Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek: Erdoğan iki cepheli bir savaşın arasında kalabilir
AKP’de "pelikancıların" yargıyı ele geçirme üzerinden başlattığı tartışmaları Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek ile konuştuk.
Fotoğraf: Burak Bilgehan Özpek'in kişisel arşivi
Şerif KARATAŞ
İstanbul
AKP 18’inci yılında, "cumhurbaşkanlığı sistemi" denilen başkanlık siteminin de birinci yılında AKP’deki iç çatışmalar artıyor.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ihracı ve Eski Bakan Ali Babacan’ın parti kurma girişimlerinin ardından, AKP içerisinde yer alan ‘pelikancı’ denilen grubun Bakan Abdulhamit Gül’e operasyon başlattığı öne sürülüyor. İktidarın ‘kabine değişikliği’ni tartıştığı şu günlerde, bu gerilimin artacağı ifade ediliyor.
AKP’de gruplar arasındaki tartışma ve kavgaların başkanlık sisteminin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıktığına vurgu yapan Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, “Gerek yatay eksenden gerekse dikey eksenden gelen basınç arttıkça Erdoğan büyük bir sıkışmışlık yaşıyor. Eğer bahsi geçen fraksiyonlar arası mücadele bir savaşa dönerse Erdoğan iki cepheli bir savaşın arasında kalabilir” değerlendirmesinde bulundu.
AKP’de ‘pelikancıların’ yargıyı ele geçirme üzerinden başlattığı tartışmaları Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek ile konuştuk.
Özpek, şunları söyledi: “AKP içinde yatay ve dikey olmak üzere farklı gruplaşmalar mevcut. Bunu söylerken AKP’den istifa etmiş ancak partiyi kuran ve uzunca bir süre partinin içinde bulunan insanları da dahil ediyorum. Yatay eksen, parti içindeki ideolojik ve felsefi ayrışmaları gösteriyor. Bir yanda, tamamen popülist ve dönemin ihtiyaçlarına göre esneyebilen, pragmatik bir Erdoğan var. Bu aslında başlı başına bir ideoloji çünkü İslamcılık veya muhafazakar demokrasi gibi fikirsel çerçevelere teslim olmayı reddeden bir yaklaşım. Bir program, bir kadro ve kurumsal bir parti yapısı tarafından denetlenmeyi istemiyor. Bu yaklaşımın geldiği nokta, kişiselleşmiş bir yönetim ve bu yönetimin ikbali için gerekli ekonomik ve politik hamleleri yapmak. Şu anda, Rusya, İran ve Çin ile iş birliği, milliyetçi ve ulusalcı aktörler ile iç politikada ittifak kurmak ve ahbap çavuş kapitalizmi Erdoğan’ın politik çizgisini belirliyor. Bunun karşısında, Ahmet Davutoğlu İslamcı bir fikir çerçevesini benimsiyor ve AKP’nin kurumsal bir siyasi parti olmasında ısrar ediyor. Bu çizgi, Rusya-İran ve Çin gibi ülkeler ile iş birliğini reddediyor, milliyetçi ve ulusalcı aktörler ile mesafeli olmayı gerektiriyor ve batı ile pragmatik ilişkiler kurmaya dayanıyor. Yatay eksenin son aktörü ise Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın temsil ettiği liberal kanat. Bu isimler, evrensel değerlerin kısıtlayıcılığına, batı blokuyla kalıcı, istikrarlı ve kurumsal ilişkiler kurmaya, iktisadi olarak da neoliberal politikalara inanıyor.”
"ERDOĞAN BÜYÜK BİR SIKIŞMIŞLIK YAŞIYOR"
AKP’de dikey bir eksen de olduğunu anlatan Özpek, şu değerlendirmede bulundu: “Bu dikey eksen, Erdoğan’ın bulunduğu noktayı dik kesiyor. Bu eksende yarış, Erdoğan’a yakın olmak ile ilgili. Bir yanda Süleyman Soylu’nun temsil ettiği devletçiliği popüler kılmayı başaran etkili bir ekol var.
Öte yanda, Erdoğan’ın ailesinden birisi olan ve ilginç bir şekilde popülarite yakalayamamasına rağmen medya ve halkla ilişkiler konusunda marifetleriyle öne çıkan Berat Albayrak ekibi var. Bu gruplara bir de, kamu kaynaklarından olabildiğince çok faydalanmak isteyen dini cemaat ve tarikatları ekleyebiliriz. Gerek yatay eksenden gerekse dikey eksenden gelen basınç arttıkça Erdoğan büyük bir sıkışmışlık yaşıyor. Eğer bahsi geçen fraksiyonlar arası mücadele bir savaşa dönerse Erdoğan iki cepheli bir savaşın arasında kalabilir.”
"MEMNUNİYETSİZ MUHAFAZAKAR SEÇMENİ ARTTIRIYOR"
AKP’de yaşanan tartışmanın topluma ve siyasete yansımasına dair sorumuza Özpek’in yanıtı şöyle oldu: “Bu durum başkanlık sisteminin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıktı. Siyaset kurumu ile birlikte AKP de kurumsallığını ve otonomisini yitirdi. Erdoğan siyaseten bütün sorumlulukları üzerine almış oldu. Üstelik sistem, AKP’yi iç siyasette MHP’ye dış siyasette de Avrasya ülkelerine bağımlı kılan özelliklere sahip. Yüzde 50’nin üzerinde oy alabilmesi için Erdoğan’ın milliyetçilere yakın durması gerekiyor. Bunun için de Kürt sorununda yumuşamaması icap ediyor. Mesela Suriye’de Kürtlere karşı etkin mücadele etmek için Rusya’nın desteğine muhtaç hale geldi Erdoğan. Bu politikanın ekonomik sonuçları olduğu kadar seçimlere yansıyan tarafları da var. Girdiği bu geri dönülmez yol, memnuniyetsiz sağ ve muhafazakar seçmen sayısını arttırıyor ve ideolojik rakiplerinin popülaritesini yükseltiyor. Öte yandan, sistem içinde tek adam olarak kalmak, ona yakın olan insanların bürokraside daha hızlı ve etkili bir şekilde örgütlenebilmelerini beraberinde getiriyor. Böylece liderin temsil ettiği merkeze doğru bir hücum bir rekabet başlıyor. Bu durum toplumsal gerilimi azaltan bir şey aslında çünkü krizin görünür olacağı mekanizmalar başkanlık sistemi sayesinde artık yok. Medya üzerindeki kontrol sayesinde birçok şey gizli kalabiliyor. Ama kriz yok olmuyor, başka mekanizmalar sayesinde ilerliyor. Muhtemelen hiç umulmadık bir zamanda patlayacak bu kriz ve toplum olarak AKP içindeki kavgaya şahitlik edeceğiz.”
"MUHALEFET AKP’NİN POLİKALARINI SORGULAMAKTAN VAZGEÇMEMELİ"
Burak Bilgehan Özpek muhalefetin tutumuna ilişkin de “Muhalefet partilerinin bu durumda yapması gereken tek şey birbirleriyle olan diyaloglarını sürdürmek ve Erdoğan’ın ideolojik rakiplerini desteklemektir. Onları bekleyen en büyük tehlike, bir ulusal güvenlik krizinin yaşanması ve olağanüstü durumların ortaya çıkması olacaktır. Bu sayede AKP içindeki dikey rekabet aniden son bulabilir ve muhalifler dolaylı olarak pasifize edilebilirler. O yüzden, gerek AKP içi, gerek AKP dışı muhalefet ulusal güvenlik söylemleri arkasına gizlenen AKP politikalarını sorgulamaktan vazgeçmemeli ve birbirlerini desteklemeye devam etmeliler” ifadelerini kullandı.