Dile kolay, Vanlı kadına zor
Van depremi diğer depremler gibi elbette doğaldı. 1999 Marmara Depremi’nden sonra bütün ülke elimiz böğrümüzde olası İstanbul depremini bekledik. Hatta bazı kadınlardan duyduk ki o gün Van’daki depremin bile merkez üssünün İstanbul olacağı düşünülmüş. Bizim “başımıza gelme” olasılığ
SEN GİT ERKEĞİN GELSİN
Başımıza gelen bu büyük felakete biz kadınlar tüm kadınlık hallerimizle yakalandık. Hamile iken, evde çocuk bakarken, rutin pazar günü işlerini yaparken, ütü yaparken veya banyoda çocuklarımızı yıkarken yakalandık. Deprem esnasında sığınakta kalan kadınlar çocuklarını bırakmak zorunda kalarak başka illere nakledildiler. Henüz yaşadığı şiddetin travmasını atlatamadan depremin travmasını yaşadılar. Herkesin kendi derdine düştüğü bu depremde özellikle tek başlarına çocukları ile yaşamaya çalışan kadınlar, toplumun yaratmaya çalıştığı “Bir erkeğe bağımlı olma” dayatmasına başkaldırdıkları için tüm erkekler ve sistem tarafından cezalandırıldılar. Yardımlara ulaşmaya çalışırken “Sen git aileden erkek gelsin”, “Kocan nerede” tepkileri ile karşılaştılar. Yardım dağıtımları erkekler tarafından organize edilmişti ve erkeklere göre koşullar yaratılmıştı. Bir kadın çadır almak için gece yarılarına kadar havaalanı kavşağında yüzlerce adamla birlikte bekleyemezdi -ki hiçbir kadına rastlamadık biz o yığılmalarda. Ayrıca çadır bekleme işi tüm Vanlılar için çok çetindi. Kamyonların arkasından çocuk bezleri, gıda paketleri, pedler, battaniyeler atıldı. Televizyonlarda bu görüntüler “yağma” başlığı adı altında verildi. İnsanlar kendileri için gönderilen eşyalara ulaşmak için birbirini ezmek durumunda kaldı. Erkekler o sıraların en önündeydi. Kadınlar ve çocuklar ezilenler arasındaydı. Biz bu duruma ne ortak ne de şahit olmak istediğimizden hiçbir destek paketini bu şekilde ulaştırmadık. Her başvurucu için depomuzda özel paketler hazırladık ve onları ellerimizle teslim ettik. Kamu kurumları erkek gözü ile erkeklere ve özlem içinde oldukları aile çerçevesinde uygulamaları yaptıkları için hizmetleri verirken yalnız, boşanmış, eşi cezaevinde olan, ailede ağır hastalığı olan kadınların özel durumlarını gözetmedi. Biz bu konuda onların duyarlılıklarını artırmaya çalıştık. Kadınlar arabayı kullananın, paketi taşıyanın, telefonu açanın kadın olduğunu görünce hem şaşırıyor hem de seviniyordu. “Kadın başına sen ne yapabilirsin ki” cümlesiyle büyüyen bizler için o günler birer kanıt laboratuvarıydı. Neler yapabildiğimizi gördüğümüz her anda biraz daha güçlendik. Her mahalleden çalışmalarımıza gönüllü olan genç kadınlar çıktı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce gönüllü Van’daki bu feminist afet çalışmasına katıldı. Neredeyse tüm şehirlerden Van’a dayanışma köprüleri kurulmuştu. Kadın dayanışmasının ne demek olduğunu çok yakından gördük.
Deprem süresince “yardım”ların adil olarak dağıtılmaması, dağıtımdaki koordinasyonsuzluk ve ayrımcılık bize “Kimseden birşey istemiyoruz. kadın dayanışması var” dedirtti. Dernek olarak biz de Türkiye’deki kadın örgütleri olarak kendi bağımsız çalışma alanımızı kendimiz oluşturduk. Kadınlardan kadınlara akan bir ağ oluşturduk. Her koliyi kaldırdığımızda, çalan her telefonu açışımızda, her çadırı kurduğumuzda, arabamız bozulduğu zaman her itişimizde, kar altında her üşüdüğümüzde “Yaşasın Kadın Dayanışması, Yaşasın Feminist Mücadele” dedik...
HİÇ GELİRİ OLMAYAN KADIN ‘EV ALSIN’MIŞ!
Depremde babasını, evini, işini kaybeden bir başvurucumuz için hâlâ konteyner ev mücadelesi veriyoruz. KADAV deprem sonrası rapor hazırlamak için bizleri ve hemen hemen her resmi kurumu ziyaret etti. Her kurum mükemmel çalıştığını beyan etti. AFAD, TOKİ evlerinin bir kısmını yalnız yaşayan kadınlara bağışlayacağını söyledi. Buna gerçekten inanmak istedik. Onlarca yalnız kadın için dilekçeler yazdık. Bunların yarısından fazlası işleme bile alınmadı. Geçtiğimiz günlerdeyse birine cevap geldi; TOKİ konutları hak sahiplerine dağıtılacaktır, boş kalması durumunda da satışa çıkarılacaktır. Bu cümle pek çok şeyin özeti. Hak sahipliği şartına dayanan ve depremzede olmayı teferruat olarak gören sistem, hiçbir geliri olmayan, gidecek yeri dahi olmayan kadınlardan ev satın almasını bekliyor.
MAĞDURİYET DEPREMZEDELİĞİ AŞTI
Depremzedelik hak mücadelesinde, aile olmaktan sonra geliyor. Valilik, AFAD bütün “yardım”ları aile çatısı altında yaparken, biz kadınları birey ve hepsinden öte depremzede olarak gördük. Çadırlar dağıtılırken de konteynerler kurulurken de ve şimdi TOKİ evleri dağıtılırken de aile olmanız gerekmekte. Yalnız, eşi ölmüş, eşinden boşanmış, kimsesi olmayan kadınlar haklarını talep ettikleri kurumlardan, “Ailen yok mu senin?”, “Git ailenin yanında kal onlar sana baksın” sözleriyle uzaklaştırıldılar. Pek çok başvurucumuz “aile” olmadığı için haklarından mahrum kaldılar. Sosyal Yardımlaşma Vakfı düzenli olarak gıda, kömür desteği yaptığı hanelere yardımı kesti, Sosyal Hizmetler, şimdiki adıyla Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü engelli ve bakım maaşlarını aksattı. Eski dosyalar kayboldu, yeni kayıtlar yığıldı ve depremzedelikten öte bir mağduriyet yaşanmaya başladı. İnsanlar kurumların önlerinde kimlikleriyle günlerce beklediler. Bizim konteynerimize gelen her kadın kimliğini uzatarak giriyordu. “Al ismimi yaz” diyordu. Kendi varlığını, durumunun kanıtını, vatandaşı olduğu ama yok sayıldığı bir ülkenin kimliğiyle kanıtlamaya çalışan o kadınlara hak mücadelelerini bırakmamaları için destek olduk. Vali yardımcısıyla başvurucularımız hakkında konuşmaya gittiğimizde, “Sizin çok zamanınız var herhalde bu kadar hikaye bildiğinize göre” yanıtını aldık. Depremin ardından aylar geçtikten sonra şehirde ardı ardına kurumsal toplantılar yapılmaya başlandı. Her kurum krizi iyi yönetemediğini kabul etti. Fakat bunda bir devletin milliyetçi, otoriter, ceberut tutumlarından ziyade, beceriksizliklerini itiraf etme durumu vardı.
ERKEKLER UMREYE, KIZLAR KOCAYA
Van Valiliği, ilk kurulan çadır kentte kurmak istediğimiz “Kadın Dayanışma Çadırı” kurmamıza izin vermedi, depremden 4 ay sonrasında kurduğumuz kadın ve çocuk çadırlarına yakın konteyner kentten gelen kadınlara “Oraya gitmeyin” telkinlerinde bulundu. Hatta son kurduğumuz yerdeki vaiz ailelere “çocuklarınızı VAKAD’ın çadırındaki fotoğraf atölyesine göndermeyin. Oraya giden çocuklar Kur’an kursuna gelmiyorlar” diye çağrılarda bulundular. Bugün bütün konteyner kentlerde Kur’an kursları var. Okullar kapanmadan önce kurayla seçilen 20 erkek öğrenci Umre’ye gönderildi. Bu kursların verildiği salonlarda ayrıca toplumsal cinsiyet eğitimleri de veriliyor. Yıllardır bütün kurumlarda bu eğitimin verilmesi gerektiğini vurgulayan bizler, bu haberi aldığımızda temkinli bir şekilde sevindik. Temkinli; çünkü içeriğinin ne olduğunu bilmiyorduk. Sonrasında öğrendik ki bu eğitimler tam da yok etmeye çalıştığımız toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmeye çalışıyor. “Kadının yeri evidir, kadın ailenin namusudur, erkek onu korumakla mükelleftir...” gibi hepimizin tüylerini diken diken edecek şeyler söylenmekte o eğitimlerde. Konteyner kent ve mahallelerde kadınlarla yaptığımız seminerler için Halk Sağlığı Müdürlüğünden uzmanlar talep ettik. Tek şartla kabul ettiler; eğitimler evlerde değil cami veya taziye evlerinde verilecek. Çünkü gidilen evin “terörist” evi olup olmadığını bilmediklerini, gittikleri evde memurlarının ayağının kırılabileceğini ya da başlarına bir şeyin gelebileceğini söylediler. Bu denli bir güvensizlik ve ötekileştirme ortamının olduğu bir yerde bölünmekten korkmanın dile getirilmesi son derece ironik.