13 Ağustos 2019 05:03
/
Güncelleme: 19 Ocak 2020 10:15

Bu köy bildiğiniz köylerden değil, burası ‘Süslü köy’

Tesadüfen geçtiğimiz Çamlıca köyü, Keşan’da keşfettiğimiz en güzel yerlerden biri. Duvarlarına çizilen resimleriyle, kullanılmayan evlere yapılan süslemeleriyle çok süslü bir köy.

Elif Ekin SALTIK
Edirne

İnsan yüzünü ne yana dönse ayçiçekleriyle karşı karşıya kalıyor. Uçsuz bucaksız bir ayçiçeği tarlası sanki Trakya. Yöreden yöreye ismi değişen, kimi yerde günebakan kimi yerde güneaşık olan ayçiçeği, görsel bir şölen sunuyor adeta Trakya yollarına düşene.

Tertemiz deniziyle Saroz Körfezi’nin içine aldığı Keşan da yerli, yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. İstanbul’a yakın olması nedeniyle bizim de tercih ettiğimiz bir yer oluyor Keşan.

Gezintiye çıktığımız bir gün tesadüfen geçtiğimiz Çamlıca köyü keşfettiğimiz en güzel yerlerden biri. Duvarlarına çizilen resimleriyle, kullanılmayan evlere yapılan süslemeleriyle merakımızı çekiyor ve hemen bu işi kimin yaptığını araştırmaya koyuluyoruz. Evinin duvarında resimler olan orta yaşlı bir kadına soruyoruz resimleri kimin yaptığını. “Köyün gençleri yapıyor bu resimleri” cevabını veriyor.

Tabela ile işaret edilen ‘Yayya Bebe Hobi Kafe’ye yöneliyoruz, gençleri orada buluruz umuduyla. Yaşlı bir teyze karşılıyor bizi. Kafenin sahibi İstanbul’da yaşıyor; kendileri de orada çalışıyor, kafenin sahibi gibi olmuşlar. Yayya Bebe’nin her yanı el emeği yastıklar, süsler, çantalar, bebeklerle dolu. Teyze, köyün gençlerinin yaptığını söylüyor resimleri. Köyü ve köyü turistik hale getiren Bocuk Festivali’ni anlatıyor cafenin taş bahçesinde.

Resimleri çizenlerin atölyelerine doğru giderken duvarlardaki her bir resmi fotoğraflıyorum. Öyle güzel süslemişler ki boş evleri, her bir eve her bir duvara bir ruh katmışlar.

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

CAN SIKINTISINDAN SOKAKLARI SÜSLEMEYE

Fotoğraf çekerek giderken atölyelerine ulaşıyoruz duvarları resimleyenlerin. İki kerdeş başlatmış meğer bu işi. Tahir Demirel ve Ayşe Demirel Çilingir. Çamlıca köyündenler. Ayşe ilkokul öğretmeni, şehir merkezinde yaşıyor. Yaz dönemleri köye geldiğini söylüyor. Tahir ise 19 Mayıs Üniversitesinde resim eğitimi almış, o, köyde yaşıyor.

Merakla soruyorum, ne zaman başladınız duvarları boyamaya? Ayşe anlatıyor: “2017’de başladık. Canımız sıkılmıştı, bir şeyler yapalım dedik. Duvarları boyamaya başladık. Elimizde çok boya da yoktu, siyah ve sarı boya vardı. Annemin kedileri de çok olunca kediler çizdik önce duvara. Herkes bir şey yaptı o duvar için. O duvarla başladı her şey.” Sözü Tahir alıyor: “Bulgaristan’la ortak bir AB projesi başladı. Kedili duvar sergi fotoğraflarında yer aldı. Sonra da satıldı o ev. Boyadığımız ev hemen talep görüyor. Ablamın emeği ablamın fikriyle daha çok gelişen bir şey oldu sokak boyama.”

Ayşe kafenin karşısındaki evden de talep geldiğini, “Manzaramız güzel olsun” diyerek oranın da güzelleştirilmesini istediklerini anlatıyor.  Her duvara resim yapılamazmış, eğer iş tutacak bir duvarsa yapıyorlar. Eski Roma yolunda deve kervanlarının dinlendirildiği bir evin önüne deve resimleri çizmişler. Develerin dinlendirildiği evin olduğu bölgeyi anlatan bir metin de kaleme almışlar. Tahir devam ediyor: “70’li yılların sonu ’80’li yıllara kadar deve kervanları geliyordu buraya. Biz çocukluğumuzda hatırlıyoruz. Bu sene de burayı anlatan İngilizce bir tanıtım yazısı hazırladık. Yabancı turistlerin de ziyaretleri oluyor.”

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

KÖYÜN KADINLARI DA GENÇLERİ DE
İŞİN UCUNDAN TUTUYOR

Duvarlarına resim çizdiğiniz evlerin sahiplerinin tepkisini merak ediyorum, Ayşe giriyor söze: Resimleri ilk çizmeye başladığımızda evin kiracıları ile birlikte boyadık evi, ancak ev sahibi, ‘Duvarları rezil ettiniz’ diyerek tepki gösterdi. Yaptığımız popülerleştikçe insanların ilgisini çekti ve insanlar da alıştı çizimlere.”

“Büyük ve kalabalık iş gerektiren durumlarda gençlerle birlikte çalışıyoruz. Şu an tatil zamanı olduğu için evimizin önünde çalışıyoruz ama grup çalışması gerektiğinde gençler, kadınlar da katılıyor çalışmalarımıza. Mesela Hobi Kafe’nin olduğu bölgede geçtiğimiz yıl workshoplar yaptık. Gençler yüksek bir enerji potansiyeline sahipler, çalışma yapılacağı zaman işin ucundan tutuyorlar. Sadece boyama işi değil yirmi otuz bin kişilik organizasyonlar oluyor örneğin Bocuk Festivali zamanında. Onları hep gençlerin gönüllü emeğiyle gerçekleştiriyoruz” diye devam ediyor Tahir.

Bocuk Festivali’ni soruyorum Tahire, anlatıyor: “Kışın en soğuk gecesi. Çok eski bir Balkan kültürü. Orta Çağ’da şekillenmiş aslında. O gece bocuk denilen bir yaratığın çıktığına inanıyorlar. Herkes birlikte olup o mahalledeki en büyük evlerde eğlence yapıp o korkuyu yenmeye çalışıyor, sonra da birbirlerini korkutmaya çıkıyorlar gece yarısından sonra. 2004’te burada organizasyon olarak başladı. Şimdi her yıl artan bir organizasyonla devam ediyor.

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

‘YİYİN 62. GECE, YEMEZSENİZ SIRTINIZA BİNER
TELLİ KOCUK’

Taş bahçedeki teyze, Bocuk Festivali’nin tarihini anlatmadan önce kahvedeki erkeklerden festivalin bir çeşit cadılar festivali olduğunu öğrendiğimizi söylüyoruz. “Onlar bilmiyor, bunak onlar” diyerek Bocuk Festivali’nin neden yapıldığını anlatıyor bize: “Rumlar burada domuz pişirmişler. Bizim Türkler de domuzun kokusunu bastırmak için kabak pişirmişler. Sonra bizim ninelerimiz ‘Biz ille yılbaşında kabak pişireceğiz’ demiş. Bildiğin bal kabağı, onların domuz kokularını bastırmak için bizim de ninelerimizden kalmış. Ninelerimiz derdi ‘Yiyin 62. gece, yemezseniz sırtınıza biner telli kocuk’. Kışın altmış ikinci gününün gecesiyle bizde kabak pişerdi. Kötülükleri kovmak amaçlı bir festival yapılıyor işte. 15-16 senedir festival yapılıyor, ama iki senedir çok insan geliyor. 20 bin insan festival zamanı burada oluyor.

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

Fotoğraf: Evrensel/Elif Ekin Saltuk

Evrensel'i Takip Et