AKP’nin 18’inci kuruluş yılı: Yarı otoriter rejimden tam otoriter rejime
AKP’nin 18’inci yılını değerlendiren Siyaset Bilimciler Sezin Öney ve Edgar Şar, AKP’nin sorunları çözmek yerine, kutuplaştırarak iktidarını korumaya çalıştığını dile getirdi.
Fotoğraf: AA
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) 18’inci yılı vesilesiyle 686 No’lu KHK ile Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden ihraç edilen Edgar Şar ve Siyaset Bilimci Sezin Öney ile konuştuk. Edgar Şar, “Eskiden yarı otoriter bir rejimden bahsederken, şimdi belli açılardan giderek, tam otoriterliğe giden bir rejimden bahsediyoruz” derken, Sezin Öney, "Dibe çöken bir külçe gibi, ülkeyi de kendisiyle beraber aşağı çekiyor" değerlendirmesinde bulundu.
AKP’nin iktidara geldiği 2000’li yılların başında ekonomik krizle birlikte, kutuplaşmayı doğuran ve çözülemeyen “Laik-dindar”, “Türk-Kürt” gerilimi üzerinden Kürt sorununa siyasetin çözüm bulmadığını anlatan Edgar Şar, CHP’nin muhalefet olarak AKP ile birlikte Meclise gelerek iktidar olduğunu belirtti.
“Toplumun zamanla AK Partiye desteği artarken, toplumun beklentisi neydi? Şimdi nereye geldik?” sorularının üzerinden bakılması gerektiğini ifade eden Şar şunları belirtti: “Vesayetçi demokrasi dediğimiz, seçimler olduğu ama birtakım kurumların bu demokrasi üzerindeki vesayetinden bahsediyoruz. Bu da askeriyeydi. Bazıları buna bürokratik oligarşi diyor. Bunu AK Parti'nin tasfiye ettiğini görüyoruz. Kusurlu bir demokratik sistem vardı. Laiklik olsun, din devlet ilişkileri, Kürt meselesi gibi meselelerde devletin hassas olduğunu bildiğimiz konularda vesayet devreyi giriyordu. Şunu sormak lazım: Kusurlu bir demokrasi sistem ortadan kaldığı zaman yeni gelen rejim, yeni gelen sistem ne oldu?”
"KÜRT SORUNU DEMOKRASİ İLE İLGİLİ BİR SORUN"
AKP’nin toplumun kangrenleşmiş sorunlarına çözüm getirmediğine vurgu yapan Şar, kusurlu demokraside çözülmeyen sorunlarda geriye gidildiğini ifade ederek, “Eskiden yarı otoriter bir rejimden bahsederken, şimdi belli açılardan tam otoriterliğe giden bir rejimden bahsediyoruz” dedi.
Kürt sorununun çözümü konusunda AKP’nin hamlesini hatırlatan Şar şunları söyledi: “Çözüm sürecinin başlaması birçoklarına şunu söyletiyor: ‘Türkiye’de temel sorunları güçlü liderler çözer. Çünkü halkı onlar ikna ederler vs.’ Yalnız bir konu gözden kaçırılıyor. Tamamen demokrasi ile ilgili bir sorun aslında. Ne olursa olsun demokrasi eksikliğinden kaynaklanan bir sorun, ta cumhuriyetin başından itibaren. Demokratik olmayan bir bakış açısıyla, sözgelimi bir liderlik vasfıyla çözülemez. Bugün itibarıyla gördüğümüz, aslında Kürt meselesi, bütün toplumun ancak bir araya gelerek çözebileceği bir şey. Bu konu eğer güçlü lidere ya da belli birilerinin lütfuna bırakıldığı zaman onların işine gelmediğinde çözüme gidilmiyor.”
KUTUPLAŞTIRMA SİYASETİ
AKP’nin kutuplaştırma üzerine kurduğu siyasetine vurgu yapan Şar, AKP içinde zaman zaman dillendirilen ‘yeniden inşa’ söylemini de hatırlatarak, “Üçüncü dönemden sonra AK Parti yarı otoriter rejimi tamamen bitirdiği zaman Gülencilerle beraber yeni bir inşa dönemi yapacaktı. Ne zamanki kavga ettiler o zaman inşa dönemi biraz gecikti” dedi.
7 Haziran seçimlerini kaybeden AKP’nin durumuna işaret eden Şar, şunları belirtti: “Başkanlık sistemini hayal eden bütün liderlerin, -zaman zaman bunu Turgut Özal’da da görmüştük- en korktuğu şey, yönetemedikleri zaman toplumun onlardan uzaklaşması ve çoğunluğu kaybedip, bir koalisyona yönelmesi. Bundan korkarak, bu ihtimalden kaçınmak için toplumun sağcı reflekslerine güvenerek koalisyonu baştan yok edecek bir sistem teamülü vardı. Bu teamülde en azından bir daha 7 Haziran gibi bir şeyin gerçekleşmemesi amaçlanıyordu. Ha kaldı ki planlandığı gibi olmadı, çünkü o sistem koalisyonlara gitmesin, tek adam her şekilde yönetebilsin diye bütün şeyleri içerisinde barındırıyor. Ama Türkiye gibi bir ülkenin birçok koşulundan ötürü, bu şekilde yönetilemediği, ekonomi olsun, toplumsal çeşitliliği sebebiyle olsun bu şekilde görüyoruz.”
Edgar Şar’la konuştuğumuz bir diğer konu başlığı ise laiklik ve AKP’nin toplumu muhafazakarlaştırmaya yönelik politikası oldu. Askeri vesayet bittiği zaman Türkiye’de önemli bir fırsatın yakalandığını, bunun da yeni Anayasa ile yapılabileceğine vurgu yapan Şar, AKP’nin bunu tercih etmediğini söyledi. Şar devamla şunları söyledi: “2010'da Anayasa değişikliği oldu. ‘Yeni vesayeti kim kuracak?’ tartışması üzerinden siyaset yürüdü. Ve o yeni vesayeti kuranlar Türkiye’de İslamcı grupların, tarikatların, cemaatlerin sürekli iktidar blokunun içerisinde bulunması vesayetin o blok tarafından kurulacak olması ortada hiç laiklik bırakmadı. Türkiye’de bugün yaşanan problemlerin belli zaman üzerinden sadece toplumun bir kesimine atılmasına da karşıyım. Türkiye’nin farklı görüşteki entelektüelleri yeter ki demokrat olsun, askeri vesayet bittiğinde şunu tartışabilirlerdi; laikliği 28 Şubat’ın laikliği değil, ama gerçek anlamda, herkesin din ve vicdan özgürlüğünü yaşayabileceği, hayat tarzına dokunulmayacağı, kurumların belli bir dinin etkisinde ya da o dinin bir kesiminin etkisinde olmayacağı; çoğulcu, inananı inanmayanı herkesi kapsayacak bir görüş ve bir laiklik tanımı üzerinden anlarsak, eski laiklik "tamam gitsin, ama bu laikliği de böyle tanımlasak" gibi bir çabaya girmediler. AK Parti ve o zamanki ortağı büyük bir hareket alanı elde etti. Zaten o sırada Alevilerin hakları vs. hiç lafı bile geçmiyor. Ve yavaş yavaş başladı. İlk önce devletin amaçları başladı. Dindar nesil yetiştirmek, laik olmayacaktı. Eğitimi giderek, laiklikten uzaklaşmaya, giderek muhafazakarlıktan öte aslında orada militanlaştırmaya başladı.”
"DIŞ POLİTİKA İKTİDARIN ÇIKARLARINA GÖRE YAPILIYOR"
Demokratik ülkelerde iç politika ile dış politikanın birbirine karıştırılmamaya çalışıldığını anlatan Edgar Şar, bunun bir ilke olduğunu belirtti. Ülkelerin güvenlikleri ve ulusal çıkarları nasıl tanımlarlarsa tanımlasın ulusal çıkarları ve güvenlik endişelerine göre davranmalarının nispeten normal olduğunu anlatan Şar, “Ama dış politikayı yapanlar, ülkenin çıkarları değil, şu an iktidarın kısa vadede çıkarları neyi getiriyorsa onu uyguluyor” değerlendirmesinde bulundu.
"MUHALEFET DEMOKRATİK ZEMİNİ YARATMALI"
AKP’nin demokrasi ya da özgürlük söylemini amaç değil, araç olarak kullandığına vurgu yapan Edgar Şar, muhalefetin durumuna dikkat çekti. Şar’a göre muhalefetin yapması gereken, Erdoğan karşıtlığı üzerinden değil, Kürt sorunu gibi kangrenleşen sorunların çözümü için demokratik zemini yaratmak. Şar devamla şunları söyledi: “Muhalefet AK Parti'nin yarattığı korkuları belirlediği bu çerçeveyi delmeden, onun içinden çıkmadan olmaz. Bana kalırsa, muhalefetin bunu büyük ölçüde deldiğini, 31 Mart’a ve 23 Haziran İstanbul seçimlerindeki başarının bundan kaynakladığını düşünüyorum. Ama yer yer hâlâ çerçeveye, bazen okuyamamaktan bazen de çekinmek ve utangaç tavırdan o çerçeveye hapsolduğunu görüyoruz... Muhalefetin görevi sadece seçimi kazanmak değil.”
AKP’nin siyaseten sıkıştığı zaman muhalefetin hangi konuda zayıfsa ona oynadığına vurgu yapan Şar, bunun başında Kürt meselesi ve laiklik geldiğini belirtti. Şar, AKP ve MHP bloku, karşısında bir mozaiğin oluştuğunu gördüğüne ve şimdi bu mozaiği parçalamak istediğine vurgu yaparak, HDP’li belediyelere atanan kayyumun da bunun bir parçası olduğunu belirtti.
SİYASET BİLİMCİ SEZİN ÖNEY: ÜLKEYİ DE KENDİSİYLE BERABER AŞAĞI ÇEKİYOR
AKP’nin 18 yılını değerlendiren Siyaset Bilimci Sezin Öney iktidara alternatif çıkmaması ve siyasetin nefes almaması için ülkeyi boğduğunu belirterek, “Dibe çöken bir külçe gibi, ülkeyi de kendisiyle beraber aşağı çekiyor” değerlendirmesinde bulundu.
Siyaset Bilimci Sezin Öney ile AKP’nin 18’inci yılını konuştuk. Öney, şunları söyledi:
“AKP’nin iktidara gelmeden önceki Bursa mitingini izlemiştim: Bugünün gözüyle baktığımızda bile; öyle 'olağanüstü bir elektrik', 18 yıllık bir iktidar getirecek, Türkiye’de sistem değişikliği yaratacak inanılmaz bir dönüşüm sinyali yoktu. AKP’nin, o günden bugüne yaptığı, Türkiye siyasetindeki boşlukları, son derece ustaca kullanmak oldu. Tabanda, var olan siyasi tablo ile bıkkınlık ve değişim arzusu vardı. AKP, bunu kullanarak iktidara geldi. Bir kez iktidara geldikten sonra da, hem siyasetteki boşlukları kullanmaya devam etti hem de yeni 'boşluklar' yaratarak politikayı tamamen kendine göre yonttu. 'Boşluk yaratma' ile kastım şu: Türkiye’deki sosyal ve siyasi değişim arzusu ve arayışı bitmiş değil. Hatta tersine, 2000’lerin başından çok daha da güçlü çok daha da hayati, yaşamsal bir arayışa dönüşerek sürüyor. 18 yıl öncesine göre fark ise bugün siyasette AKP’ye alternatifin, bir iktidar adayının çıkması çok çok daha zor. Siyasetin nefes alabileceği ne alan varsa o yok ediliyor boğuluyor ki, iktidar alternatifi çıkmasın, çıkamasın."
"Bir kez, demokrasiden, hukuk devleti ilkelerinden saptınız mı, iktidarı korumanın yolu da evrensel değerlerden daha da sapmak oluyor" diyen Öney, "AKP’nin toplumun, Türkiye’nin temel konularına bir bakışı yok; ancak, o olmayan bakış da, bu saatten sonra eksenini demokrasi rotasına çeviremez. Siyasetteki en ufak bir nefes alanı, AKP dışı, AKP alternatifi bir arayışa sahne oluyor. Çünkü, 2000’lerde bir arayış varsa, 2020’lere gelirken bu arayış tavan yaptı. AKP, hatalarıyla bu arayışa tavan yaptırdı; geçmişin yükünü de sırtına almış oldu. Bir paradoks yaşıyoruz aslında. AKP’nin iktidara tutunması, tüm hata yükünden ötürü güçleşiyor, sırtındaki kefe ağırlaşıyor, hareket etmesini engelliyor. Hata kefesi ağırlaştıkça da, iktidara tutunma hamleleri, siyasette nefes alanı olarak doğabilecek boşlukları doldurma çabaları artıyor. Dibe çöken bir külçe gibi, ülkeyi de kendisiyle beraber aşağı çekiyor” dedi.
"AKP, SURİYE SAVAŞINA ÇIKARINA GÖRE BAKTI"
Öney AKP’nin özellikle Suriye ağırlıklı dış politikasına da işaret ederek şunları söyledi:
“Suriye Savaşı, tüm dünyayı etkileyen ve tüm değerlerimizi altüst eden bir felaket oldu. Göçe bakış değişti, savaşlar ve çatışmalardan dolayı yaşanan insani acılara bakışımız dünya olarak değişti. Ve bu değişim kötüye doğru oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kazanılan evrensel haklar, hukuki ilkelerin önemli bir kısmı müthiş derecede yıprandı. Türkiye’de iktidar, en başından beri bu savaşa bir çıkar aracı gözüyle baktı. Gelip geçen dışişleri bakanları, başbakanlar, kabineler; hiç değişen bir bakış, farklı bir yönelim olmadı Suriye’ye yönelik. Sonuç, Suriye açısından felaket; tabii, öyle bir ülke de kaldıysa. Sonuç, Türkiye açısından da felaket, Avrupa açısından da... Dediğim gibi, değerlerimizi yitirdik. Göç, bugün tüm dünyada fobi kaynağı olan, 'ayıp' gibi kabul edilen bir duruma dönüştü. Oysa göç, insanların daha iyi şartlar, koşullar için yer değiştirmesi, insanlık tarihinin, insanlığın gelişim ve dönüşümünün en önemli ögelerinden, gerçeklerinden biri. Türkiye’de de savaştan kaçan Suriyelilerin siyaset tarafından kullanılacak bir araç gibi görülmesi sonucu geri dönüşü çok çok zor bir redde neden oldu. Türkiye’deki Suriyeliler, toplumsal bir gerçeklik ama yanlış politikalar sonucu bu gerçekliğin kabulü artık çok zor. En hümanist saiklerle Suriyeliler konusuna yaklaşanların çoğu bile maalesef ezberden, doğru olanı söyleme niyeti ile konuya yaklaşıyor. Toplumun geneline bakıldığında ise, çok sert bir ret ve hatta nefret hali var. Tüm siyasi görüş, tüm sosyal kesimlere yayılan bu ret, aslında son yıllarda yanlış giden her şeyin faturasını Suriyelilere kesme halinden başka bir şey değil. İktidarı destekleyenler de, kendi hayatlarındaki yanlış gidenleri 'Antisuriyelilik' olarak yansıtıyor.”
"İMAM HATİP LİSELERİ, AKP’NİN EN BÜYÜK DÖNÜŞÜM PROJESİYDİ"
Laiklik ve eğitim alanındaki tartışmalara ilişkin değerlendirmede bulunan Sezin Öney “İmam hatip liseleri, AKP’nin en büyük dönüşüm projesiydi. Tutmadı, hatta büyük ölçüde ters tepti. İmam hatip liseleri, AKP’nin iktidarının toplumsal dönüşüm projesinin garantisi olacaktı. Bu dönüşüm ve proje gerçekleşemedi ama Türkiye’de eğitim sistemi de çökmüş oldu. İmam hatiplerin de ötesinde, müfredatın geldiği hal korkunç. Son birkaç yıl içinde, milli eğitimin okul kitaplarının geldiği hali inceleyen olmuşsa, katlanan ölçüde düşen eğitim kalitesini de gözlemiştir. Toplum genelinde eğitimden memnun olanlar da çok kısıtlı bir azınlık. Kamuoyu araştırmalarına baktığımızda yüzde 70’ler, 80’ler oranında bir çoğunluğun Türkiye’deki eğitim kalitesinden memnun olmadığını görüyoruz. Toplumun temel direklerinden biri eğitime olan inançtı. Türkiye’de insanlar, eğitimle yaşamlarının değişebileceğine inanıyorlardı. Artık, eğitimle hayatların değişebileceği inancı ve hedefi kayboldu. Gelecekte eğitimi düzelteceğini, eğitim şartlarını düzelteceğini hedef olarak gösteren bir siyasi hareket, sadece bu vaatle bile iktidara gelebilir. Başta bahsettiğim, 'Nefes alanı bırakmama hali', nasılsa sonsuza kadar sürecek bir durum değil. Muhakkak, değişim gelecek. Sadece vakit meselesi.”