22 Eylül 2019 18:58

Bir babadan oğluna özyaşam öyküsü

Şenay Eroğlu Aksoy, Abdullah Ataşçı ile yeni romanı “Yara Bende” üzerine söyleşti: "Romana başlarken ilk düşündüğüm şeylerden biri Yara Bende’nin beni büyüten şehrin bir romanı olmasıydı."

Abdullah Ataşçı'nın Yara Bende kitabının kapağı

Paylaş

Şenay Eroğlu AKSOY
Ankara

“Dağda Duman Yeri Yok”, “Brindar” ve “Kimse Bilmesin”in yazarı Abdullah Ataşçı ile yeni romanı “Yara Bende” üzerine söyleştik. Ataşçı, Yara Bende’de, hasta bir babanın oğluna tüm yaşamını aktarma isteğini tebessümü elden bırakmadan, kederli anlarda dahi gülümseterek resmediyor. Elazığ sokaklarında geçen kâh eğlenceli kâh kederli yaşamları kendine has üslubuyla romanlaştıran Ataşçı, kendi deyimiyle “karşı mahallenin” acıya gülümseyen insanlarını anlatıyor.

Kitabın oluşma sürecinden bahseder misin?

Yara Bende, asıl yazmak istediğim romanı iterek öne geçti. Belki de asıl yazmak istediğim metnin daha zamanı gelmemişti. Romanın girişi için epey uğraştım. Bir ara futbol üzerinden bölünmüşlüğü, kimlik arayışını, varoluşu anlatabilir miyim diye düşündüm. Bunu yaparken de anlatıcı bir spiker olmasın ama her şeyi bir spikermiş gibi noktasız, virgülsüz, bazen kırık dökük, bazen coşkulu, bazen de öfkeyle anlatsın istedim. Sonra asıl anlatmak istediğim mesele yavaş yavaş şekillenince bunun pek de mümkün olmadığını gördüm. Yeni bir dil kurmam gerekiyordu, bunun için de uzun bir zaman uğraş verdim. Sonunda ilk bölüm bitince romanı nasıl bir dille yazacağıma kararı verdim.

Yöresel deyimler, üstü açılmadık küfürler anlatımı sahicileştirirken kahramanlarını okurun yakınına taşıyor. Bu konuda özel bir çalışma yaptın mı?

Yazarkenki en temel arzularımdan biri kahramanlarımı okuyucuya yaklaştırabilmektir, bunu yapabilmişsem ne mutlu bana. Romana başlarken ilk düşündüğüm şeylerden biri Yara Bende’nin beni büyüten şehrin bir romanı olmasıydı. Oralardan bir kelime, bir ses, bir görüntü bulup çıkarmak için çocukluğumun geçtiği sokakları, beraber büyüdüğüm insanları, düğünleri, cenazeleri, çeşmeleri, bahçeleri, asfaltsız yolları; sonra aşklarımı, kavgalarımı, küfürlerimi, yenilgilerimi ve sevinçlerimi çokça düşündüm. Sonra Elazığ kültürüyle ilgili pek çok kaynak taradım, defalarca aynı türküleri dinledim, Elazığ’ı anlatan belgeseller, orada çekilmiş filmleri izledim, çok sayıda kişiyle görüştüm. Romanın yaslandığı mekânı, zamanı ve kahramanları sahici kılmak için buna ihtiyacım vardı.

Anlattıkların yaralayıcı ayrıntılar olsa da okuru kedere boğmadan, tatlı bir mizahla çiziyorsun çoğu şeyi, ölümü bile. Hamo Dede karakterinde olduğu gibi...

Dünyanın en eğlenceli insanları bana göre hiçbir şeyi olmayanlardır. Bu romanda da hiçbir şeye sahip olmayan, olmak istemeyen çok sayıda karakter var. Coğrafyanın onlara biçtiği yalın kat, bazı dönemlerde çokça sert olan hayata karşın, içlerinde bir cümbüş yaşayabiliyorlar. Dışarının acımasızlığı gözler önüne serilirken içlerindeki neşeli, coşkulu ve muzip hâlleri de görünür kılmak istedim sanırım. Bu insanları yazmamın bana en büyük katkısı belki romanı yazma sürecinde bugünden kopup onlarla beraber Salıbaba’ya gitmemdi. Bilirsin sen de yazmak bir yerde kaçıştır aslında.

Sıkça gerçeküstünü kullanıyorsun. Konuşan köpekler, ölümden sonra haber yollayan yaşlılar, dertten anlayan kayalar... Sence romana neler katıyor gerçeküstü?

Hayatın kendisine ne katıyorsa romana da onu katıyor diyebilirim. Çocukluğum aslında büyülü bir gerçekliğin içinde, bir dağ köyünde geçti. Bana göre dünyanın en güzel yeriydi orası. Envai çeşit otun ve böceğin sesi duyuluyordu yirmi dört saat.

Taşlarla, suyla, hayvanlarla konuşan insanlar vardı sonra. Herkesin uykuya çekildiği saatlerde garip seslerle ‘ben buradayım’ diyen taşlar da. Bir de bizim görmediğimiz ama bizi gören cinler, ruhlar, şeytanlar, gündüz vakti bile ortalıkta dolaştığı söylenen şehitler de vardı. Bir tuhaf ülkeydi köyümüz ve hakikaten büyülüydü. Şimdi geçmişe baktığımda, onlar olmasaydı, çocukluğum çok çorak kalırdı, diye düşünüyorum.

Doğaüstü o varlıklar olmasaydı hayatımda sadece herkesin bildiği gerçekler olacaktı. Edebiyatta da gerçeküstücülük, gerçeği paramparça eder ve her parçasında gerçeğin başka başka boyutlarını gösterir bize. Bu da romana inanılmaz bir zenginlik katıyor bence.

ÖNCEKİ HABER

CHP'li Bakan, Bilgi Edinme Kanunu'nda değişiklik talep etti

SONRAKİ HABER

“ABD'nin kullandığı uranyum nedeniyle Irak’ta kusurlu doğumlar yaşandı”

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa