Ahmet Mümtaz Taylan: Türkiye’de hukuk da sansür de kişiselleşti
Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, internet yayıncılığından televizyon sansürüne ve televizyondaki işlerin niteliğine kadar pek çok başlık hakkında Evrensel'e konuştu.
Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan
Fotoğraf: Mehmet Turgut
Meltem AKYOL
İstanbul
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun (BTK) eliyle hazırlanan “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik” 1 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
RTÜK’e göre amaç “İnternet üzerinden yapılan istismarı” önlemek. Ama RTÜK’ün hem geçmiş kararları hem de televizyondaki pratiği düşünüldüğünde bunun neye yol açabileceğini düşünmek zor değil. Peki televizyonda ne olmuştu, şimdi internette ne olabilir, eleştirel habercilik bundan ne kadar etkilenecek? Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan ile internet yayıncılığından televizyon sansürüne ve televizyondaki işlerin niteliğine kadar pek çok başlıkta konuştuk. Taylan, hedef internet yayıncılığı ve haberciliği olduğu görüşünde, “Bu dijital platformlar da gözden kaçtı ya da topyekûn halledelim dediler” diyor. “Sansür siyasetin bozulmaya yatkın yanının öznesidir. Dönemsel olarak el ve eşkal değiştirir” diyen Taylan, Türkiye’de hukukun da sansürün de kişiselleştiğini belirterek ekliyor: “Bir kişinin ya da belli bir zümrenin kendi menfaatleri doğrultusunda bir hayat yaşıyoruz, televizyon da buna göre dizayn ediliyor.”
HALL-İ HAMUR EDİYORLAR İŞİ
Artık dijital platformlara, bütün televizyonlara ve radyolara uygulanan ilkeler uygulanacak. Buradaki meramın ne olduğunu düşünüyorsunuz, dijital platformları denetlemek mi?
Ben dijital platformları kontrol altına almak niyetiyle yaptıklarını düşünmüyorum. Esasen internet yayıncılığı ve gazeteciliğini zapturapta almak için yaptıkları bir şey, o sırada herhalde bu dijital platformlar da araya gitti, ya da topyekün halledelim dediler, torba yasalar gibi.
Ne kamuoyuna ne meslek örgütlerine ne de üniversitelere fikri sorulmadı, biliyorsunuz o usuller terk edildi, kamuyla paylaşma, bilgilendirme, birlikte düşünme, tepkisini almak yerine önce ortaya bir laf atıp, basın yoluyla veya grup toplantılarında yüzlek bir yoklama yapıp, o tansiyona göre bir reçete yazıyorlar. O reçetede hiçbir zaman toplumun beklentisine uygun olmayabiliyor. Bu da o karakuşi uygulamalardan biri.
“Ahlaki gelişim” ve “ebeveyn kontrolü” gibi vurgular var RTÜK açıklamasında. Bir de bu yönetmelik tam da hükümete yakın kimi yazar veya basın organları tarafından Netflix’in “ahlaksızlıkla” suçlandığı bir dönemde yayımlandı.
Otoritenin baskıyı meşrulaştırmak üzere bahanelere ihtiyacı vardır, o bahanelerin en kullanışlıları genel geçer ahlaktan, gelenek görenekten dem vurmak oluyor. Yuvarlak laf ve kriterlerle hall-i hamur ediyorlar dayatmayı. Her zaman olduğu gibi.
ANA AKIMI KONTROL ETTİKLERİNDE İŞİN BİTMEDİĞİNİ GÖRDÜLER
Burada tartışma dizilerin sansürlenmesi üzerinden yapılıyor ama siz de ifade ettiniz bir de bağımsız, eleştirel habercilik ve yayıncılık yönü var...
Evet, toplumu zapturapt altında tutma gayreti. Esasen Netflix’i hedef aldıklarını zannetmiyorum ama hedefin yanında Netflix ya da benzer dijital platformlar da nasibini almış gibi. Onlar büyük sermaye sahipleri oldukları için, nasıl kimi sinemacıların deyimiyle ‘mısır-gazoz yasası’ çıkarıldıysa, bunların durumu da gözden geçirilir daha sonra. İşte biri mahkemeye başvurur, yürütmeyi durdurma kararı alınır falan filan. Sermaye gemisini yüzdürür yani.
Esas mesele habercilik. Ana akımı kontrol altına almakla işlerin hallolmayacağı anlaşıldı. Sosyal medya var, elinde telefonu olan herkes, her vatandaş bir muhabire dönüştü. İsteyen her birey kendi Podcastini, Youtube vs. kanalını falan açabiliyor. Bu gelişmeler de taş olup otoritenin ayağına değiyor. Amaç onlarla bu fasılla baş etmeye çalışmak. Ancak bu internet üstünden yapılan işlerle ilgili racon kesmek afaki olmuyor mu? Çünkü karşısına sadece toplumu almıyorsunuz, muazzam gelişmiş teknolojileri de alıyorsunuz. VPN ile falan, orada bir şey olmaz. Neticede platformlar sorunlarını çözerler. Kaldı ki Türkiye gibi bir ülkede ticari faaliyet yürüten her sermaye sahibi, evrensel veya yerel kültürel hassasiyetlere aykırı bir ürün arz etmemeye özen gösterir. Biz bir süre daha öpüşmesiz, koklaşmasız fakat silahlı külahlı tecavüzlü dizi seyredebiliriz, ama haber de alamayız, bu üzücü tabii. Türkiye’de basın sansürlüdür.
Silah var şiddet var, ama öpüşme yok eleştirileri de yapılıyor, burada nasıl bir kriter olur, olacak?
Hayatta ne oluyorsa dramada o vardır. Dramanın işi hayatı anlatmaktır. Kötünün kötülüğünü, iyinin iyiliğini göstermek, çelişkileri aşikar etmek, ironiden yardım almaktır; dramanın yaptığı budur. Ama bunun gösterimi ve şartları ayrı epeyce teknik bir mevzuu. Zaten toplumsal ahlaka mugayir bir şey yapmak hemen hiçbir kanalın, yapım şirketinin, senaristin işine gelmez. Bizim işimiz anlatıcılık. İlhamımızın kaynağıyla muhatabımız aynıdır. Toplum.
SANSÜR SİNEK GİBİDİR
Bunun kriteri nedir peki? Ya da bir kriteri var mıdır?
Dünyanın her yerinde geçerli genel geçer ahlaki toplumsal kurallar, hassasiyetler var, kırmızı çizgiler var. Bu zaten bu işin üretenleri tarafından bilinir. Aykırılık kolay alkış almaz değil mi? Dolayısıyla genelde herkes bu kurallara riayet eder. Burada anlamaya çalıştığımız ekstra baskı ve kontrol başka bir anlama geliyor. Bunun evrensel kurallarla veya toplumun ahlaki değerleriyle falan bir ilgisi yok, Türkiye’de hukuk kişiselleşti. Kamusal bir şey değil yani, kişisel artık. Bir kişinin ya da belli bir zümrenin kendi doğrusu, menfaati yahut öngörüsü doğrultusunda bir hayat sürüyoruz. TV de buna göre dizayn ediliyor. Yani birinin, bir tarafın, bir grubun toplumu tornaya sokmak için ya da tabanını konsolide etmek için poz yapmasıdır, başka bir şey değil.
Sansür işgaldir ama geçicidir. İşgalci, işgal ettiği coğrafyada ilelebet kalamaz sonunda dönüp gider, kim orada başını o taşa koyuyorsa, orası onundur ve onlara kalır. Geçmişte de vardı, ’60’lı, 70’li yıllarda vardı, ’40’larda, 50’lilerde de vardı. Bir şekilde toplumsal dinamik, ülke koşullarını aştı, geçti gitti.
Geçti mi gerçekten?
Sansür siyasetin bozulmaya yatkın yanının öznesidir. Dönemsel olarak el ve eşkal değiştirir. Yapışkandır tabii sansür, ısrarcıdır, sinek gibidir, döner döner gelir. Faşizm de böyle bir şey. Sinek gibi, kovarsın döner, kovarsın gene gelir. E bu da geçecek, bu sansür zihniyeti bir gün gidecek, sonra yerine başkalarının sansürü gelecek insan hep berikinin sansürü ile uğraşacak. Hayat böyle...
Ama bunlar sanatın büyük meseleleri değil, çünkü sanat her şeyi dolaylı söyleyebilme, ne yapıp edip söyleme meselesidir. Dolayısıyla sanattan ziyade -tabii sanatın da ama- öncelikle halkın haber alma hakkının uğrayacağı zayiat daha düşündürücü.
KEYFİYETE MESNET UYDURUYORLAR
“Çukur”da yer alan öpüşme sahneleri için gençlerin “ahlakını bozduğu” gerekçesiyle şubat ayında Show TV’ye 260 bin lira para cezası kesildi. Meyhane sohbeti yazıyorlar ama masada rakı yok...
Sansür koyanlar öpüşmüyorlar belki... Rakıdan bahsedilecek ama sofrada rakı olmayacak, öpüşmeden bahsedilecek ama öpüşülmeyecek... Buna ‘sansür estetiği’ denebilir. Sanat ile sansür yan yana iyi tınlamıyor değil mi?
“Çoğu zaman RTÜK sansürü kendiliğinden yapmıyor” deniliyor Bir takım istatistiksel veri açıklanıyor ve toplumun şikayet etmesine ya da rahatsız olmasına bağlanıyor...
Türkiye’de 80 milyon kişi televizyon seyrediyor, hadi bunun 60 milyonu seyrediyor, hadi biz onu 50 milyona indirelim. 50 milyon şikayet mi almışlar da öpüşmeyi yasaklayıp, rakıyı billurluyorlar. Bunlar saçma, oraya telefon eden işsiz güçsüz, kendini şaşırmış 20-30 bin kişi, kaç bin kişi ise bu toplumu ne zaman temsil eder oldu? İstatistik böyle bir şey değil. Bir binada 2 daireden birinde 2 tavuk yeniyorsa, ama diğerinde hiç yenmiyorsa; istatistik bunu daire başına düşen tavuk birdir diye kodlayabilir. E ama birinde hiç yenmedi ki! İstatistik keyfiyete mesnet uydurmak için kullanılmamalı. Geçiniz efendim.
OTOSANSÜRÜN ALIP YÜRÜDÜĞÜ BİR ORTAMDA RTÜK’E NE HACET?
Bu kadar kısıtlama neye yol açıyor, kötü dizilerin nedeni bu kısıtlama mı, dahası özgürlük ve nitelik arasında nasıl bir ilişki var?
Özgürlük ile nitelik arasında doğrudan bir ilişki yok. Yani yasak olan her şeyi bir şekilde ifade etmenin bir yolu vardır, sanatın işlevselliğinin konusudur. Yani dolayısıyla biz sanatımızı yapamıyoruz sansür yüzünden falan gibi laflar bana göre manalı değil. Dizinin niteliği niteliksizliği sansür ile değil, daha çok 160 dakikalık bölüm süreleriyle ilgili. 160 dakikalık bölüm çekerseniz zaten iyi olamaz. Onun adı Çukur da olsa, Halka da olsa. Bu böyledir. Nitelik işin hakkını vererek kazanılır. Bir sinema filmi 90-100 dakikadır. 6 haftada çekilir. 5 günde 160 dakikalık drama çekiyorsan nitelik tesadüfe bırakılmış demektir. Onun kabahati de sansürde değil. Sansür zaten başlı başına ayrı bir kabahat ve çirkinlik o ayrı bir şey, ama “Sansür var dolayısıyla biz iyi dizi çekemiyoruz”u geçiniz, öyle bir şey yok yani.
Sansür kötüdür, bu yönetim sansürcüdür ama yani şimdi “Onlar sansür yapıyor diye ben dizi çekemiyorum” dersen o olmaz, yani bir tane kabahatli ilan edip, bir tane günah keçisi bulup bütün beceriksizliği, niteliksizliği ona yükleyemezsin. Sansür kötüdür, sansürcü iyi bir şey yapmamaktadır, ben sansüre karşıyım ama “İyi dizi yapamamamızın nedeni sansürdür” dersen, işini iyi yapamamanın kabahatini başkasına ihale etmiş olursun.
RTÜK’ÜN AHLAK BEKÇİLİĞİ PRİM YAPIYOR
Burada kabahatli kim peki?
RTÜK onun bunun etek boyu ile, öpüşmesi ile masadaki içki bardağı ile uğraşacağına reklam aralıkları ve reklam birim fiyatlarıyla filan uğraşsa keşke. Attığın taşın ürküttüğün kurbağaya değmesi için televizyondaki bir dizinin bir bölümünün maliyetinin, reklam gelirinin altında kalmaması lazım, ki o dizi yayımlanabilsin. Şimdi süreler, kurallar, olup biten her şey 160 dakika dizi çekmeyi dayatıyor. Bunu ne kanal istiyor, 160 dakika dizi yayınlamayı ne yapımcı istiyor ne yönetmen çekmek istiyor ne de biz oynamak istiyoruz. 5 liraya mal ettiğin işin reklam karşılığını bulmak için 160 dakika çekmen lazım, çünkü o kadar reklam giriyor araya. Kaç dakikada bir reklam gireceğinin kuralı var, onun birim fiyatı var, tek başına bir kanal, yapımcı 160 dakika çekeceğim demiyor, çekmek zorunda kalıyor. Biz 90 dakikayken eylem yapmıştık, “yerli dizi yersiz uzun” diye. Ondan 5 sene sonra, şimdi 160 dakika çekiyoruz. Biraz daha bağırsak herhalde 250 dakika olacak. Sabah başlayacak, gece yarısına kadar bir tane dizi seyredeceğiz yani. Mesele bunlar, mesele sadece sansürle falan ilgili değil. RTÜK belki çözebileceği işleri bırakıp ahlak bekçiliğine soyunmayı tercih ettiği için ya da böyle prim yaptığı için sadece bağcıya eziyet ediyor. RTÜK gereksizdir, kaldırılmalıdır. Hukuk var, ceza hukuku var, suçlar kabahatler kanunu var vs... Bir de zaten bu tür problemler yaratmak isteyen yapımcılar, kanallar falan yok herkes işini korumaya çalışıyor. Bir de yineleyelim. Otosansürün alıp yürüdüğü bir ortamda RTÜK’e ne hacet?
İKTİDAR DA MUHALEFET DE YAPMASI GEREKENİ YAPMADIĞI İÇİN...
Bu dönem sanatçılar için fikrini açıklamak işsiz kalmak anlamına geliyor, size dönük böyle bir engelleme var mı? siz neler yaşıyorsunuz?
Herkes ne yaşıyorsa ben de onu yaşıyorum, ben her zaman söyleyeceğimi söyledim, bunu lisanımünasiple söylediğiniz zaman kimsenin sizinle bir problemi olmaz olursa da sizin umurunuzda olmaz zaten, küfür etmiyorsanız, hakaret etmiyorsanız, meseleniz kavga çıkarmak değilse, derdiniz üzüm yemekse söyleyeceğinizi münasip bir dille söylersiniz.
Yurttaş olarak, birey olarak fikrinizi beyan etmek isterseniz edersiniz bunun dışında oyuncuların öyle bir ödevi yok. Yani sürekli birileri çıkıp sanatçılara fırça atıyor, birileri diyor ki işte sen neden siyasi fikrini söylüyorsun, söylemediği zaman öteki taraftan da çıkıyor sen neden söylemiyorsun, söylesen bir şey, söylemesen başka. Ne sanatçılar diye homojen bir grup ne de onlara yazılmış zorunlu vazifeler diye bir kanun yok. Söyleyeceğini söyler herkes, söylemeyecekse de söylemez. Kimsenin susma veya duyuru yapma mecburiyeti yok. Sorumluluk hissediyorsa söyler, ben hissediyorum söylüyorum. Söylemeyene de “Vay niye konuşmuyor” demiyorum. Söyleyen otoriteden baskı görüyor, söyleme biçimi beğenilmeyen muhalefetten fırça yiyor. İşini, işlevini göremeyenler dikkatimizi cambaza çekmeye çalışıyor.