Güle güle Cabbar Abi
Kandıra Cezaevinde tutuklu bulunan Çevirmen Tonguç Ok, Cabbar Demirci'yi yazdı: "Prometheus’nin çaldığı ateşi, onun gibi sessizce yaşayıp sessizce göçüp giden 'cabbar' insanlar taşıyor geleceğe."
Fotoğraf: Cabbar Demirci'nin arşivi
Tonguç OK*
Babamın hapishanedeki arkadaşıydı Cabbar Abi. Yakın köylüyüz. Sanırım babamla öğretmen okulunda da beraberlermiş. TÖBDER’de çalışmışlar birlikte. Biz hiç görmemiştik onu. Bir gün, “Cabbar’ı tutuklamışlar” dedi babam. Sonra, hapishanede çektirdiğini sandığım bir fotoğrafını gördük, gülümsüyordu. Yine bir gün, “Sivas’a sürgün etmişler Cabbar’ı” dedi babam. Ses tonundaki sevgiyi, saygıyı hissetmemek mümkün değildi. Sevimli bir hırçınlığı vardır babamın. Arkadaşlarından sevgiyle söz eder, ama verip veriştirmekten de geri kalmazdı. Tek istisna Cabbar Abi’ydi sanırım. “Yiğit adamdır Cabbar, öteki zıpırlara benzemez”, dediğini hatırlıyorum. Neden bilmem, biz üç kardeş hiç görmeden, tanımadan sevdik Cabbar Abi’yi.
12 Eylül’den sonra babam da öğretmenlikten ayrılmak zorunda kalmıştı. Bursa’da bir dershanede iş bulunca, ailece Bursa’ya göç ettik. Orta üçüncü sınıftayken, okuldaki devrimci-demokrat öğrenciler birbirimizi bulmuş, kendi aramızda toplantılar yaparak gerici-faşist eğitime karşı nasıl mücadele edeceğimizi tartışmaya, amatörce ama gençliğimizin tüm coşkusuyla örgütlenmeye başlamıştık. Hasan Hüseyin’in, Enver Gökçe’nin, Nâzım Hikmet’in kitapları elimizden düşmez olmuştu. Edebiyat öğretmeniydi babam. Sordum bir gün: “Baba, kim bu Nâzım Hikmet? Dünyanın en büyük şairlerinden diyorlar, doğru mu?” Önce duymazdan geldi babam. Sonra, “Bilmiyorum, duymadım” gibisinden bir şeyler mırıldandı. Aradan bir iki hafta geçmiş olmalı. Kapımız çalındı bir gün. Açtık. Uzun boylu, güleç bir adam. Sarıldılar babamla. “Cabbar Abi’niz”, dedi babam. Salona geçtik hep birlikte. Nâzım’ın “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”sü sehpanın üzerindeydi. Cabbar Abi, görür görmez sehpaya uzanıp kaptı kitabı: “Nâzım, ha?” dedi gözleri parlayarak: “Hatırlar mısın Cevdet, ezbere okurduk şiirlerini?” Hemen dönüp babama baktım. Hafif mahcup gülümsedi. Cabbar Abi o gece bizde kaldı. Doğrusunu isterseniz, neler konuştuk, nelerden bahsetti, tam olarak hatırlamıyorum. Her haliyle karşısındakine güven veren, son derece alçak gönüllü bir adam izlenimi bıraktı bende. Yıllar sonra onu gazetede, EMEP İzmir İl Başkanı olarak basın açıklaması yaparken gördüm. Yüzünde aynı sıcak gülümseme...
Birkaç kez yazmak istedim, ama ne diyeceğimi bilemeyip vazgeçtim. Gazetede ölüm haberini okuduğum gün, voltada Cabbar Abi’yi anlattım hücre arkadaşlarıma. Yalnızca bir kez görmüştüm onu. Akşam yemeğinden sonra kırk beş dakika kadar sohbetlemiştik en fazla. Benim Cabbar Abi’ye dair anlattıklarımın aynısını, ertesi gün Evrensel gazetesinde, ilginçtir ama neredeyse kelimesi kelimesine, onu tam kırk beş yıldır tanıyan İhsan Çaralan’ın kaleminden okuduk. “Tepeden tırnağa alçak gönüllü bir adamdı” demiştim ben de. “Coşkulu bir kısa mesafe koşucusu değil, ömrünün her anını devrime, sosyalizme, düşlediğimiz sınıfsız-sömürüsüz (güneşli güzel) günlere adayan bir maratoncu.” Prometheus’nin çaldığı ateşi, onun gibi sessizce yaşayıp sessizce göçüp giden “cabbar” insanlar taşıyor geleceğe.
Güle güle Cabbar Abi.
Güle güle Avşar elinin yiğit evladı.
* 2 No’lu F Tipi Hapishane
Kocaeli