La casa de papel neyi anlatmıyor?
Okun sivri ucunun emek-sermaye çelişkisine batırılmadığı yalnızca “anti-kapitalizm” tartışmaları yapıldığı sürece, bu itirazları dile getirmeye devam edeceğiz.
Görsel: Pixabay
Nedim TAŞ
Adana
İspanya Darphanesi soygununun anlatıldığı, ilk iki sezonun ardından üçüncü sezonu da geçtiğimiz ay yayınlanan La Casa De Papel adlı dizi beğeni toplamaya ve dünyanın her tarafından izleyici kitlesiyle buluşmaya devam ediyor. Yeni sezonda İspanya Merkez Bankası’nda gerçekleşen soygunun anlatıldığı diziye ilişkin bu yazımızda dizinin kurgusu, tekniği, oyunculuklar ve içeriğinden daha çok dizi etrafında sürdürülen tartışmalara ve yer yer bölümlerde de değinilen “politika” ve “anti-kapitalizm” tartışmalarına kısa bir göz atacağız.
İkinci sezonda daha çok geçmez üzere dizide baş karakter tarafından değinilen “anti-kapitalizm” vurgusuna bir göz atalım. Darphane içerisine girerek ve insanları rehin alarak “Darphanede para basıp” bunları dışarıya çıkarma fikri ve olayı, Avrupalı ve Amerikalı kapitalistlerinde hükümetler aracılığıyla bunun sık sık ve yasal olarak yapıldığının anlatıldığını kısmı hafızalarda yer etmişti. Halkın ise yoksul olduğunun ve temel ihtiyaçlarının karşılanamadığının dile getirildiği kısımlarla beraber olayı gerçekleştiren grubun kendi yaptıklarını meşru gördüğü ve halkın onlara sempati duymaya başladığı ilk iki sezonun bu yazı bakımından öne çıkan yanları olarak ele alalım.
DAHA FAZLA POLİTİK TARTIŞMALAR VE YENİ SEZON BAŞLANGICI
Üçüncü sezonun ise ilk ikisinden dersler çıkararak kurgulandığını söylemek gerekir. Zira, “güçlülere” karşı verilen mücadele dizinin izleyici kitlesini artırmış görünüyor. Böyle olacak ki, ilk bölümlerde işkence karşıtı söylemlerin sıklığı, insan hakları vurgusu çokça karşımıza çıkıyor. Ve tüm bunların yanında yeniden harekete geçen grup kendilerini motive ederken ve ‘güçlülere’ karşı savaşlarında dünyanın dört bir tarafındaki hak arama eylemlerinde kendi sembollerinin kullanıldığını, dünya insanları için ‘umut’ olduklarını dile getiriyor. “Kurulu devlet düzeni”nin, bakanlardan, parlamentoya kadar bürokrasi aygıtlarının sık sık eleştirildiği dizi, bu sezonla birlikte grup içerisindeki aşk ve ilişkiler vurgusunu da heybesine eklemeye devam ediyor. Bu sezonda İspanya’da gerçekleşen sokak eylemleri ile halkın kendilerine yönelik desteğin aktarıldığı dizi seyir zevki yüksek bir şekilde izleyiciye sunuluyor.
HER ŞEY BU KADAR GÜZEL Mİ?
“Yiğidi öldür, hakkını yeme” atasözü Anadolu’da sıkça kullanılır. Genel olarak iyi insanların bazen yaptıkları yanlışların onların tüm iyiliklerini, dürüstlüklerini silip atmaması gerektiği anlatılır bu sözle. Televizyon ve internet üzerinden yayın hayatına devam eden diziler arasında bakıldığında ‘muhalif’ ve ‘sisteme itirazları’ bu denli yüksek sesle dile getiren serilere rastlamak pek mümkün değil. Bu açıdan dizinin hakkını verebiliriz. Ancak dizi ile birlikte dile getirilen ‘başkaldırı’ fikrinin kadük ve bazı sac ayakları elbette eksik. Politik tartışmalar ise İspanya ve Avrupa merkezli tartışmalar açısından ise oldukça sıkıntılı. 2000’ler ile birlikte tüm dünyada daha fazla yaygınlaşan otonomcu hareketleri ele alacak olursak diziye daha geniş bir çerçeveden göz atabiliriz. Öyle ki, tüm dünyada çeşitli vesilelerle hayat bulan hak arama veya iktidar karşıtı hareketlerin “örgütlenmeye”, “merkezi bir örgütte birleşmeye” karşı durulan eğilimler dizide de vücut buluyor ve üç sezon boyunca eylem ve direnişler dile getirilirken birleşme ve örgütlenme vurgusu neredeyse hiç yer almıyor. Kapitalistlerin dünyayı hunharca yağmaladığı ve dizide de bunun bir yönüyle işlendiği düşünülürse, ‘dünyaya kötülük salan bu insanların’ tüm eylemlerinin kendilerinin örgütlü olması sayesinde hayata geçtiğini unutmamak gerekir. Ayrıca yoksulluk, halkın acılar çektiği dile getirilirken bu tartışmalar çoğu zaman sınıfları yok sayarak dile getiriliyor. Böylesi bir durumda ise Türkiye’den bir örnek verelim. Geçtiğimiz yıllarda Türkiyeli kapitalistlerin en ileri müfrezesi olan Koç Holding başkanlarından Ali Koç, “Eşitsizliği gidermek için kapitalizmin ortadan kalkması gerek” demişti. Yani, tek başına bir kapitalizm eleştirisi bugün açısından çok yetersiz olacaktır. Okun sivri ucunun emek-sermaye çelişkisine batırılmadığı yalnızca “anti-kapitalizm” tartışmaları yapıldığı sürece, bu itirazları dile getirmeye devam edeceğiz.