciddi galiba”, dedi ve geri daldı.

Hastaneye yattıktan bir gün sonra durumu hızla kötüye gitti salı günü öğleye doğru beyin kanaması geçirdi çarşamba günü gece saatlerinde geçirdiği ameliyattan kısa bir süre sonra da vefat etti. İki gün önce gülerek gittiğimiz hastanede babamızı kaybetmenin şaşkınlığı içindeydik. Hâlâ da o şaşkınlık sürüyor.

"HAYDAR AMCA, GÜRSOY ABİ, EMİNE ABLA"

Babam telefonla konuştuğunda Gürsoy, Emine isimlerini sıklıkla duyardım ama yüz yüze hiç görüşmemiştik. Babam aracılıyla tanıdığım Haydar, Mazlum, Halil Metin, Doğan amcalar dışında sonradan babamın partisinin İzmir yöneticileri olduğunu öğrendiğim Gürsoy abi ve Emine abla ve daha birçok partili... Babam hastanede yatarken ilk yardımımıza gelenler onlar oldu. Babam gerek hastanede yatarken gerekse vefatından sonra arkadaşları bizi bir an olsun yalnız bırakmadılar hep yanımızda olduklarını hissettirdiler. Babamı yalnız aynı siyasi görüşte oldukları için değil insan olarak da çok sevdiklerine şahit olduk. Onun ardından söylenenlerle gururlandık onur duyduk.

"KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ"

Babam Kayseri ili Pınarbaşı ilçesine bağlı Halevik köyündendir. Köyü bir Avşar köyüdür. Babam yeri gelirse konusu Avşarlar olan komik hikayeler anlatırdı. Avşarlık onun yaşama olan bağlılığının, samimiyetinin, doğa ve hayvan sevgisinin bir ifadesiydi bence.

Babam yaşamayı çok severdi. Hayatı boyunca kimseye yük olmadan yaşamaya dikkat etti. Kimseye borçlu kalmamaya özen gösterdi. Bana da hep bunu öğütledi. Belki geride hanlar hamamlar bırakmadı ama 72 seneye sığdırdığı onurlu bir hayat bıraktı. Zannederim bir babanın kendisini çok seven oğluna bırakabileceği en büyük miras da budur.

* Emek Partisi Eski İzmir İl Başkanı Cabbar Demirci’nin oğlu


DAĞLARIN KOKUSU

Derya DEMİRCİ*

Yaşamın gerçeği; her canlı doğar, büyür ve ölür. Biliriz; ‘ölüm’ vardır. Ama şimdi bildim, şimdi anladım. Tüm keskinliğiyle, yakıcılığıyla bildim, ölüm de varmış…

’80’li yıllar… Hapis, işkence, zulüm ve özlem…

En sevdiği kabuklu tuzlu fındık götürürsün de vermezler küçük kızın babasına. Sonra atar yollara tek tek bütün fındıkları; incinmiş, öfkelenmiş küçük eller…

Görüş sırası bizde. Kalın, kapkara, soğuk çok soğuk, buz gibi demirler… Babamı bekliyoruz. İniyor taş merdivenlerden babam. Geliyor Dağların Kokusu. Derken elleri; kocaman, güçlü, sımsıkı saran elleri…

Kardeşim; “Baba sen aslan mı oldun? Kafese kapatmışlar seni.”

Söylerim içimden –öğretti babam- avaz avaz, “Faşizme ölüm halka hürriyet” ve düdük sesi… Gidiyor Dağların Kokusu.

Gitti yine gitti Dağların Kokusu. “Ama babacığım…”

Fotoğraf: Cabbar Demirci'nin arşivi

Babam partiye, davaya yüksek bir disiplin ve büyük bir sevdayla bağlıydı. Her sabah erkenden kalkar, bayrama gidiyormuşçasına hazırlanır. Parti ne görev verdiyse, onu en iyi şekilde yerine getirmek için yola koyulurdu. Yılmaz bir enerjisi vardı. Öyle ya, devrimci insan kendine özen göstermelidir. Çalışkan olmalıdır.

Hem babamı hem yoldaşımı uğurladım. İlk kez duydum bedenimin içindeki ruhumu. Yalım yalım sızlayan ruhumu.

Ancak babamın öğrettiği gibi: Yılgınlık yok… Ne kadar acı çeksen de başın hep dik olmalı, hep gülmelisin. Ahhh! Gülüşünü sevdiğim.

Genç bayrakları vardır,

Barış düşünür,

Kuyularda işçi mavilikleri.

Ben hepsini düşünürüm,

Karanlık, hırslı…

Seni, cihanların aziz meyvası.

İlan-ı aşk makamından bir mısra,

Yeşerip kımıldar içimde,

Düşer aklıma gözlerin

A.Arif

Öğreticisi olduğun sınıfsız, sömürüsüz ışıklı yolda: “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet”

Fotoğraf: Cabbar Demirci'nin arşivi

*Emek Partisi Eski İzmir İl Başkanı Cabbar Demirci’nin kızı Derya Demirci

Evrensel'i Takip Et