13 Eylül 2019 21:03

Doç. Dr. Ömer Turan: AKP’nin çözümü Saray bürokrasisini güçlendirmekten ibaret

AKP’deki istifalar sürecini değerlendiren Doç. Dr. Ömer Turan: "AKP sistemin sürmesini sağlayacak kadroları bir parti olarak içinde barındırmıyor. Görülen o ki, kongre de bu gidişatı değiştirmeyecek."

Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin ilk hali | Fotoğraf: Kayhan Özer/AA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

AKP’de istifa ve ihraç tartışmaları bitmiyor. 18’inci yılını geride bırakan AKP’de bu tartışmaların gölgesinde ekim ayında kongre sürecini başlatacak. Sistem değişikliğinden sonra ilk kongresini yapacak olan AKP’deki gelişmeleri ve Erdoğan’ın durumuna ilişkin Doç. Dr. Ömer Turan’la konuştuk. Mevcut iktidarın AKP’deki gerilemeyi tersine çevirecek bir formülünün olmadığına vurgu yapan Turan, “Çözüm niyetine yapacakları Saray bürokrasisini güçlendirmekten ibaret. Bunun çözüm olmayacağı açık. AKP artık toplumun ne ekonomik istikrar, ne de öngürülebilirlik talebini karşılayamıyor. Otoriterliği bile aşmış sistemlerini sürdürme kapasitesini yitiriyorlar. AKP sistemin sürmesini sağlayacak kadroları bir parti olarak içinde barındırmıyor. Görülen o ki, kongre de bu gidişatı değiştirmeyecek” değerlendirmesinde bulundu. Turan, sorularımızı yanıtladı.

31 Mart ve 23 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimlerinin ardından sistem tartışmaları yapıldı. Erdoğan, partisine “Sistem tartışmalarına girmemeleri” yönünde talimat verdi. Muhalefetin bu yönde gelen eleştirilerini de kabul etmedi. Bu bağlamda neler belirtmek istersiniz?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen sisteme geçildiğinden beri, Türkiye’de demokratik ölçütlere uygun bir güçler ayrımı söz konusu değil. Yani başkanlık sisteminin gelişi demokrasi bakımından bir gerileme anlamına geliyor. Ama durum bununla sınırlı değil. Daha da vahim olan şu: Türkiye’deki sistem otoriter bir rejimin özelliklerini bile göstermiyor. İlgili literatürde, otoriter rejimlerin bir dizi özelliği sayılır. Bunlardan biri de öngörülebilirliktir. Yani herkes üç aşağı beş yukarı iktidardakilerin neler yapabileceğini öngörebilir. Fakat İstanbul seçimlerinin iptaliyle mevcut iktidar öngörülebilir olmaktan çıktı. Seçimin iptali öyle bir hamleydi ki, havuz medyasında yazan kimi isimler bile açık açık “bu yapılan yanlıştır” dediler. Sonuçta aldığı seçimin tekrarı kararı iktidarın kendisine de beklediği faydayı sağlayamadı. Diyarbakır, Van ve Mardin’e kayyum atanması da aynı öngörülemezlik görüntüsü içinde değerlendirilmeli. Ve hâlâ iktidar İstanbul için kayyum dedikoduları yayarak bir yeni siyasi dengede avantaj peşinde koşuyor. Hâlâ kendilerinin öngörülmesi kolay olmayan hamleler yapabilecek kadar güçlü oldukları imajını vermek istiyorlar. Ama bu sürdürülebilir değil. Kendileri açısından bence esas sorun AKP kadrolarında da kimi isimlerin “Liderimizin bir oyun planı var mı” sorusunu dillendirmeye başlamış olması. Çünkü mevcut resim, iktidarın sertliği sürdürmekten mi, yoksa normalleşmeden yana mı hareket edeceği sorusuna tutarlı bir yanıtı olmadığını göstermekte.

"ERDOĞAN’IN AKLINDAN NE GEÇTİĞİNİ TAM OLARAK BİLEMİYORLAR"

15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki gelişmeler de var...

15 Temmuz’dan bu yana devrede olan yönetim biçimini ise OHAL-tipi hükümet olarak adlandırmak mümkün. OHAL-tipi hükümetin üç temel özelliği var. Birincisi, odağında güçlü lider olması. Liderin öyle bir gücü söz konusu ki, parti bile geride kalıyor. Başka bir ifade ile sistem, partideki güçlü kişileri bile dışarı itiyor, parti içinde devreye girebilecek denge unsurlarını istemiyor. Lider ile devlet eşit görülüyor. Devletin bekası, liderin bekasına bağlanıyor. İkincisi, sistem KHK’lerle yönetmeyi esas alıyor. Meclis ve temsil neredeyse tamamen önemsizleştiriliyor. Üçüncü olaraksa sistem sürekli bir olağanüstü hal durumunu, savaş benzeri bir durumun varlığı iddiasını gündemde tutarak kendisine meşruiyet üretmeye çalışıyor. Bu hükümet günümüz Türkiye’sinde bir parti-devlet bütünleşmesi yaratıyor. Aslında bilmediğimiz bir şey değil bu, 1930’lardaki parti-devlet bütünleşmesine kısmen benzeyen yanları var. O dönemde de bu bütünleşmeden parti zararlı çıkmıştı. Aslında bakarsanız İnönü’nün, Recep Peker’in faşizan planlarının parti mecrasında güç bulmasını engellemek için bütünleşmeyi istediği, yani planlı şekilde partiyi devlet aygıtına eklemlediği bile söylenebilir. Şimdi ise durum biraz daha karmaşık. Ama sonuçta AKP güç kaybediyor.

Bunun böyle devam etmesi mümkün değil. Çünkü hem siyaset yapmak için, hem de ülkeyi yönetmek için kadro lazım. Güçlü ve yetkin kişiler varsa o kadro iş yapabilir, oyun planı üretebilir. Şimdi AKP içinde kızağa çekilmiş isimlerden Bülent Arınç’a Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği verilerek iadeyi itibar yapıldı. 2013’te Arınç bakanken Erdoğan ile fikir ayrılığı yaşadığında “Benim özgül ağırlığım var, benim hiçe sayılmamam lazım” demişti. Şimdi de aynısı oluyor. Ahmet Türk’ün yerine kayyum atanmasına Arınç itiraz edince, resmi sözcü ona karşı çıkıyor. Arınç da üst perdeden yanıt veriyor. Parti sözcüsüne “Boyundan büyük işlere karışma, sana yazık olur” diyor.

AKP İstanbul’da ikinci kez seçim kaybedince, normalleşme yönünde kimi sembolik adımların atılacağına dair açıklamalar geldi parti sözcülerinden. Kurulacak komisyonlardan söz edildi. Kimi yorumcular partili cumhurbaşkanlığının değişebileceğinden söz ettiler. Ama şimdi bunların hepsi rafa kalkmış gözüküyor. AKP’nin güç kaybetmesinde bence önemli etkenlerden biri de şu: Partinin üst düzeyini temsil edenler bile Erdoğan’ın aklından ne geçtiğini tam olarak bilemiyorlar. Liderin dedikleri dışında ve Saray bürokrasisi dışında parti iradesi anlaşılır ya da öngörülür değil. Bu AKP adına net bir gerileme demek.

"AKP TOPLUMUN TALEBİNİ KARŞILAYAMIYOR"

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan açısından bu kongre sürecini hem dış ve hem iç siyaset ve partide yaşanan tartışma ve istifaları göz önüne alarak bir değerlendirme yapacak olursanız, Erdoğan’ın, bu kongre sürecinden nasıl çıkacağını düşünüyorsunuz?

AKP’deki gerilemenin iki önemli göstergesi var: Parti İstanbul’da Binali Yıldırım’ı aday göstererek çıkartabileceği en yüksek profilli adayı çıkardı. Ve Yıldırım, seçim öncesi çoğu kişinin adını duymadığı İmamoğlu karşısında iki kez kaybetti. Yeni sistemin bir özelliği, güçsüz bakanlardan oluşan bir kabine olması. Seçilmemiş kişiler bakanlık koltuğunda. Bazılarının parti teşkilatıyla ilişkileri hiç yok, ya da çok az var. Bekir Pakdemirli’nin İzmir’deki orman yangınları sırasındaki açıklamalarını hatırlayın. Güçlü, kamuoyunu ikna kapasitesi olan bir figür değil. Kulislere yansıyan iki duyum var önümüzdeki sürece dair: Birincisi partili cumhurbaşkanlığı devam edecek. Erdoğan mevcut durumu bu anlamda revize etmenin geri adım atmak olacağını düşünüyor olmalı. O nedenle bu şekilde devam edecek. İkincisi, cumhurbaşkanı yardımcısı sayısının artacağı öngörülüyor. Bu da bize şunu söylüyor: Mevcut iktidarın AKP’deki gerilemeyi tersine çevirecek bir formülü yok. Çözüm niyetine yapacakları Saray bürokrasisini güçlendirmekten ibaret. Bunun çözüm olmayacağı açık. Tam da bu nedenle kimi yorumcular artık Erdoğan sonrası dönemden söz etmeye başladılar. AKP’nin Türkiye toplumunun taleplerine yanıt veremediği bir süredir görülüyor. AKP artık toplumun ne ekonomik istikrar, ne de öngürülebilirlik talebini karşılayabilir durumda. Ama bununla birlikte artık kendi kurdukları ve otoriterliği bile aşmış sistemlerini sürdürme kapasitesini yitiriyorlar. AKP sistemin sürmesini sağlayacak kadroları bir parti olarak içinde barındırmıyor. Görülen o ki, kongre de bu gidişatı değiştirmeyecek.

ÖMER TURAN KİMDİR?

Doç. Dr. Ömer Turan İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Turan’ın derlediği 1968: İsyan, Devrim, Özgürlük başlıklı kitap geçtiğimiz ay Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıktı. Dr. Turan 2019-2020 akademik yılında İsveç Enstitüsü araştırmacısı olarak, Lund Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Merkezinde çalışmalarına devam ediyor.

ÖNCEKİ HABER

Metal işçisinin yıkması gereken "gerçekliği"

SONRAKİ HABER

2019 çiftçi için kara yıl oldu: Mahsulden önce borç filizlendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa