“Ölüler Altın Takar mı?”
Kaz Dağları’na, Salda’ya ve Munzur’a salt bir çevre sorunu olarak bakarsak esas çelişkileri göz ardı etmiş ve altında yatan sömürüyü, emperyalist işgali görememiş oluruz.
Fotoğraf: Evrensel
İnsanların, canlıların doğa ile yadsınamaz bir etkileşimi vardır. Doğal kaynaklar, bu kaynaklardan elde edilen enerji ve yine bu kaynaklardan elde edilen bazı materyaller her çağda insanlık tarihi açısından belirleyici roller oynamıştır. Aradaki etkileşim kimi zaman doğal kaynakların çevrenin sağlığı da gözetilerek insanlık yararına kullanılmasıyla kimi zaman da kar hırsıyla çevre sağlığının göz ardı edilip doğanın tahrip edilmesiyle sonuçlanmıştır. Kapitalizm doğası gereği kar etme güdüsünü doğal kaynakların, çevrenin ve insanlığın üzerinde konumlandırdığı için yeri geldiğinde doğayı tahrip etmekten hiç de geri durmamıştır, durmayacaktır da.
Kaz Dağları eşsiz doğasıyla, barındırdığı endemik türlerle ve doğal su kaynaklarıyla adeta bir doğa harikasıdır. Antik dönemlerde isminin İda olduğu söylenmektedir ve ismini Zeus’un doğduğu İda Dağı’ndan almıştır. Bir efsaneye göre Hera, Afrodit ve Athena’nın katıldığı ve Truva Savaşı’na sebebiyet veren güzellik yarışması da burada yapılmıştır, Afrodit ilk kez burada aşık olmuştur. Fakat ne yazık ki bölge şu anda Kanada menşeli uluslararası altın tekeli Alamos Gold ve onun yerli taşeronu Doğu Biga Madencilik A.Ş’nin işgali altında. Altın madeni projesi ile ağaçlar ve diğer bitkiler katlediliyor, hayvanların doğal yaşam alanı yok ediliyor ve kuş türleri kayboluyor. Ayrıca altın madeni çıkarılırken salınan siyanür gazı havaya karışarak havayı suya karışarak doğal su kaynaklarını kirletiyor. Böylece bölge halkının sağlığını da tehdit ediyor.
GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN YANLIŞLAR
Bugün Kaz Dağları’nda yapılmakta olan ve yapılacak bütün maden arama projelerine karşı kamuoyunda gözle görülür bir tepki birikmesinin, sanatçıların ve aydınların bu konu üzerine eğilmesinin önemli bir nedeni yapılacak doğa katliamının gözlere sokularak yapılması, değiştirilemeyeceğinin topluma kanıksatılması ve hukuken bu durumun önünde duracak bir engel kalmamasıdır. Bu durum da aslında emperyalist tekellerin Türkiye ve tüm dünya üzerindeki ülkelerde yalan beyanlar üzerinden, hükümetlerin şirketlerin temsilciliğini üstlendiği ve sömürünün üzerini kapatmaya çalıştığı bir düzende doğal kaynakları ve insanlığı nasıl sömürdüğünü bizlere açıkça gösteren bir durum oluşturdu. Kaz Dağları’nda altın arama iznini alanAlamos Gold firmasının seceresine bakarsak Kanada merkezli, belki de dünyanın en üst düzey gelir şartlarının bulunduğu ülkelerin birinden çıkmış, iyi niyetli bir şirket profiliyle algılanması çok daha olasıydı.
ALGILAR YANLIŞ YÖNE GİDİYOR
Türkiye’de özellikle AKP iktidarı ve kendi iktidarı döneminde iyice büyüyüp gelişmesini garanti altına aldığı sermaye gruplarının yaptıklarına baktığımızda insanlarda yanlış yönlenmiş bir algı ile karşılaşmak çok olası. Bu algı AKP iktidarı ve bu çevreye yakın sermaye gruplarının kültürel, entelektüel olarak daha alt seviyede bir yatırım vizyonuna sahip olduğu ve bunun için doğa katliamı, inşaat gibi insanlarca “aklı olanın yapmayacağı” türden birçok proje ile sermaye yatırımının merkezine koymuş olmalarında yatıyor. Buradan bakılan bir perspektif ile AKP ve sermaye gruplarının kendilerine hızlı kar getirecek yatırımları inşaat ve doğanın talanı üzerinden planladıkları ve gerçekleştirdikleri bir gerçek olmakla birlikte bu durumun Türkiye veya dünyadaki kapitalizm şartları ile arasında bir kopukluk olmadığına dikkat etmek lazım. Sorun AKP’nin yatırım politikalarını vizyonsuz bir şekilde seçmesi ve doğayı bu şekilde kullanması ile alakalıysa neden Türkiye’de yatırım yapan Alamos Gold, Cargill gibi uluslararası firmalar Avrupa veya Amerika’nın “geniş kucaklayıcı, insan haklarına saygılı, doğasever” vizyonu ile hareket etmiyor. Çünkü firmaların kendilerini var eden kapitalizm koşullarında seçecekleri vizyon Avrupa, Amerika veya Asya ülkesi olmaları ve entelektüel birikimleri ile alakalı değil kendilerini var eden sisteme ne kadar entegre olabildikleri ve bu sistemi uluslararası bir şekilde nasıl diğer ülkelere ihraç ettiği ile alakalı. Bu ihraç ne istek ne de kucaklayıcı bir tavırla oluyor ki sermayenin dünya üzerinde serbest dolaşıma girebildiği bu şartların olgunlaştığı döneme emperyalizm diyoruz.
PERDEYİ ARALAYIP DOĞRULARI GÖRMEK
Bugün kapitalizmin Kaz Dağları gibi Türkiye’nin en nadide doğal yaşam alanlarından birini kendi kazancı ve karı uğruna dönüştürecek olması ve bu dönüşümün Kanada merkezli bir firma tarafından AKP hükümeti tarafından yapılacak olmasının temel nedeni kapitalizmin kar hırsını daima en üst katmanda görmesi ile alakalıdır.
Kapitalizmin özünde, doğa koşullarının buruşturulup kenara atılacak güzel bir manzara kartpostalı kadar bile değeri yoktur. Çünkü üretim ilişkilerinde insan ve doğayı baskı altına alarak bu iki unsurun tüm yan bileşenleri ile birlikte maksimum kar elde etmeyi amaçlayan bir sistem işleyişinin eninde sonunda yapacağı seçim en ölümcülü olsa da karı olacaktır, bunun başka bir yolu yoktur.
Alamos Gold firması sadece Türkiye’de değil, kendi merkezi topraklarında Kanada’da da doğayı kirleten, ekosistemi kar uğruna feda eden bir kuruluştu. Kanada’da 2018 yılında Ontario’da bulunan ve maden sahası ile kesişen bir gölü maden sahasına dahil etmek için çabalayan, bu çabalar sonucunda canlıların yaşamına el koyarak gölü kirliliğe mahkum eden bu firma; Kaz Dağları’nda da 2035’e kadar siyanürle altın arama iznine sahip.* Hükümet bu izin ile ilgili farklı bilgiler vererek şu ana kadar yapılan kazılarda siyanür kullanılmadığını ısrarla tekrarlasa da şirketin gelecek senelerde siyanür ile arama yapma izni olduğu, bunu göz göre 2009 yılından garanti altına almış olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.** Bu durum tekellerin dünya üzerindeki hakimiyeti ve her türden coğrafyayı kara uygun olarak nasıl sömürdüğünü; ülkelerin hükümetlerinin de kendilerinin devamlılığını sağlayan kapitalist sistemi ne pahasına olursa olsun devam ettirme gayretiyle şirketlerin işleyişlerine nasıl ayak uydurduklarını görebiliyoruz. Yani sorun AKP, ANAP veya Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin aslında her gün şirketler ile birlikte kapitalizmin devamını sağlayacak, karlarını artıracak her türden karar için politika yapmalarıdır. Bugün toplumun hukuken karşısında çaresiz kaldığı ve kamuoyunun öfkesini kabul etmese de yönelttiği şey kapitalizm şartlarından başka bir şey değildir ve olmayacaktır da.
KAR HIRSI VE DOYMANLAR
Bir diğer doğa harikası Maldivler’e benzerliğiyle dikkat çeken Salda Gölü. Burdur ili sınırları içerisinde bulunan göl Türkiye’nin en derin ve en berrak gölü olarak da biliniyor. Birçok su canlısına ev sahipliği yapmasının yanı sıra etrafındaki orman örtüsünde barındırdığı hayvanlar ile de yaban hayatına katkı sağlıyor. Şu sıralar ise Salda Gölü’nü yapılacak millet bahçesi projesi ve bu projeye tepki olarak yürütülen imza kampanyalarından yapılan eylemlerden duyuyoruz. Doğal bir sit alanı olan Salda’ya bir çivi bile çakılmaması gerekiyorken yollar, otoparklar ve mescit gibi farklı tesislerin yapılacağı söylenerek Salda Gölü ranta açılıyor. 7 firma turkuaz ve yeşilin eşsiz bir şekilde buluştuğu bu bölgeden millet bahçesi adıyla rant devşirmek için şimdiden sıraya girmiş durumda.
Millet Bahçesi projeleri zaten başından beri kamuoyunda tartışılan ve aslında sosyal, ekolojik açıdan AKP Hükümeti döneminde yeşile muhtaç bırakılmış kentlerin ihtiyacı olarak ortaya konulan projelerdi. Sadece seçimden önce ortaya çıkarılmış olması ve seçimlerden sonra yapılan örneklerinin kentlerde sosyal ve ekolojik açıdan hiçbir işleyişi, sorunu değiştirmemesi üzerine AKP ve belediyeler tarafından dümen daha farklı kar odaklarına kırılmaya başlandı. Çünkü millet bahçeleri adı altında yapılan dönüşümler mevcut parkların adını değiştirmek ve havalı gözüken, işlevsiz parklar yapmakla sınırlı kalan uygulamalara dönüşmüştü. Bunun sermaye açısından getirisi çok sınırlıydı, yapılaşmış park alanları üzerinden bir dönüşümü yapmak çok daha işlevsiz oluyordu. Çözüm ekolojik değeri yüksek olan doğal alanlar ve henüz yapılaşmamış, kent merkezlerinde bulunan alanlara yönelmekti. AKP, şirketler ve belediyeler de bu işin başlıca yürütücüleri olarak Salda Gölü, YTÜ Kampüsü ve Atatürk Havalimanı gibi alanları seçtiler. Salda Gölü’nün son yıllarda popüler olması ve turizm potansiyeli taşıyan yapısı ile birlikte bu alan turizme Millet Bahçesi adıyla kazandırılacaktı. Sınırlandırmalar, ekolojik eşikler ve bunların hepsinin yanında ileriye dönük yaşanacak tehditler üzerinden neredeyse hiçbir kısıtlama olmadan sadece bakanın güvencesiyle böyle bir projenin girişiminin yapılması, Türkiye’de kapitalizmin koşullarının kendi varlığını güç bela veya şans eseri devam ettiren her doğa parçasının değerlendirilmesinin zaruri olması ile açıklayabiliriz ancak.
AYNI DOYMAYANLAR AYNI SONUÇLAR
Gerek kentlerde gerekse doğal alanlarda kar getirecek şekilde düzenlenmemiş, kapitalizme bir faydası olmayan, sadece gidip görülebilen yerlerin bu şekilde yarınlara kalması sermayenin aç karnı için kabul edilemez bir durum ortaya koyuyordu. Bu durumda koşullar değişmeli ve kar edilemeyen alanlar karın ana merkezi olabilecek potansiyelde yeniden düzenlenmeliydi. Eğer etrafında değerli bir maden veya sömürülecek herhangi bir kaynak yoksa bunu turizm ve turizmin açacağı yeni kar odakları (tesisleşme, belirli hizmetlere paralı erişim, yeni ihale olanakları) ile yapmak kapitalizm için neredeyse elde kalan tek fırsat da olsa bunu değerlendirmek üzerine harekete geçmek hangi zaman diliminde olursa olsun gereklidir.
Bunu Türkiye üzerinde gerçekleşmiş birçok proje açısından da tasdik edecek gerçeklere sahibiz. Örneğin Türkiye’de en birikimli, tecrübeli sermaye grubu kimdir diye sorsak 100 cevaptan 99’u Koç Grubu’nu işaret edecek şekilde gelecektir tahminini yapabiliriz. Peki 1992 yılında kurulan bir üniversite kurmak için Zekeriyaköy’de yapılan plan değişiklileri ve 30 sene sonra üniversitenin orada yarattığı çekim gücü ile birlikte bölgede bulunan yeşil alanların nasıl tehdit altında olabileceğinin dikkate alınmadan hareket edilerek 30 sene sonra İstanbul’da yaratacağı etkilerin kim tarafından es geçildiğini sorsak gelir mi Koç cevabı? ***Muhtemelen gelmez fakat herkesin gıpta ile baktığı ve asla doğa katliamı yapmaz denilen çevreler ile şu andaki doğa katliamının birinci sorumlusu AKP’yi birbirine bağlayan kopmaz bağın adıdır kapitalizm işte. İkisinin de doğa hassasiyeti karın geleceği alan ile doğanın karşıtlığında sona erer, çünkü kapitalizmde Koç’a da AKP’ye de baki kalan verilen kararların maksimum kar getirmesinden başka bir şey değildir. Kar karşısında hiçbir şeyin feda edilmeyeceği bir kapitalizm gerçeğidir, bunun dersini de sermaye sahipleri her toplumsal olay veya durumda göstermektedirler bizlere.
ATILACAK ADIMLARIMIZ...
Kaz Dağları’na, Salda’ya ve Munzur’a salt bir çevre sorunu olarak bakarsak esas çelişkileri göz ardı etmiş ve altında yatan sömürüyü, emperyalist işgali görememiş oluruz. Öyleyse sorulması gereken soru belki de en net haliyle şudur: Doğayı, sağlığımızı, geleceğimizi bir avuç şirket ve onların güdümündeki hükümetlere teslim edip kapitalizmin her gün daha da sertleşecek katliamlarına iyi niyetimizle sessiz mi kalacağız? Yoksa bu sistemin en derininde yatan çelişkilerin üzerine gidip, doğamızı, geleceğimizi bir avuç yamyamın ve onların işbirlikçilerinin ellerinden alıp birbiriyle uyumlu yaşayacak, sömürüden ve katliamdan uzak bir dünya mı kuracağız?
Bu soruya cevap vermek ve verilecek cevap doğrultusunda her gün içinde bizim de kaynadığımız bu kazanı ortadan kaldıracak olan adımı atıp ateşler içerisinde süregelen bu düzenin çıkarlarına karşı harekete geçmek için kapitalistlerin atacağı adımları beklememize gerek yok!
*https://www.macleans.ca/news/canada/how-to-destroy-a-lake/
**https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/cigdem-toker/alamos-gold-2035e-kadar-kazacak-5261609/
***https://www.birgun.net/haber/koc-ormani-tehdit-ediyor-23718