26 Ağustos 2019 00:49

Soçi anlaşması çöktü, Astana kırılma noktasında

Türkiye'nin İdlib operasyonundaki pozisyonu ile Suriye'nin Kürt bölgesindeki Türkiye-ABD 'Güvenli Bölge' mutabakatı Arapça basında öne çıkan gündemler oldu.

Fotoğraf: İzeddin İdilbi/AA

Paylaş

Ali KARADAŞ
Yusuf ERTAŞ


Han Şeyhun kentinin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi ve Türk askeri konvoyunun Rus ve Suriye savaş uçakları tarafından bombalanması haftanın öne çıkan gündem maddeleri oldu. TSK konvoyuna yönelik hava saldırısı Ankara’ya güçlü bir mesaj olarak değerlendirilirken, stratejik Han Şeyhun’un geri alınması, Suriye hükümetinin, Türkiye destekli cihatçı grupların kontrolü altında olan İdlib’i geri alması çabalarında esaslı bir başarı olarak ele alındı.

Arap basınında daha önce Şam ile Ankara arasında askeri bir kapışma olasılığı hiç bu kadar gerçek ve tehlikeli olmamıştı yorumları da dikkat çekti. Gulf News’ta, “Rusya, İran ve Türkiye liderleri, Astana sürecini kurtarmak amacıyla gelecek hafta Ankara’da buluşacak, ancak tüm göstergeler gevşek üçlü ittifakta bir kırılma noktasının gerçekleşmek üzere olduğunu gösteriyor” yorumu dikkat çekti.

Yorumlarda, Türkiye’nin önünde iki seçenek olduğuna vurgu yapıldı; Ya Heyet Tahrir el Şam (HTŞ-eski adıyla Nusra Cephesi) ve Ahrar’uş Şam gibi grupların yanında olmak ve Suriye-Rus saldırısı karşısında onları savunmak için güçlerini göndermek, ya da Moskova’ya gidip bu grupları etkisiz hale getirme söz veren Putin ile siyasi bir çözüm aramak.

Lübnan merkezli Al Ahbar gazetesi, “İdlib ve Hama İllerinde sahadaki hızlı gelişmeler tüm Suriye genelinde çok önemli bir değişimin önünü açıyor” diye yazdı. Londra merkezli Al Kuds Al Arabi ise “Her durumda Rusya, İran ve Suriye ittifakının Han Şeyhun’a doğru ilerlemesi mevcut hareketi çözemeyecek. Çünkü İdlib savaşı uzundur ve coğrafi kapsamı sanıldığından çok daha geniştir” yorumuna yer verdi.

Filistinli Gazeteci Abdulbari Atwan, Rai al Youm’daki köşesinde “Han Şeyhun’a yapılan saldırı ve kentin geri alınması, Soçi Anlaşmalarının çöküşü ve İdlib ve kırsalında bulunan ondan fazla Türk askeri gözlem merkezinin rolünün sona erdiği anlamına gelir” değerlendirmesini yaparak “Han Şeyhun’un geri alınmasından sonra sıra İdlib’de mi?​” diye sordu.

Türkiye ile ABD arasında, Kuzeydoğu Suriye’de “güvenli bölge” kurma konusundaki anlaşma da Arap basınında tartışıldı. Al Arabi al Cedid gazetesi, “savaşın yıktığı ülkede bölünmeyi derinleştiren yabancı ve bölgesel güç politikalarının en son örneği” yorumu yaptı.


SIRA İDLİB’DE Mİ?

Abdulbari ATWAN
Rai Al Youm

Han Şeyhun’un geri alınmasından sonra sıra İdlib’de mi? Putin’i şehirdeki “teröristleri” ortadan kaldırmak için Suriye Arap Ordusu’na sınırsız desteğini ilan etmeye iten şey nedir? Ve onu bu kadar sinirlendiren neydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu çifte Rus-Suriye kızışması ile nasıl başa çıkacak?

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye Ordusu tarafından Han Şeyhun kasabasının ele geçmesini önlemek amacıyla Nusra Cephesi (HTŞ) militanlarını desteklemek için Türk makamları tarafından gönderilen 50 zırhlı araçtan oluşan konvoya Suriye savaş uçaklarının Rus hava desteğiyle başlattığı saldırı sonrasında Şam’ı “ateşle oynamamaya” çağırdı. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Fransız mevkidaşı ile düzenlediği basın toplantısında sarf ettiği doğrudan ve güçlü ifadelerin ardından Dışişleri Bakanı’nın “ateşle oynamak” tanımının, Şam ve Suriye liderliğinden çok Ankara’ya uygun düştüğü görülüyor.

Putin, Türk makamlarına güçlü ve net bir mesajla “Rusya, Suriye Arap Ordusunun İdlib’deki teröristleri ortadan kaldırma çabalarını destekliyor” dedi. Putin, “Bunlar İdlib’deki üssümüze saldırmak için girişimlerde bulundular, bu yüzden tehditleri ortadan kaldırmak için Suriye ordusunu destekliyoruz” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı dolaylı eleştirisinde daha da ileri giderek “Geçen Eylül ayında İdlib bölgesindeki silahsızlanmayı onaylayan Soçi Anlaşmasının imzalanmasından önce, bölgenin yüzde 50’si teröristlerin kontrolü altındaydı. Şimdi bölgenin yüzde 90’ına ulaştı” dedi.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ganalı mevkidaşının Moskova ziyareti esnasında yaptığı bir basın toplantısında, “İdlib’de Rus askeri varlığına” işaret ederek, “İdlib’ten gelecek herhangi bir terörist saldırı kesin bir sertlik ve güçle ele alınacak” diyerek cumhurbaşkanının sözlerine netlik getirdi. Lavrov, “Türk ordusu İdlib’de çeşitli kontrol noktaları oluşturdu ve bu Türk ordusunun varlığının teröristlerin üslerimize yönelik saldırı başlatılmasını önleyeceği umutları vardı, ancak tam tersi oldu” dedi.

Rusya cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanının bu açıklamaları ne anlama geliyor? Cevap aşağıdaki noktalarda özetlenebilir:

Birincisi: Anlaşılan o ki, neredeyse bir yıl önce geçtiğimiz eylül ayında Rus Cumhurbaşkanı ile yapılan Soçi zirvesinde Türkiye’nin krize siyasi bir çözüm bulma taahhüdünü yerine getirmemesi üzerine, Rus ve Suriye tarafı, askeri çözüme başvurmaya ve HTŞ liderliğindeki silahlı grupların kontrolü altındaki son kalelerini ortadan kaldırmaya karar verdiler.

İkincisi: Suriye Arap Ordusu’nun stratejik Han Şeyhun kasabasını ele geçirmesi, Rus hava güçlerinin desteklediği Suriye kara saldırılarının tek başına başarıya ulaşamadığı ve şehrin kalbine ulaşmak için yolu açmak amacıyla diğer alanları geri almak için saldırının devam edeceği anlamına gelen “küçük parçalar alarak ilerleme stratejisindeki” en önemli bölümlerden biriydi.

Üçüncüsü: Rus ve Suriye savaş uçakları, elli araç ve yedi tanktan oluşan Türk konvoyunu bombalayarak onun Han Şeyhun’a doğru ilerlemesini engelledi. Nusra kuvvetlerini ve müttefiklerinin dirençlerini arttırmak için mühimmat ve teçhizatla desteklemesi ve Suriye ordusunun Han Şeyhun’a girmesine engel olmak için gelen bu Konvoyun engellemesi taktiksel bir hareket olarak değil iyi hazırlanmış stratejik bir plan çerçevesinde geldi.

Dördüncüsü: Putin’in söz konusu ifadeleri ışığında Han Şeyhun’a yapılan saldırı ve kentin geri alınması, Soçi Anlaşmalarının çöküşü ve İdlib ve kırsalında bulunan ondan fazla Türk askeri gözlem merkezlerinin rolünün sona erdiği anlamına gelir.

Beşincisi: Rus tarafını kızdıran en önemli dönüm noktası, HTŞ güçlerinin mayıs ayında Rus hava üssü Hmeymim’e karşı başlattığı roket saldırısı oldu. Bu saldırı, Türk liderliğinin bu cepheyi veya onunla bağlantılı cihatçı grupların bazılarını kontrol edemediğini ortaya koyan bir mesajdı. Ya da Ruslar ve Suriyeliler en azından bunu böyle anladılar.

Türk liderliğinin, İdlib şehri dosyasındaki Rus müttefiki ile farklılıkların boyutunu yansıtan bu gelişmelerle nasıl başa çıkacağını bilmiyoruz. Özellikle şu ana kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan herhangi bir cevap gelmedi.

Görüşümüze göre, Cumhurbaşkanı’nın iki seçeneği var: Ya HTŞ ve Ahrar’uş Şam’daki müttefikleri ve İdlib ile kırsal bölgelerinde şemsiyeleri altında kavga eden grupların yanında olmak ve Suriye-Rus saldırısı karşısında onları savunmak için güçlerini göndermek. Ya da Moskova’ya gidip bu grupları etkisiz hale getirme söz veren Putin ile siyasi bir çözüm aramak.

Suriye krizinin başlangıcından beri benzer birçok durumda yaptığı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki birkaç gün içinde, krizi çözmek veya daha fazla zaman kazanmak için pek çok öneri ve çözüm ile Başkan Putin ile görüşmek üzere Moskova ya da Soçi’ye seyahat etmesi muhtemel.


TÜRKİYE’NİN SURİYE’DEKİ AZALAN KAZANCI

Osman Ali ŞERİF*
Gulf News

Zaman meselesiydi ve şimdi oluyor: Türkiye kendisini, isyancıların son kalesi İdlib’de, üstün Rus hava kuvvetleri tarafından desteklenen Suriye hükümet birlikleri ile karşı karşıya buluyor. Salı günü, rejim güçleri stratejik Han Şeyhun kentini ele geçirebildi ve Hama ve İdlib arasındaki otoyol kısmını kontrol ettiler. Çoğunlukla Heyet Tahrir El Şam’a (HTŞ) bağlı olan muhalif güçler, yıllarca kontrol ettikleri kasabaları ve köyleri terk ettiler. Ancak Ankara için daha da önemlisi, bir Türk askeri konvoyunun, Han Şeyhun’un kuzeyinde Rus jetleri tarafından vurulduğu haberiydi. Daha önce Şam ile Ankara arasında askeri bir kapışma olasılığı hiç bu kadar gerçek ve tehlikeli olmamıştı.

Rusya, İran ve Türkiye liderleri, Astana sürecini kurtarmak amacıyla gelecek hafta Ankara’da buluşacak, ancak tüm göstergeler gevşek üçlü ittifakta bir kırılma noktasının gerçekleşmek üzere olduğunu gösteriyor. Rusya’nın, ABD-Türkiye güvenli bir bölge oluşturma çabalarını desteklemesi ihtimal dışı. Ancak Suriye rejiminin “teröristleri” yenmek ve İdlib’i yeniden ele geçirme kampanyasını desteklemeye devam edecek. ABD’nin yaptırımlarının hırpalayıcı bir sonucu olarak ağır ekonomik baskı altında olan Tahran için Suriye hükümetini desteklemek, gelecekte kullanmayı umduğu jeopolitik bir kart ve yüksek bir öncelik olmaya devam ediyor.

ABD ile olan stratejik ittifakı ile kumar oynayan Erdoğan’ın seçenekleri tükeniyor. Suriye’deki stratejisi geri tepti ve Suriye isyancılarına olan desteği Türkiye’ye ve onun bölge gündemine yüksek bir bedel getirdi. Rusya’nın hava desteği ile Suriye ordusu önümüzdeki günlerde İdlib’de daha fazla ilerleyecek ve HTS savaşçıları muhtemelen Türkiye’nin derinliklerine çekilecek. Erdoğan’ın umduğu sonuç bu değil. Dahası, Türk askeri konvoyuna yönelik hava saldırısı Ankara’ya güçlü bir mesaj verdi; Rus müttefiki Suriye’de önceliklere sahip ancak Türkiye’nin kuzey Suriye’deki askeri varlığını korumak bunlardan biri değil.

Öyleyse, Türkiye cumhurbaşkanı şimdi cüretkar bir senaryo ile karşı karşıya: Rus askerlerinin desteğiyle ilerleyen bir Suriye ordusuyla karşı karşıya gelmek için birliklerini gönderme riskini alacak mı? Moskova ve Tahran’a göre, Suriye rejimi, ulusal toprağı üzerindeki kontrolünü yeniden kazanmak için adil bir savaş başlatıyor. Erdoğan Suriye topraklarındaki varlığını nasıl haklı çıkaracak? Rusya ve İran, hükümetin davetsiz bütün yabancı birliklerin Suriye’den çekilmesi çağrısına destek vermişti.

Şimdilik, Erdoğan’ın acil görevi Morek’teki kuşatmayı kırmak ve askerlerini kurtarmak olacak. Ancak önümüzdeki günlerde Suriye ordusuna ve Ruslara karşı bir vekâlet savaşına dahil olmayı mı yoksa kayıplarını hesaba katarak zevahiri kurtarmayı mı istediğine karar vermek zorunda kalacak.

*Ürdünlü gazeteci ve politik yorumcu


‘GÜVENLİ BÖLGE’ SURİYE’DE DIŞ ETKİ ALANLARININ ARTMASINA İŞARET 

Thomas SEIBERT
The Arab Weekly

KALICI anlaşmazlıklara rağmen, sahadaki hareketlilik yabancı güçlerin Suriye’de ayrı bölgeler kurduğunu gösteriyor.

Türkiye ile ABD arasında, Kuzeydoğu Suriye’de “güvenli bölge” kurma konusundaki tartışma, savaşın yıktığı ülkede bölünmeyi derinleştiren yabancı ve bölgesel güç politikalarının en son örneği.

İki NATO ortağı, bölgenin büyüklüğü ve bölgede kimlerin devriye gezeceği konusunda hemfikir olmasa da söz konusu hamle, yabancı güçlerin Suriye’de ayrı bir etki alanı oluşturduğunu ve kendi hedeflerini kovaladığını gösteriyor. Şam hükümeti ise bu durum karşısında protestosunu göstermek dışında bir şey yapamıyor.

Türkiye, “Güveli Bölge’yi”, Suriyeli Kürt savaşçıların sınır bölgesini, Türkiye’nin içinde karışıklık çıkarmak için kullanmalarına engel olmak için istiyor. Suriye’nin doğusunda yaklaşık 2 bin askeri görev yapan ABD ise Kürt ortaklarını Türk silahlı kuvvetlerinden korumak istiyor. Türkiye’nin uyarılarına rağmen, Kürtler, Suriye rejim güçlerinin yıllar önce ülkenin başka yerlerinde savaşmak için bölgeden çekilmesinden bu yana oluşturdukları bölgesel özerkliği korumak istiyor.

Bazı gözlemciler, gelişimin ciddi sonuçlara yol açabileceğini söylüyor. Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi direktörü Joshua Landis, “Suriye’nin uzun bir süre birleşmesi pek mümkün değil” dedi: “Türkiye’nin Suriye’de bölgesel emelleri var. ABD dış politika çevrelerinde birçok etkili grup, ABD’nin uzun bir süre boyunca Kuzey Suriye’de kalması gerektiğini söylüyor.”

Türkiye’nin etki alanlarının genişlemesine ve posta hizmetlerinin Suriye’deki Cerabulus kentine yayılmasına işaret eden eleştirmenler, Ankara’nın uzun bir süre Suriye’de kalmasının muhtemel olduğunu dile getiriyor. Suriye hükümet güçleri ve Rus savaş uçakları, İdlib’de alan kazanıyor ancak isyancı güçleri ilden uzaklaştıramadı. Türkiye, İdlib’de geniş kapsamlı bir saldırıyı önlemek istiyor, çünkü yeni bir mülteci girişi olacağı konusunda endişeli.

Suriye’nin doğusundaki Kürtlerin yönettiği bölgeleri geri kazanmak Esad’ın güçleri için başka bir zorluk olacak. Uluslararası Kriz Grubu’ndaki Irak, Suriye ve Lübnan proje direktörü Heiko Wimmen, “Şam, ülkenin belirli bölgelerinden ne kadar uzun süre dışlanırsa, olguların zeminde oluşması o kadar fazla artar” dedi. “Şam’ın bu konuda yapacak çok işi var, uzun zaman alabilir.”

Wimmen, Birleşik Devletleri’nin doğuya doğru hava sahasına hükmederken Rusya Hava Kuvvetlerinin nehrin batısında baskın hale gelmesi ile Fırat Nehri boyunca fiili etki bölgelerinin ortaya çıkmasına dikkat çekiyor.


İDLİB: RUS-TÜRK İLİŞKİLERİ MODELİ

Hüseyin ABDULAZİZ*
Al Arabi Al Jedid

RUSYA ile Türkiye arasındaki ilişki, daha çok uzlaşma ve daha az stratejik bir ittifak olarak acil ihtiyaçlar veya politik-ekonomik pragmatizm tarafından yönetilen bir ilişki olarak tanımlanabilir. Coğrafi konum her iki ülkeyi tarihsel anlarda keskin ayrılıklara ve diğer zamanlarda bir yakınlaşmaya doğru itti. İki tarafın arasında büyük farklılıkları var, ancak acil değiller: Boğaziçi geçişindeki anlaşmazlıklar, Orta Asya ve Hazar petrolünün taşınması için rekabet, Dağlık Karabağ sorunu ve Kıbrıs meselesi hakkındaki farklı duruşlar. Ancak Suriye krizi iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihinde bir paradoks: Devrim, rejim ve Suriye’nin siyasi geleceği ile ilgili pozisyon üzerine stratejik farklılıklar mevcut. Ancak Suriye sahnesinin karmaşıklığından kaynaklanan çok sayıda bölgesel aktör nedeniyle bu keskin farklılıklar, iki tarafın birbirine yaklaşmasına ve koşulların dayatması ile karşılıklı taviz vermelerine neden oldu. Bu tavizler, stratejik pozisyonların kesişmesi değil, her bir tarafın kendi çıkarlarının önceliğinin kesişmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla, bu çıkarların önceliği zamanla değişebilir ve Suriye sahnesinde ani değişiklikler olabilir.

Rusya’nın Türkiye’nin Suriye topraklarına girişini kabul etmesi, önce Halep’teki önemli tavizlere, ardından ikinci olarak silahlı muhalefet senfonisinin kontrolüne ve üçüncü olarak da siyasi ılımlılığa bağlıydı. Buna karşılık, Türkiye’nin Rusya’ya verdiği tavizler, rejim/muhalefet düalizminin bir parçası olarak değil, Ankara’nın yüce milli çıkarları denkleminin bir parçası olarak Türkiye’nin kontrolündeki Suriye bölgelerinin dikkate alınması şartına bağlı. Başka bir deyişle, Türkiye’nin bu bölgelerden çekilmesi (Fırat Kalkanı, Afrin, İdlib) Suriye-Suriye çatışmasına değil, Türkiye’nin yüksek çıkarlarına tabi.

*Suriyeli Gazeteci ve Yazar

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Düzce'de fındık işçilerini taşıyan traktör devrildi: 14 yaralı

SONRAKİ HABER

Buca'da tek adam rejimine karşı ortak mücadeleyi yükseltme çağrısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa