Mersin’de işsizliği konuştuk: Gençler oyunu borçla oynuyor
Mersin'de işsizlik ve yoksulluğu konuştuk. Hangi grubun yanına gitsek, tanışma fırsatı bulamadan, “Vallahi işsiziz, para yok” diyorlar. Aralarından bazısı, “Bize iş bulun” diyor.
Fotoğraf Google Street View'dan alınmıştır
Eren GÜLMÜŞ
Yağmur ERDİNÇ
Mersin
Öğle saatleri, ağustos sıcağına Mersin’in nemi de eklenmiş. Kürt vatandaşların çoğunlukta yaşadığı Demirtaş Mahallesi’nin girişinden başlıyoruz. Sokak sıcaktan mıdır bilinmez pek sakin. Daha çok gençler gözümüze çarpıyor. Köşe başlarında ikişerli üçerli sohbet ediyorlar. Hangi grubun yanına gitsek, tanışma fırsatı bulamadan, “Vallahi işsiziz, para yok” diyorlar. Aralarından bazısı, “Bize iş bulun” diyor, kimi “Okuma yazmamız yok.” Köşe başları, kahvehaneler, evler derken bir internet kafeye giriyoruz. Ümidimiz gençlerle konuşmak. Bir koltuk hariç tüm koltuklar boş. Genç yok. Bir masada mekanın sahibi olduğunu anladığımız kadının yanına gidiyoruz. Yanında, “Çocuğum sayılır” dediği, kendisine kafede yardım eden 13 yaşında bir genç oturuyor. “Görüyorsunuz dükkanda kimse yok. Gençlerde para mı var ki oyun oynasınlar?” diyor. Konuşmak istiyoruz. Genci 2 çay alması için gönderip buyur ediyor masaya. Röportaj teklifimize isim vermemek şartıyla izin veriyor. Siirtli, 48 yaşında, 5 çocuk annesi F. Eşiyle birlikte uzun yıllardır Mersin’de yaşıyor. Bir oğlunu 18 yaşındayken kaybetmiş, diğeri politik sebeplerden cezaevindeymiş Tarsus’ta. Diğer çocukları ülkeyi terk etmişler. “Çok özledim çocuklarımı” diyor sesi titreyerek. Cezaevindeki çocukları için açmışlar dükkanı 3 yıl önce. Cezaevine girince eşiyle birlikte kendileri işletmeye başlamışlar. “Ama işler kesat, gençler işsiz nasıl oyun oynasınlar. Ceplerinde para yok gençlerin, birkaç tane oynayan genç var onların da borcunu veresiye yazıyoruz. Ne yapalım zorla para mı alacağız çocuklardan” diyor.
14 SAAT AÇIK AMA KİRAYI BİLE ZAR ZOR YETİŞTİRİYORUZ
Konuştukça açılıyor F. soru sormamıza da gerek kalmıyor pek. “Önceden işler fena değildi. 2-3 saat oynardı her oturan. Son bir senedir krizle birlikte biz de zorlanıyoruz. Günlük 14 saat açık ama yine de kirayı bile zar zor yetiştiriyoruz. Ki bunun elektriği, interneti, cihazların masrafı var daha. Şimdi gençler oynamıyor. Oynamaya gelen yarım saat oyun oynayabiliyor. Saati 6 TL olunca iki kişi yarım saat oynayıp 1.5 TL kişi başı verebiliyor. İlk açtığımızda çocuklar çay, meyve suyu falan içerlerdi. Şimdi 1 TL’lik suyu bile alamıyorlar. Lavabonun musluğundan sıcak su içiyor çocuklar. Yazık değil mi onlara. Hepsi benim evlatlarım gibi. Ben onların bu hallerine üzülüyorum” diyor. “25-26 yaşlarında bir yeğenim var kredi borcunu ödemek için dikenli incir toplamaya gidiyor çocuk. Elleri, kolları çizilmiş her yeri şişmiş iltihap kapmış. Hacizden, hapis cezasından korkuyor çocuk. Aldığı para ise onu 10 gün bile geçindirmez. Gençlere sahip çıkılsın, iş imkanı verilsin” diye bir talepte bulunuyor yöneticilerden.
Gazetede S-400’lere ayrılan 2,5 milyarla ilgili haber gözümüze çarpınca soruyoruz ne düşündüğünü. “Ülkenin bekası diyorlar, bu mermiler leblebi mi, para veriyoruz biz bunlara diyorlar. Vermesinler o zaman. Biz istemiyoruz ki verilmesini. Ülkenin başında sensin, silah edinme, herkesi eşit gör, herkesi eşit sar. Ötekileştirme insanları. Eşitliği sen sağla. Herkes benim kardeşim ama sen ötekileştiriyorsun. Mermiye parayı verince biz de 100 TL’ye bile dolap dolduramıyoruz. Meyve, sebzeye yapılan zam yine devlete gidiyor. Çiftçiye gitse üzülmeyeceğiz, tepki göstermeyeceğiz. Ne biz kârlı çıkıyoruz bu işten ne de çiftçiler. Çiftçi çamura batıyor tarlada Erdoğan poşetle basıyor toprağa” cevabını alıyoruz ve yöneticilere veryansın ediyor. “Haberlerde izledim meclistekilerin çorbası 1 TL’ymiş. Ana yemekleri 2-3 TL’ymiş. Ben burada o paraya en ucuz tantuniyi bile yiyemem diyor. Tantuni olmuş 10 TL. Bir günlüğüne yer değiştirsek acaba yaşayabilirler mi bizim hayatımızı? Allah aşkına ne yapıyorlar? Ben de onların yaptığı işi yaparım. Biz her işi yapıyorsak yönetiriz de merak etmesinler. Şu yanımdaki çocuğu oturtsan o daha iyi yapar en azından bunun vicdanı var, insanlara acır.”
DOKTORA GİDEMİYORUZ SAĞLIK GÜVENCEMİZ YOK
O sırada gelen telefonla eşinin bir gece önce kaza yaptığını öğreniyoruz. Soruyoruz, anlatıyor: “Motor kazası yaptı gece. Gözünün altında yara var, gözü şişmiş. Bileği şişti. Doktora gidemiyoruz sağlık güvencemiz yok. BAĞ-KUR’a borcum var gidemem. Ne yapayım elimden bir şey gelmiyor para kazanayım diye onu evde bırakıp buraya geldim. Ben de tansiyon hastasıyım gidemiyorum hastaneye kaç yıldır. Geçen hafta dişim ağrıyordu, gidemedim ağrısını çekiyorum. Borcumu kapatmam lazımmış. Para yok ki kapatayım. İşletme sahibi olduğum için yeşil kart da alamıyorum. Ben zaten vergi veriyorum, çalıştığımın tamamı devlete gidiyor. Daha ne istiyorlar. Cezaevindeki oğlumun yanına gidemiyorum Tarsus’ta olmasına rağmen. Ya oraya gideceğim ya da oğluma para gönderemeyeceğim. Çünkü oğluma vereceğim parayı yol parası olarak kullanmış olacağım. Bir keresinde geç kaldık görüşmeye mecburen taksiyle gittik. 300 TL oğluma ayırmıştım 200’ünü taksi aldı. 50 TL verebildim oğluma 50’yi de dönüş için yol parası yaptık. Bir ana için bundan daha acı bir şey yok. Yüreğimde hissediyorum hâlâ o acıyı. Tükenmişiz, sözün bittiği yerdeyiz. Gidecek bir kapımız, tutunacak bir kapımız kalmadı.” Tüm bunları anlatırken gözleri doluyor F’nin. Bir süre sessiz kaldıktan biz de yanından ayrılıyoruz.