20 Ekim 2012 15:47

Sıfır sorun politikası yol ayrımında

Medyada, Türkiye’nin kendi iradesi dışında, Ortadoğu’da sürmekte olan siyasal kargaşanın içine sürüklendiği konusunda fikir birliğine varılmış. İktidardaki AKP’nin yürütmekte olduğu dış politika ana ekseninin önemli bir parçası olan “komşularla sıfır sorun” anlayışı, realpolitikte uygulama imkan

Sıfır sorun politikası yol ayrımında
Paylaş
Ramzy Baroud

Sinan Ülgen, yaklaşık olarak bir yıl önce, bir yazısında; “Türkiye politikasında varılmak istenen esas hedefin, ABD’ye olan bağımlılığını azaltmaya çalışırken, yakın komşularıyla güçlü ekonomik, politik ve sosyal bağların kurulması olduğu anlaşılıyor. Arap Baharıyla birlikte, Türkiye’nin yürütmek istediği bu politikasında güvenlik açığı meydana gelmiştir. Türkiye’nin, bundan böyle, bölgesel angajman açısından, yol gösterici yeni prensipleri oluşturması gerekir” şeklinde yazmıştır.
Gelişen olayların bu tarzda okunması tamamıyla benzersiz değildir ve çoğu zaman tekrarı yapılmıştır. Bu okuma şekli, Türk Dış Politikasına naiflik havasını vermekte ve Türkiye’nin zor şartlar altında, büyük bir çabayla peşinde koştuğu bölgesel hırsını gözden kaçırmaktadır. Bu okuma tarzıyla okuyucunun kafasında, Türkiye’nin, birkaç yıl önceki politikasına ters düşen, bugün uygulamakta olduğu politikayı izlemek zorunda bırakan, kendisini bir dizi talihsiz olaylar için bulduğu canlandırılmaktadır. Oysa bu bakış açısı doğru değildir.

TEZKEREDE ASIL HEDEF KÜRTLER

Türkiye-Suriye sınırında, 4 Ekimde meydana gelen olayların, Suriye tarafından, Türkiye topraklarına (Akçakale’ye) havan topu mermisinin atılmasından kaynaklandığı bildirilmiştir. Üçü çocuk olmak üzere, 5 kişi ölmüş ve bu olay, Türk tarafında “Bardağı taşıran son damla” olmuştur. Anadolu Haber Ajansı Suriye tarafının, havan topu mermisinin Türk topraklarına düşmesinden hemen sonra, Birleşmiş Milletler nezdinde özür dilediğini ve olay hakkında araştırma yapacağına dair söz verdiğini bildirmiştir. Suriye yönetiminin bu konudaki samimiyeti hakkındaki kuşkular devam etmektedir.
Türk askeri makamları hemen misillemede bulunmuştur. Meclisten sınır ötesinde askeri harekatın yapılmasına imkan veren tezkere süresinin bir yıl daha uzatılmasına onay alınmıştır. Tezkerenin çıkmasında amaç, esas itibariyle, Suriye sınırında meydana gelen olaylardan daha ziyade, Kuzey Irakta savaşım veren Kürtlere yönelik operasyon yapılması hedef alınmış ve Ekim ayı ortalarında oylamaya sunulacak şekilde, önceden planlanmıştır.
Tuhaf bir şekilde gelişen bu olaylar dizisinin gerçek dışı olduğu anlaşılıyor. Başbakan Recep Tayip Erdoğan, kısa bir süre önce, İsrail’i gücendirme pahasına, hem İran ve hem de Suriye’nin yanında yer almıştır. Erdoğan, böylesi bir siyasal sürecin sonucunda, kamuoyuna yapılan açıklamasında, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı “kardeşim” diye tanıtmıştır. Türkiye, Birleşmiş Milletlerde, Haziran 2010’da yapılan oylamada, İran’a yaptırım uygulaması konusunda karşı oy kullanmıştır. Wall Street Journal’de (WSJ) çıkan bir makaleye göre, Türkiye’nin bu tutumu “Krize neden olmuştur”.  Daha sonraki süreçte, Suriye ve İran’ı açıkça hedef alan savunma sistemi;  füze savunma girişimi konusunda Türkiye ile NATO arasında anlaşmazlık yaşanmıştır.
WSJ’ın verdiği habere göre Türkiye, Müslüman ülkelerde operasyon söz konusu olduğu zaman, dışarıda kalmayı tercih eden ittifak üyesi ülke olmuştur. Bütün bu gelişmeler, genel anlamda Gazze kuşatmasını yarmayı amaçlayan Türk Barış Aktivistlerini taşıyan Gazze’ye Özgürlük Filosu, Türk gemisi, Mavi Marmara’ya İsrail askeri tarafından yapılan baskından hemen sonra yaşanmıştır. Mavi Marmara’ya düzenlenen baskında 9 sivil kişi öldürülmüş ve birçoğu da yaralanmıştır. 


TÜRK DIŞ SİYASETİ ALT ÜST OLDU

Arap Baharı adı verilen olayların gelişim seyrinden dolayı, Arap ülkeleri ve İran’a yönelik Türk Dış Politikası altüst olmuş ve yeniden yön tayin edilmiştir. Türkiye, Arap ülkelerinde iktidar değişimine neden olan ayaklanmalardan önce ve sonraki dönemde de hep pasif bir oyuncuydu. Türkiye’nin, rakip tarafların güney sınırlarında gündem belirlenmesinden dolayı, sınır çizgisinde durması hali, Ankara’yı savaşa girme eşiğine getirdiği izleniminin verilmesi hem doğru değil ve hem de yanıltıcıdır. Müdahil olma arzusunda olan Türk siyasi aktörlerinin, müdahil olmayı nasıl formüle edeceklerine bakmasak bile, Libya’ya karşı yapılan savaşta yer aldıkları gerçeğinden kurtulmaları artık mümkün değildir. Şimdilerde ise, bir dereceye kadar tercihen taraf olmaları, Suriye’de devam eden kanlı iktidar savaşından dolayı başları derde girmiştir.  
En üzüntü verici olan ironi, Türkiye’nin, Suriye topraklarına düşen havan topu atışına karşılık yaptığı misillemeden hemen sonra, İsrail Başbakan Yardımcısı Dan Meridor, Paris’te basına verdiği bir mülakatında, dile gelmeyen ciddi bir dayanışmanın göstergesi olsa gerek, “Türkiye’ye yapılan bir saldırı, NATO’ya yapılmış bir saldırıdır” demiştir. Daha sonra; “Esad rejiminin düşmesi, aynı zamanda, İran’a vurulmuş hayati bir darbe olacaktır” şeklinde açıklama yapmıştır. İsrail Başbakanı Avigdor Lieberman, “ABD neoconları başarısız kalmışlardı ve artık vekalet ile savaşı yürütmektedir” şeklinde beyanat verirken, heyecanını gizleyebilmiştir.
Lieberman, desteklenmesi gerekir diye ileri sürdüğü, “Acem Baharının”  ufukta göründüğü kehanetinde bulunurken, hayal gücü yüksek birisi olduğunu göstermiştir. ABD ve İsrail’in, bu sıralarda Türkiye’de iskeleye yanaşmakta, bu konularda imkanları sınırsızdır.
Ankara’nın, Ortadoğu halkları başına gelen felaketin daha da kök salmasındaki ve daha ince politikaların tasarlanmasındaki rolünü tekrar düşünmesi gerekir. Geleceğimiz hakkında tasarımların yapılmasında, savaşın gündemde olmaması gerekir. Böylesi bir savaş, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur.


DİKTATÖRLERLE ANLAŞMA İMZALIYORLARDI

Erdoğan ve başında bulunduğu parti AKP, Türkiye iç politikasında da, ülkesini, darbe eğilimli, isyankar askeri yönetim tarafından idare edilen bir ülke olmaktan alıp, başarılı bir şekilde, halk tarafından seçilmiş sivil kişilerce yönetilen demokratik sisteme dönüştürme ve muazzam bir ekonomik büyümeyi yönetme saygınlığını kazanmıştır. Erdoğan ve  Davutoğlu, Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin de aralarında bulunduğu bazı Arap liderlerinin, uluslararası siyaset sahnesinde kendilerini yeniden bulmalarına ve içinde bulundukları izolasyon durumundan çıkmalarına yardım etmişti. Türkiye’yi yönetenler, bugün, iktidardan inmeleri için çaba harcadıkları Arap diktatörleri ile daha önce milyarlarca dolarlık ekonomik anlaşmaları imzaladıkları zaman, Arap halklarının içinden bulunduğu durumun ciddiyetini çok iyi biliyorlardı.
Ankara’nın Tel Aviv’le anlaşmazlığı, Filistin sorununa yönelik ABD ve İsrail politikalarında maddi değişiklikler ile sonuçlanmamasına rağmen, en azından, Türkiye gibi güçlü bir ülkenin, İsrail’in inatçı politikasına ve aleni hakaretlerine karşılık verebilecek cesareti göstermesinden dolayı, Arap halkları arasında belirli bir düzeyde memnuniyet duygusu yaşanmıştır. Türkiye, Arap coğrafyasında meydana gelen gelişmelerin başlangıcında, halkın hak talepleri, adalet ve demokrasi konusunda kısık bir ses tonuyla, kulağa hoş gelen bir söylemle, uzak diyarlarda meydana gelen olaylarmış gibi açıklama yapmıştır. Türkiye, Libya savaşında en son imza atan NATO üyesi ülke olmuştur. Arap medya organlarında bile savaş çığırtkanlığı yapıldığı bir dönemde, Türkiye’nin bölge halkları nezdinde ödül hak eden itibar edindiği ve güvenilebilir ülke sıfatı kazandığı anlaşılıyor. Aslında, imzalamanın daha geç bir zamanda olması pahalıya mal olmuştur.


TÜRKİYE SİLAHLI GRUPLARIN LİMANI

Türkiye, Suriye’de isyan olayları başladığı zaman hazırlığını yapmıştır. Türkiye’nin izlediği politika, kendi çıkarına göre belirlediği yaptırımları Şam üzerine uygulamak suretiyle, daha ilk başında inisiyatif almayı amaçlıyordu. Bir zamanlar sınır bölgelerini gerektiği gibi koruyabilen Türkiye toprakları, bu dönemde, kaçakçıların, yabancı savaşçıların, kaynağı belli olmayan silahların kol gezdiği alan ve daha başka olaylara sahne olurken, Türkiye, bölgede meydana gelen olaylara göz yumarak, daha da ileriye gitmiştir. Suriye Ulusal Konseyine (SUK) ev sahipliği yapmasının yanında, Türkiye sınırında istedikleri zaman operasyon düzenleyen Özgür Suriye Ordusuna da güvenli liman olmuştur.
Olayların büyük çoğunluğu Türkiye’nin hakkaniyet ile davranmadığını gösterdiği zaman, bu durum, siyasal bir çözüm yolu bulunmayışının temel nedenlerinden birisi olmuştur. Suriye’de cereyan eden kanlı ve amansız iç çatışma olayları, bölgesel iktidar mücadelesi haline dönüşmüştür. Suriye toprakları, birçok ideolojinin, ülkenin ve politik kampın müdahil olduğu, bölgesel iktidar mücadelesinin verildiği, vekalet savaşlarının yapıldığı alan olmuştur. NATO’nun görünüşte, Libya’da yapılan savaşta daha ılımlı bir tutum takınmış olmasına rağmen, Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olmasından dolayı, NATO’nun da Suriye’deki iktidar mücadelesine dahil olduğu anlamına gelmektedir. Türkiye’nin Suriye’de sürdürülen savaştaki rolünde, Kürt sorununun çok büyük bir yeri vardır.
Türkiye, az sayıda yapılan açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla, Suriye’nin kuzey bölgesinde, Kürtler tarafından herhangi bir inisiyatif alma hareketini kontrol altına almaya kararlı olduğu görülmektedir. Bundan dolayı, kendi sınır bölgesinde, genellikle Kuzey Irak için tasarlanmış çatışmaları iki katına çıkarmıştır.


İngilizceden Çeviren: Nizamettin Karabenk

ÖNCEKİ HABER

İşçiler kararlı; değiştirecek

SONRAKİ HABER

İTÜ direnişi hikayesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa