Siyaset bilimciler kayyum darbesini değerlendirdi: Demokrasi için dayanışma
Siyaset bilimciler Seren Selvin Korkmaz ve A. Celil Kaya HDP’li Diyarbakır, Van, Mardin büyükşehir belediyelerine kayyum atanmasını Evrensel'e değerlendirdi.
Fotoğraf: AA
Şerif KARATAŞ
İstanbul
HDP’li Diyarbakır, Van, Mardin büyükşehir belediyelerine kayyum atanmasını değerlendiren Siyaset Bilimci Seren Korkmaz, asgari demokrasinin dahi "göstermelik" olduğunun görüldüğünü belirtti, muhalefetin demokrasiyi savunması gerektiğini söyledi. Bir diğer siyaset bilimci Celil Kaya, şu vurguyu yaptı: "Muhalefet Kürt meselesini 'güvenlik ve terör' meselesi olmaktan çıkartıp, demokrasi ve birlikte yaşam meselesi olarak görmeli."
Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz, rejim değişikliği ile ortaya çıkan tahribata işaret ederek, “Yürütme organının seçmenin iradesine doğrudan el koyabildiği bir yönetim şekli var aslında” dedi. Muhalefetin ilkesel olarak yapılması gereken demokrasiyi ve demokratik kurumları savunmak olduğunu vurgulayan Korkmaz, “Mevcut sistemde dayanışmadan başka çıkış yok” dedi. Korkmaz, İstanbul’daki yerel seçim zamanında kurulan ittifakı hatırlatarak, “Reyleri gasbedilen 3 büyükşehir halkıyla dayanışma için aynı ilkesel ittifak kurulmalı” dedi.
Korkmaz, sorularımızı yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu 31 Mart yerel seçim öncesinde yaptıkları açıklamalarda, HDP’li belediyelere kayyum atanacağına dair açıklamalarda bulunmuştu. HDP’li üç büyükşehir belediyesine yapılan kayyum atamasını nasıl yorumluyorsunuz?
31 Mart öncesinde yapılan açıklamalarla birlikte “Kazansak dahi belediyelerimize yine kayyum atanır mı?” sorusu HDP seçmeninin zihnini meşgul eden temel sorulardan biriydi. İstanbul ve Ankara ile birlikte önemli sayıda büyükşehir belediyesinin muhalefet tarafından kazanılmasının ardından ise Türkiye genelinde “Acaba normalleşme sürecine girilir mi?” beklentileri oluştu. Oysa, merkezi iktidar hâlâ aynı dinamiklerle çalışıyor. Seçim rekabeti bir rejimin “demokratik” veya “Demokratik olmayan” şeklinde sınıflandırılmasındaki asgari ön koşul. Türkiye’de bir süredir seçimler “adil ve özgür” bir alanda yapılmıyordu. Kayyumlar ile de seçimlerin yani asgari demokrasinin dahi “göstermelik” olduğu ispatlanıyor. Ayrıca, atamalar cumhurbaşkanlığı sistemi’ndeki denge-denetleme mekanizmalarının eksikliğinde oluşan tahribatı da net bir şekilde ortaya koyuyor. Yürütme organının seçmenin iradesine doğrudan el koyabildiği bir yönetim şekli var aslında. Tüm bunların ortaya çıkardığı en vahim durum ise halkın demokrasiye ve demokratik kurumlara olan güvenini sarsması. 31 Mart’ta yenilenen İstanbul seçimleri ve sonrasındaki kayyum atamaları bu hissi Türkiye genelinde pekiştiriyor.
Bir de işin ekonomik boyutundan söz etmek gerekiyor, özellikle büyükşehir belediyeleri bütçeleri ile çok önemli bir “rant” dağıtım aracı konumunda. 31 Mart seçimleri ile birlikte bu bütçenin önemli bir kısmı muhalefetin eline geçmişti. Kayyumlarla bu kaynakların ve dağıtımının bir kısmını yeniden ele geçirmek de iktidarın varlığını devam ettirebilmesinin önemli bir aracı olarak görülebilir.
"EKONOMİK KRİZİN ETKİSİNE KARŞI KULLANILMIŞ OLABİLİR"
Ekonomik krizin etkileri her geçen gün derinleşiyor. Bu bağlamda, güvenliğin ekonomiyi sollayıp birincil gündem olması için atanan kayyumlar bunun bir parçası mıdır?
Evet böyle bir planlama olabilir. İktidarlar genellikle ekonomik veya siyasal alanda sıkıştıkları zaman bir iç veya dış tehdit algısının yaratılması veya var olan tehditlerin ön plana çıkarılması gibi stratejiler izleyebiliyorlar. Özellikle AKP gibi popülist iktidarların seçmeni mobilize etmek için sıklıkla başvurduğu bir yöntem bu. Özellikle son 2-3 yıldır kamuoyu yoklamalarında “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusunun cevabını güvenlikten ziyade ekonomi ve ekonomiye ilişkin sorunlar oluşturuyor. Bizim İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) olarak yürüttüğümüz “İki Seçim Arası Türkiye’de Siyasal Kutuplaşma” araştırmasında da benzer veriler ortaya çıktı. Hem Cumhur İttifakına hem de muhalefete oy veren seçmen için ekonomi ve eğitim ülkenin en önemli iki sorunu olarak ortaya çıkıyor. Çünkü seçmen bu sorunların etkilerini gündelik hayatında doğrudan hissediyor. İşsizlikle mücadele eden, ay sonunu getiremeyen vatandaşlar için esas güvenlik sorunu burada başlıyor. Haliyle krizin etkisi derinleştikçe bu tarz hamleler de iktidar tarafından daha sık kullanılacaktır.
Ancak, önceki dönemde kayyumların yaptığı harcamalar ortaya çıkarılmıştı. Krizin etkisi halkta bu kadar derin yaşanırken gücü elinde bulunduranların kamu kaynaklarını israf etmesi ve lüks içinde yaşaması ise halkta çok daha kolay mobilize olan bir tepkiye yol açıyor. Yani bu atamalar hem ekonomik hem de siyasal anlamda ciddi bir adaletsizlik tablosunu ortaya çıkararak uzun vadede iktidar için önemli kayıplar yaratabilir.
Başta CHP olmak üzere muhalefet kayyum atanmasına karşı nasıl bir tutum almalı?
Kayyum atamaları ile daha evvel de karşılaşmıştık. Sonrası geniş kitlelerdeki büyük sessizlikti. Oysa Türkiye’de özellikle 31 Mart sonrası bir şeylerin değişip değişmediğini bize gösterecek olan esas mesele bu olay karşısında muhalefetin tutumu olacaktır. İlkesel olarak yapılması gereken demokrasiyi ve demokratik kurumları savunmaktır. Burada muhalefete düşen Fransız Devrimi’nin demokrasinin idealleri ile de birleşen ve bir süredir unuttuğumuz üçüncü ilkesini geri çağırmak: Dayanışma (kardeşlik). Çünkü mevcut sistemde dayanışmadan başka çıkış yok. Dünden bu yana gözlemleyebildiğim kadarıyla atamalar başta CHP’nin merkezi ve yerel yöneticileri olmak üzere çok geniş kesimlerden tepki aldı. CHP’li büyükşehir belediye başkanlarının da dayanışma göstermesi çok önemliydi. CHP’yi yakından takip eden birisi olarak bu kadar açık söylemsel düzeyde bir tepkiyi daha evvelki kayyum atamalarında görmemiştim. Bu da aslında 16 Nisan referandumu ile başlayan ve 31 Mart ve 23 Haziran sürecinde pekişen demokrasi ittifakının ortaya çıkardığı bir tablo. Türkiye’de tüm baskılara ve hak ihlallerine rağmen hâlâ demokrasi ve adaletten yana çok güçlü bir direnç var. İstanbul seçimlerinin yenilenmesindeki “adaletsizlik” hikayesi seçmenin vicdanına seslenebildi. Şüphesiz ki bu demokrasi ve adaletten yana “İstanbul ittifakı” ile sağlandı. Şimdi de reyleri gasbedilen 3 büyükşehir halkı için aynı ilkesel ittifak kurulmalı.
"KÜRTLERİN DESTEĞİ OLMADAN SEÇİM KAZANMAK HAYLİ ZOR"
Çok dillendirilmese de erken seçim tartışması yapılıyor. Atanan kayyumları Cumhur İttifakının seçim stratejisi olarak görmek mümkün mü?
Eğer kayyumlar olası bir erken seçim stratejisi olarak görülüyorsa, bana kalırsa bu ters tepecek bir hamle. Çünkü, Türkiye yakın siyasi tarihine bakarsak bu ülkenin insanlarının her zaman seçme hakkı konusunda oldukça duyarlı olduğunu görürüz. Oy verme oranının çok yüksek olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Yani seçmen sandıkta bir şeyleri değiştireceğine veya istediğini muhafaza edeceğine inanıyor. Buna yönelik her türlü baskıya da yine sandıkta bir şekilde cevap verebilmiş. 1945’te çoğulcu bir demokrasi için tek partili sisteme karşı “Yeter söz milletindir” sloganları ile Demokrat Partiyi iktidara getirdiler. 1960 darbesi sonrası yapılan ilk seçimde DP’nin mirasçısı olan Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisinin toplam oy oranları yüzde 48’i bulurken, 1980 sonrası darbecilerin işaretinin aksine Özal’ı iktidara taşımışlardı. Haliyle seçmen öyle veya böyle oy hakkının gasbedilmesine karşı yine sandıkta en net cevabı veriyor. İstanbul’un yenilenen seçimleri de bunun en son örneği. Bu nedenle eğer bu bir seçim stratejisi ise bize mevcut iktidarın sıkışmışlığını ve çaresizliğini gösterir. Normal ve demokratik yollarla belki de kazanabileceği bir alanı baskı ile tamamen kaybediyor. Kazanmak sadece makamı elinde tutmak değil. AKP’nin hikayesinin zayıflaması da önemli bir kaybediş, çünkü bu şekilde ele aldığı bir yönetimle Kürtler ile diyalog kurabilmesi ve desteklerini alabilmesi oldukça zor. Uzun vadedeki kaybı derinleştirecek bir hamle. Türkiye’nin mevcut üç parçalı siyasi yapısında Kürtlerin desteği olmadan seçim kazanmak ise hayli zor. Bu nedenle Kürtler yeni sistemde daha da kilit bir konumdalar. Yani demokrasi, adalet gibi değerlerin hepsini bir kenara bırakıp sadece “strateji” üzerinden baksalar bile bu oldukça yanlış bir adım. Türkiye’deki yaygın hak ihlalleri ve yargı bağımsızlığının zedelenmesi ile de birlikte düşünülürse seçimler ve sonuçlarına ilişkin ortaya çıkan bu durum Türkiye demokrasisinde ciddi tahribat yaratıyor.
"KÜRT MESELESİ ‘GÜVENLİK’ MESELESİ DEĞİL"
HDP’li üç büyükşehre kayyum atanmasının, iktidarın politik olarak zayıflığını ortaya koyduğunu belirten Siyaset Bilimci Celil Kaya, CHP başta olmak üzere muhalefetin Kürt meselesini “güvenlik” ve “terör” meselesi olmaktan çıkartıp, demokrasi ve birlikte yaşam meselesi olarak görmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden kanun hükmünde kararnameyle (KHK) ihraç edilen Akademisyen A. Celil Kaya’yla HDP’li Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atanmasını konuştuk.
Kayyum atanmasının, hükümetin son üç-dört yıllık politik ve ideolojik tercihinin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini belirten Kaya devamla şunları söyledi: “Kayyum atanması çok da şaşırtıcı değil. Siyasi iktidarın milliyetçi, otoriter, Kürtlere yönelik ayrımcı politikalarının derinleştiği bir dönem yaşıyoruz. 2015 7 Haziran’ını bu politikaların miladı olarak alabiliriz. HDP’li belediyelere kayyum atanması da bu politikalarla bağlantılı.” Türkiye’de yaşanan rejim değişikliğini de hatırlatan Kaya devamla şunları söyledi: “Bu tip iktidarlar halk desteği azaldıkça daha fazla otoriterleşme eğilimi gösterirler. Çünkü iktidarı kaybetmeleri, o partinin ve kadrolarının siyaseten yok olması, belki de yargılanmaları anlamına gelir. 31 Mart yerel seçimlerinde AKP’nin oyları ciddi bir düşüş gösterdi. Haliyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de tartışmaya açılmış oldu. İktidarın zayıflamasını önlemek ya da zayıflama görüntüsünü vermemek için, daha baskıcı, daha otoriter politikalar uyguluyorlar. Kayyumları, iktidarın ideolojik ve politik olarak zayıflaması şeklinde de değerlendirebiliriz.”
"ZAMANLAMA FIRAT’IN DOĞUSUYLA BAĞLANTILI OLABİLİR"
“Güvenli bölge” mutabakatına karşın iktidarın Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon söylemini dillendirdiği bir dönemde belediyelere kayyum atanmasıyla ilgili sorumuza Kaya şu ifadelerle yanıt verdi: “Aynı döneme denk gelmeleri aralarında doğrudan bir bağlantı olduğunu göstermez ancak şöyle bir şey var: Hükümet Fırat’ın doğusunda ABD aracılığıyla YPG ve SGD ile bir çeşit anlaşma yaptı. Orada hem Türkiye’nin hem de SGD’nin taleplerini gözeten, iki tarafından her istediğini alamadığı ama taleplerinin kısmen karşılandığı bir mutabakat oldu. Böyle bir mutabakatın olması, içeride Kürtlere yönelik bu kadar milliyetçi, otoriter bir politika izlenirken, dışarıda “terör örgütü” olarak yaftalanan YPG ve SGD ile, zımmi de olsa, anlaşma yapılması iktidar açısından içeride sıkıntı yaratır. Dış politika ile iç politika birbirinden ayrıdır ama herkesin her şeyi öğrenebildiği, enformasyonun kolayca yayıldığı bir dönemde arada çıkan çelişkiyi gidermek gerekir. İçeride böyle bir siyaset izlerken, dışarıda YPG ve SGD ile bir anlaşma ile kendilerine aşağıdan gelebilecek “Hani PKK’nın Suriye koluydu, neden anlaştınız?” gibi tepkileri önlemek için bir bastırma hamlesi olarak da görmek mümkün. Zaten kayyum atama planı vardı. Seçimden önce Erdoğan, belediyeleri HDP’nin kazanması durumunda kayyum atayacaklarını ima etmişti. Ama bu planın hayata geçirilme zamanı gelişmelere göre değişti. Muhtemelen bunu daha erken istiyorlardı ama 31 Mart yenilgisi ve ardından 23 Haziran’da İstanbul’dan gelen büyük travma olunca biraz güç toplamayı beklediler. Zamanlaması Fırat’ın doğusuyla bağlantılı olabilir tabii.” CHP ve HDP tabanının arasında gelişen ittifaka dikkat çeken Kaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en çok bundan rahatsız olduğunu belirtti. Merkezi düzeyde bir ittifakın olması durumunda bunun rahatça kriminalize edilebileceğini ancak tabanda gelişen ittifakın kriminazile edilme şansının az olduğunu belirten Kaya, “Bu sorun bugünden yarına çözülebilecek bir şey değil. Öyle bir şey olur ki, CHP tabanında tekrar Kürt düşmanlığı artabilir, bu şerhi koyarak söylüyorum” dedi. CHP merkezini, aşağıdan gelecek basıncın değiştirebileceğine vurgu yapan Kaya, “CHP yönetiminin daha cesur olması gerekir” dedi. CHP yönetiminin Kürt sorununun ülkenin temel sorunu olduğunu kabul etmesi gerektiğini belirten Kaya şunları söyledi: “Kürt meselesinin sadece bir güvenlik ve “terör” meselesi olmaktan çıkartılıp bir demokrasi, birlikte yaşama meselesi olduğunun kabul edilmesi lazım. Başta CHP olmak üzere bütün muhalefetin bunu böyle ele alması gerekiyor.”
KÜRTLERİN TEPKİSİ ARTACAK
Abdullah Öcalan’la görüşmelerin olması ve Suriye ile ilgili açıklamaların yapıldığı bir dönemde HDP’li belediyelere kayyum atanmasını Türkiye’deki Kürtlerin nasıl karşılayacağını dair soruya Kaya’nın yanıtı şöyle oldu: “Türkiye Kürtlerinin önemli bir kısmının uzun zamandır AKP ve Erdoğan’la köprüleri attığını düşünüyorum. Özellikle 31 Mart ve sonrasındaki 23 Haziran İstanbul seçiminde bu durum daha da görünür oldu. Öcalan’ın üstü kapalı çağrısına rağmen İstanbul’daki Kürtler ezici çoğunlukla Ekrem İmamoğlu’na oy verdi. Görevden alınan belediye başkanlarına bakalım; Ahmet Türk, Adnan Selçuk Mızraklı ve Bedia Özgökçe Ertan; Bu üç isim her zaman sivil siyasetin içerisinde yer almış saygın isimler. Dolayısıyla bu üç ismin “terör”le bağlantılı olduğu gerekçesini sunup onlara operasyon yapılması Kürtlerden gelecek olan tepkiyi daha da artıracaktır.”
MİLLİYETÇİLİK KARTI
Milliyetçilik ve Kürt düşmanlığının, Türkiye’de devlet ve ana akım siyasetin her zaman elinde bulundurduğu bir kart olduğuna vurgu yapan Celil Kaya, “Başka şeylerin üstünü kapatmak için her zaman kullanılabilir bir karttır bu. ‘Ekonomik kriz var, o nedenle kayyum oldu’. Hayır, bu kadar basit değil. Kürt siyaseti üzerindeki baskı her zaman var. Ekonomik krizden dolayı hükümeti eleştirenleri ‘vatan haini’ diye yaftalıyorlar. ‘Biz PKK’ya karşı savaşıyoruz. Siz ekonomi krizden bahsediyorsunuz’ diyorlar” ifadelerini kullandı.