Siyasi isteksizlik olduğu sürece basın özgürlüğüne dair her reform sadece vitrin süsü
IPI Direktör Yardımcısı Scott Griffen: "Eleştirel haberciliği nedeniyle gazetecilerin yargılanması son bulmadığı müddetçe hiç bir reform paketini benimseyemeyeceğimizin altını çiziyoruz."
Fotoğraf: IPI
Scott GRIFFEN
IPI Direktör Yardımcısı
Geçtiğimiz perşembe, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve küresel çaptaki üyeleri için mutluluk verici bir gelişme yaşandı: Türkiye‘nin Yargıtay’ı, beş seneden az cezaları kesinleşmiş yedi Cumhuriyet gazetesi eski çalışanının hükümlerini, Yargıtay’a başvurmuş diğer altı gazeteciyle beraber bozdu. IPI Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Kadri Gürsel’in de cezai hükmünün bozulduğu bu kararla Nisan’dan bu yana hapiste bulunan beş gazeteci perşembe akşamı tahliye edildi.
Karar, IPI öncülüğünde sekiz saygın global basın özgürlüğü grubundan oluşan bir heyetin Ankara’ya Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın kendisiyle toplantı ve temaslarda bulunmak üzere geldiği sırada çıktı.
Heyet içinse asıl soru, perşembe günü verilen kararın gerçek bir değişimin işareti olarak algılanması ve hoş karşılanması mı gerektiği, yoksa heyetin ziyaretine denk gelmiş bir tesadüften ibaret mi olduğuydu. Soru geçerliliğini korusa da vardığımız sonuç belli: Şüphelerimiz sürüyor. Buna ilk sebep, 130’u aşkın gazetecinin hala parmaklıklar ardında bulunması. İkinci olarak ise, IPI ve Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneğinin (MLSA) ortak yürüttüğü dava gözlemleme programı ve sonuçlarının, ülkedeki yargı bağımsızlığının büyük ölçüde yok edildiğinin belirgin bir işareti olarak Türk mahkemelerinin düzenli biçimde gazeteci haklarını ihlal ettiğini gözler önüne sermesi. Sadece belirtilen rakamlar Türkiye’de basın özgürlüğünün krizde olduğu sonucuna varmaya yeterli. Hâlâ gerçek bir ilerlemenin izlerini görmekten çok uzağız.
Türkiye hükümeti kısa süre önce “yargı reformu” adı altında bir paket açıklayarak, şimdilik süslü laflarla yazılmış bir strateji belgesinden oluşan bu reform paketinin, yargı bağımsızlığını restore edeceğini ve ifade özgürlüğü dahil “kişilerin hak ve özgürlüklerini genişletecek düzenlemeler” getireceğini öne sürdü. Ancak, ne yazık ki bu yüzeysel strateji belgesinin içeriği ve bu reform paketi ile tam olarak ne hedeflendiği hala bir soru işareti. Uluslararası heyet olarak, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile uzun zaman önce onaylanan toplantımız, toplantıdan bir gün önce bakanın program değişikliği nedeniyle iptal edildi. Bu durum, yargı reformu stratejisinin içeriğini ve uygulanmasındaki niyeti öğrenmeyi dileyen bizlerin de çabalarını boşa çıkarmış oldu.
Adalet Bakanlığı’nda görüştüğümüz diğer yetkililer, reform paketinin kapsamı hakkında yalnızca genel bilgiler paylaştı. Örneğin; bakanlık, hakimlerin istekleri dışında görev yerlerinin değiştirilmesi konusunda iyileştirici birtakım kurallar belirleneceğini söyledi. Ancak söylenilen, bunun yargının işleyişine siyasi müdahalenin “algısının” düzeltilmesi adına yapılacağı oldu. Hakim ve Savcılar Kurulu’nun üyelerinin seçilmesini düzenleyen ve günümüz siyasi yapısına göre üyelerin belirlenmesinde siyasi kontrolün büyük rol oynadığı Anayasa’nın 159. maddesinin ise hiç bahsi geçmedi.
Ayrıca toplantıda, bugün gazeteci, akademisyen, sivil toplum üyeleri, hakim, savcılar ve daha bir çoğunun keyfi uygulamalarla yargılanmaları ve tutuklanmaları için temel olarak kullanılan terörle mücadele kanununun ve hakaret suçlamalarını düzenleyen yasaların gözden geçirilmesi yönünde herhangi bir taahhüt alınamadı. Yanı sıra, yetkililerde terörle mücadele kanununun istismar edildiği yönünde bir algı da görülmedi. Aksine Adalet Bakanlığı heyete, IPI’ın listesinde yer alan tutuklu gazetecilerin 77’sinin FETÖ, 24’ünün ise PKK üyesi olduğunu iddia etti.
Strateji belgesi, “Türkiye‘de son 16 yılda basın ve ifade özgürlüğü gelişimi adına önemli adımların atıldığını” iddia ediyor. Gelgelelim, göz önünde duran problemleri kabullenmekte bu tarz bir isteksizlik devam ederken, temel hakların korunmasına geri dönülmesi adına nasıl bir umut bağlanabilir? Siyasi iktidar, medyaya uygulanan baskı ve şiddetin varlığını kabul etmek istemediği, gazetecileri özgürlüklerinden ve yaşamlarından mahrum bıraktığı ve Türk halkının bilgiye erişim hakkını göz ardı ettiği sürece reform paketi daha çok bir vitrin süsü olmanın dışına çıkmayacaktır.
Global örgütler olarak, reform fikrini özünde olumlu karşılıyor ve istenmesi halinde hükümete her türlü bilgi ve görüşü sunmaya hazır olsak da, eleştirel haberciliği nedeniyle gazetecilerin yargılanması son bulmadığı müddetçe hiç bir reform paketini benimseyemeyeceğimizin altını çiziyoruz. Türkiye’nin uluslararası partnerlerini de aynı şüphecilikle yaklaşmaya davet ediyoruz.