İşçiler kendi göbek bağını kesemeyecek mi?
"İşçilerin işyerlerinde, iş kollarında tabanda birliklerini/komitelerini kurmaları, yani direksiyona geçmeleri ile olumlu rüzgarlar estirebilmiştik. Şimdi buna ihtiyaç var."
Fotoğraf: Evrensel
Ömer YALÇINTAŞ
İşçi sınıfı hareketi bir krizle karşı karşıya. Toplusözleşme dönemlerinde bu krizi daha belirgin gözlemleme şansımız oluyor. Daha iyi bir yaşam ve gelecek kaygısı her dönem olduğu gibi sözleşme dönemleri daha çok öne çıkıyor, kendini hissettiriyor. Bu elbette normal. Ancak işçi sınıfının sendikal bürokrasiyle ahtapot misali kuşatıldığı koşullarda iyi bir gelecek şansını yakalaması, yaratması ne kadar mümkün? Evet, belki de işçilerin bu dönem karşı karşıya olduğu en büyük krizi bu sarmaldır. Öyle bir kuşatılmışlık yaşanmaktaki işçilerde fikri olarak da bu kuşatılmışlığın izleri gözlemlenebiliyor. Sendikacılara bakmaktan onları kullanan sistemi bile göremez hale geliyoruz.
Gelip çatan sözleşme dönemleri bunları daha belirgin görmemizi de sağlıyor. İstisnalar dışında kendisini bağımsız bir sınıf gibi örgütleyerek, sendikal bürokrasiyi de def edecek bir mücadele hattıyla birleşemeyen bir yol izlenemeyince mücadelenin önemli bir ayağı sakat kalmakta ve diğer ayağı da hareket edemez duruma gelmektedir. Kamu toplusözleşmelerinde de bu yaşanmakta. Gazetemizden okuduğumuz haberlerde, mektuplarda bu gözleniyor. Hemen tüm işçiler hükümetin önerilerini kabul etmediğini ve sonuçta “grevse grev” diyerek aslında olması gerekeni kendi dışına atan bir bilinç bulanıklığı ile meseleyi tartışıyor. Grevin en etkili silahlardan biri olduğunu bilen bir sınıf var ama bunun örgütlenmesini hükümetle içli dışlı olan sendikal bürokrasinin inisiyatifine bırakan bir ruh hali ve pratiği de var. Peki, nasıl aşılacak?
İşçilerin daha iyi yaşam mücadelesi için hatta en geriden düşünen bir işçiyi bile işin içine çekeceği bir işçi inisiyatifi oluşturması zorunlu gözüküyor. “Biz işçiler eskiden şöyle yapardık” diyerek özlemle andığımız geçmişten gerekli dersleri çıkarmadan, bugün bizleri saran, kuşatan bürokrasinin ve hükümetinin alaşağı edilmesini de hedeflemeyen bir mücadele yenilgi ile sonuçlanmaktadır. 2015’te yaşanan metal fırtına ve işçi inisiyatifinin az çok ortaya çıktığı dönem bu kuşatılmışlığın nasıl parçalanabileceğinin işaretlerini taşıyordu. İşçilerin işyerlerinde, iş kollarında tabanda birliklerini/komitelerini kurmaları, yani direksiyona geçmeleri ile olumlu rüzgarlar estirebilmiştik. Şimdi buna ihtiyaç var. Bilinçle hareket eden bir sınıf kendisini kuşatan bu zinciri, ahtapotu da paramparça etmesini bilecektir. Grev örgütlenecekse de bunu sadece yasal süreçlerin takibi, sendikacıların ne yapacaklarının beklenmesiyle yapamayacağımız ortadadır. Şimdiye kadar en ufak bir uyarı eylemi bile örgütlemeyen, en fazla başkanlar kurulunu toplayarak basın toplantıları yapan bir sendikal bürokrasinin grevi örgütlemesi beklenebilir mi? Hayır. Peki, bu gerçekleri bile bile “grevse grev” deyip bunu örgütlemek için işçiler olarak işyerlerinden başlayan bir inisiyatifi geliştirmeden kazanabilir miyiz? Hayır! Yakın örnek TÜPRAŞ’tır. İşçi eylemleri olmuştur. Hükümetin uygulamaları ile yaşanan kapitalist krizin etkilerinin de ortadan kaldırılması perspektifini de kazanmadan sadece ücret artışı için eylemler yapmak da yetersiz kalmış, ve Yüksek Hakem Kurulu patronlardan daha patroncu davranıp sözleşmeyi berbat biçimde bağıtlamıştır. Evet, işçi sınıfı mücadelesi iyi bir gelecek mücadelesi için sözleşme dönemlerini taleplerini dayanak ederek tabanda işçi inisiyatiflerini oluşturmalı. Ama aynı zamanda kapitalizme ve onun hükümetlerine, yasal mevzuatına ve işçiler içindeki uzantıları olan sendikal bürokrasiye “başkaldırmadan” kendi göbek bağını kesmeyi başarması zor görünüyor. Yani “grevse grev” olacaksa bunu biz örgütlenerek yapacağız. Bize karşı ve zaten bizden korktukları için örgütlenmiş, bizi ezmeye çalışan sermaye sınıfı ile temsilcilerine karşı başka türlü başarı şansımız var mı?