4 soruda savaş ve barış
4 soruda savaş politikalarına ve barışın nasıl geleceğine dair...

“Vatanın bekası” adına yapılan her şey, her koşulda desteklenir mi?
Terör operasyonları, güvenli bölge tartışmaları, komşu ülkelerde ve bölge ülkelerinde süren savaşlar... Türkiye gündeminde neredeyse her gün en ön sayfalarda yer alan haberlerin başlıkları bu kelimeler ile bezeli. Peki gerçekten hükümet yetkililerinin ifade ettiği şekilde bu operasyonlar yapılmasa vatanın güvenliği tehlikeye mi girer? Yoksa bu gelişmeler bizi her seferinde derin ve içinden çıkılması güç bir çözümsüzlüğe ve geleceksizliğe bir adım daha mı yaklaştırıyor?
Vatan kavramı üzerinde yaşanılan toprakları tarif etse de bugün sermaye politikalarının üzerini örtmeye çalıştığı, savunma kalkanı görevi gören bir kavram haline gelmiştir. İşçiler ve emekçiler bu vatan için çalışmaya, vatanın bekası için her türlü fedakarlığı yapmaya çabalasalar da kendi emekleri üzerinde kurulan ülke, bir grup sermayedarın vatan kelimesinin arkasına sığınarak geliştirdiği politikalara teslim olmuş durumda. Yurtiçinde ve yurtdışında savaşın ve savaş politikalarının gereğince adımlar atılması hem ülke içinde tek adam tek parti politikalarının daha kolay uygulanabilmesi için gereken baskı ve korku ortamını oluşturmakta, yurtdışında ise yayılmacı ve bölgede emperyalist hedeflere dayanan politikalar açısından kendini bir güç olarak kabul ettirme işlevini yerine getiriyor. AKP’nin bölgede ve dünyada savaşın devamlılığı açısından attığı her adım ülke içinde de aynı amaca hizmet etmekte ve hem ülke içerisinde hem de bölgede barışın tahsisini her geçen gün zorlaştırıyor.
Savunma sanayine harcanan para kimlerin cebine gidiyor, halka ne olarak dönüyor?
2018 yılında açıklanan bütçe rakamlarına bakıldığında savunma harcamalarına ayrılan bütçe, geçen yıla oranla yüzde 41 oranla artarak 92.8 milyar TL’ye ulaştı.* Bu oran ve rakamlar ile savunma sanayi son 3 yılda olduğu gibi yine en çok ödenek ayrılan kalem olurken eğitim, sağlık, kültür ve sosyal harcamaların hepsi savunmanın gerisinde kaldı. Bu durum açıkça göstermektedir ki devletin ülke bütçesini dağıtırken en cömert davrandığı kurumlar günümüzün politikalarının devamının garantisi olarak gördüğü kurumlar. Peki bu paralar vatandaşın vergileri olarak ayrıldığı devlet kurumlarından tekrar vatandaşa bir hizmet olarak dönüyor mu?
Ülkenin savunulması konusunda harcanan paraların vatandaşın temel bir güvenlik ihtiyacını karşılamak üzere harcandığı ve bu şekilde hizmet olarak döndüğü söyleniyor. Böyle bir argümanı savunacak olursak tüm emperyalist ülkelerin silahlanma harcamalarını ve bugün dünyada en çok silah satan ülkelerin durumunu göz ardı etmiş oluruz. Bugün dünyada da Türkiye’de de savunma sanayinin büyük bir kısmını devletler ile ortaklık yapan yabancı ve yerli firmalar oluşturuyor. Bu firmaların hepsi borsada işlem gören ve dünyada attıkları adımlar ile ülkeleri yönlendirebilecek kapasiteye sahip bir sermaye tarafından kontrol edilen ülkeler. Örneğin Türkiye’nin yaşadığı F-35, SU-35 krizinde her ne kadar ABD ve Rusya iki odak gibi gözükse de iki ülkenin de aslında Lockheed Martin ve Sukhoi gibi özel firmaların arkasında olduğu bir ayrımda taraf olduğunu görmek lazım. Türkiye’de de durum bundan farklı değil. Savunma sanayine ayrılan ödenek hem özel şirketlerin çok daha rahat bir ortamda kâr elde edebilmesini, hem de kısır bir döngü şeklinde savaş politikalarının gerçekleşmesi için gerekli askeri projelerin yapılabilmesini sağlıyor. Böyle bir durumda da şirketler kendi karları ile doğru orantılı olduğundan dolayı savaş ve yayılma yanlısı politikaları hem kendi silah projelerinin deneme tahtası hem de desteklendiği ölçüde karlarını artıracak bir politikalar bütünü olarak desteklemekteler. Böyle bir bağımlılık ilişkisi içerisinde ise halkın refahı ve güvenliği bu ilişkinin ortaya çıkış nedeni değil sadece bir görünüşü haline gelmiş oluyor.
HALK YOKSULLAŞIRKEN SERMAYEDARLAR ZENGİNLEŞİYOR
Bir halkın ihtiyaç duyduğu en temel haklardan olan eğitim ve sağlık gibi harcama kalemlerinin yerini silahlanma harcamalarının alması ve “gerekirse taş yeriz ama vatanımızı savunuruz” gibi milliyetçi-şoven politikaların etkili olduğu bir ortamın yaratılması tamamen sermaye güçlerinin işine gelen bir duruma yol açıyor. Bir ülkenin vatandaşlarına razı görülen durum “taş yemek”, sermaye güçlerine ise silahlanma projeleri ile kazandıkları milyonlar ile zenginliklerine zenginlik katmak ise bu durum hiçbir şekilde vatanseverlik olarak açıklanamaz. Milyon dolarların ülkenin belirli bir kesimi için sürekli ve eleştirilemez bir gelir kalemi oluşturması ve halkın temel demokratik taleplerinin yerine her gün savaş ve şiddetin ön plana çıkartılması ise bir devlet politikası olarak vatan hainliği ile terbiye edilen bir karşıtlık oluşturuyor. Yani halkın cebinden çıkan paralar, neredeyse halktan habersiz bir salık eşliğinde harcanıyor ve halkın temel ihtiyacını karşılayabilecek şekilde geri dönmüyor.
Böyle bir ortamda ise silahlanmanın hemen hemen hiçbir ülkede bir halkın refahı veya güvenliği ön plana alınarak yapılan bir uygulamalar bütünü olduğundan bahsedemeyiz. Emperyalizmin kendi varlığını ülkelerin halklarına bir baskı aracı olarak silahlar ve ordular üzerinden dayattığı günümüz dünyasında halkların kendi gelecekleri ve refahları adına silahlanma ve militarizm karşıtı bir görüş birliğinde toplanmaları gelecek tüm kuşaklar açısından çok daha önemli ve zaruri bir noktadır.
Ortadoğu’da barış, silahların ve orduların önderliğinde sağlanabilir mi?
Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ve benzeri birçok Ortadoğu ülkesinde yaşanan savaşlarda her zaman ön planda olan bir durumdu barış müzakereleri. Fakat bu barış müzakerelerinin silahların ve politik baskıların gölgesinde yapılması tıkanan diyaloglara ve barış masalarının hep çok kolay devrilmesine de neden oldu. Çünkü Ortadoğu’da yapılan görüşmelerde masada yeri olmayan ama masadaki kozundan dolayı tüm kararlara etki eden emperyalist ülkeler; hem savaşın başlatıcısı, başlatıcısı olmadığı durumlarda ise en büyük destekçileri oldular. Irak’ın işgalinden tutalım da birçok ülkede yaşanan iç savaşlara dahil olan emperyalist kuvvetlerin bir numaralı bahanesi her zaman savaşa son verip barışı tahsis ettikten sonra ülkeden ayrılmak olmuştur. Ne var ki dünya üzerindeki tüm örnekleri ile birlikte barış bahanesinin hem toprak hem de ekonomik bir işgal ile sonuçlandığı açık. Öncelikli olarak savaşların oluşacağı ortamı, halklar arasındaki ayrıştırma ve düşmanlaştırmayı dış politikalarının önemli bir kısmı haline getirmiş emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yarattığını ve desteklediğini açıkça görmek gerekir. Savaşların karakterlerine göre emperyalistlerin taraf aldıkları kısım her zaman silah tekellerinin yanında ve savaş sonrası ekonomik hükümlülüklere bağlayacakları halkların karşısındadır.
EMPERYALİSTLERİN ÇIKARLARI
Bir savaşın karakteri ancak o savaşın tarafları arasındaki duruma göre değerlendirilebilir: Emperyalist ülkelerin taraf yaratma çabaları, savaşın içeriğinden veya karakterinden bağımsız olarak kendi çıkarlarıdır. Emperyalistler savaşlarda ezilen, kendi kaderini tayin etmek isteyen halkların haklarına saygı duymak yerine savaşın ateşini harlayarak, haklı ile haksız tarafı muğlaklaştırarak savaş sürecini kendi politikaları ile dizayn etmekten yana tutum alırlar. Çünkü onlar için savaşta ezilen veya ezen tarafların ikisi de konjonktüre göre desteklenebilir ve bu süreç ne kadar uzarsa savaş sonrasında yeniden yaşanacak olan egemenlik paylaşımında o kadar aktif rol alabilirler. Bu durumlarda emperyalistlerin kendi çıkarları adına kurdukları barış masaları da ancak kendi çıkarlarını sağlayabildikleri ölçüde devamlı olacaktır, silahların ve dayatmaların gölgesinde yapılacak her türlü müzakere savaşları bitirmek ve barışı mümkün kılmak yerine ilerde yaşanacak daha büyük savaşların teminatı olarak kalacaktır.
Peki gerçek anlamda halk vatanını nasıl savunabilir, nasıl bir savunma anlayışı geliştirebilir?
Gerçek anlamda bir vatan savunmasından bahsetmek için öncelikle işçilerin, emekçilerin üzerinde yaşadıkları topraklarda egemen olan güçlerle arasındaki ilişkinin güncel durumuna odaklanmak önemlidir. Kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde sınıf karşıtlığı her zaman güncelliğini koruyan ve sermaye sınıfının üretim ilişkilerinde kendi iktidarını işçi sınıfı ve orta sınıflar üzerine dayattığı minvalde ilerleyen bir olgudur. Bu sınıf ilişkileri çerçevesinde ülke içerisinde veya ülke dışında atılan güvenlik, operasyon gibi adımların hepsi de sermayenin çıkarlarına uygun bir şekilde ülke siyasetini domine eden tartışmalar ile birlikte kendine yer bulur. Bu anlamda bir vatanın savunmasını devlete, güvenlik güçlerine yani burjuvazinin kendi çıkarlarını devam ettirmek adına oluşturduğu sisteme emanet etmek; sermaye sahiplerinin emperyalist ülkeler ile yaptıkları anlaşmalar sonucunda vatanın her karışını sömürmelerini garanti altına almaktır. Bugün devletin güvenlik güçlerinin ülke adına attıklarını adımlar vatan savunması değil sermayenin vatan kavramı üzerinden geliştirdiği güç ilişkilerinin savunulması ile ilgili bir noktada durmaktadır. Ortada duran vatan savunması adı altında çıkarların kesiştirdiği noktalarda egemen olan güçlerin güç ve iktidar savaşıdır ve bu durumun ülkede yaşayan işçiler, emekçiler açısından hiçbir getirisi yoktur.
BARIŞ İÇİN MÜCADELE
Savunma adı altında verilmesi gereken mücadele sermaye güçlerinin çıkarlarını koruyan, cemaatlerin, tarikatların veya farklı kurum veya kişilerin iktidarı sağlamlaştıran güvenlik kurumlarının değil; aksine vatanı üzerinde yaşayan emekçi halkın, emekçilerin çıkarlarını gözeterek emperyalist tekellerin ve onların savaş çığırtkanlığına karşı barışın yanında yer alan kendi mücadelesini vermesidir. Burada önemli olan nokta emekçilerin, halkların barış içerisinde yaşamasını tahsis etmek adına gerçek anlamda halk kuvvetine dayanan bir gücü oluşturmasının ancak ve ancak sosyalizmde mümkün olabileceğidir. Kapitalist koşullarda böyle bir birlikteliğin kurulması ve devam ettirilmesi kapitalizmin ulaştığı en yüksek seviye olan emperyalizmin küresel hedefleri ile çelişecek ve asla izin verilmeyecektir. Üretim ilişkilerinin işçi sınıfının eline geçtiği, ayrıcalıklı sınıfın elindeki kurumların yıkıldığı ve yerine halktan yana kurumların inşa edildiği bir sistemde; halk da vatanını dünya üzerindeki tüm işçi sınıfının dayanışma gayreti içerisinde emperyalistlere, işbirlikçi güçlere karşı kendi silahlı, ayrıcalıksız gücü ile savunabilecektir.
*https://www.evrensel.net/haber/338935/2018-butcesi-kabul-edildi-savunmada-artis-yuzde-41
Evrensel'i Takip Et