27 Eylül 2019 04:44
Son Güncellenme Tarihi: 27 Eylül 2019 15:21

Figen Yüksekdağ: Siyasi iktidar mahkemelerin üzerinden elini çekmeli

HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın duruşması görüldü. Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar vererek bir sonraki duruşmayı 24 Aralık tarihine erteledi.

HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ | Fotoğraf: MA

Paylaş

HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ hakkında hazırlanan 7 ayrı fezlekenin birleştirilmesiyle oluşturulan davanın 15'inci duruşmasında mahkeme heyeti “tutukluluğa devam” kararı verdi. Yüksekdağ, “Tahliye talep etmiyorum” dedi.

Ankara 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Dilan Dirayet Taşdemir, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sedat Şenoğlu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanları Şahin Tümüklü ve Özlem Gümüştaş ile HDP il, ilçe yöneticileri katıldı. Yüksekdağ’ın annesi Münire Yüksekdağ da duruşmayı izledi. Duruşma salonunda yoğun güvenlik önlemi alınması dikkat çekti.

İZLEYİCİ SINIRI GETİRİLDİ

Duruşmaya izleyici olarak çok sayıda avukatın yanı sıra mahkeme başkanının emriyle 80 izleyici sınırlaması getirildi. Mahkeme başkanı ve avukatlar arasında izleyici sınırlaması yüzünden kısa süreli gerginlik çıkması sonrasında duruşma başladı.
 
Yüksekdağ savunmasına İstanbul’da yaşanan deprem sonrasında tüm yurttaşlara geçmiş olsun dileğinde bulunarak başladı. Yüksekdağ, “Umarım korktuğumuz başımıza gelmez, bir facia yaşamak durumunda kalmayız” dedi. 
 
Siyasi iktidara “felaketlerin önüne geçme” görevini hatırlatan Yüksekdağ, şunları söyledi: “Ne yazık ki Türkiye’yi yöneten siyasi yapı doğal afetleri önlemek gibi birinci derece sorumlusu iken siyasi afetler yaratmanın, yaşatmanın peşinde. Türkiye’de yaşanan siyasi afetlerin ardı arkası kesilmiyor. Oysaki bizim birinci gündemimiz insanların güvenli bir biçimde yaşamasını sağlamak olmalı. Bugün İstanbul’da karşıya karşıya kaldığımız deprem riski ve arka arkaya yaşanan iki deprem bizim ne kadar öncelikli sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu hatırlattı. Doğa ve doğanın kuralları bunu hatırlattı.” 

“SİYASİ REZALET YAŞANDI”

Yüksekdağ, savunmasında şunları kaydetti: “Siyasi rezalet yaşandı. Tutuklu olduğum davadan ikinci kez tutuklanmamdan söz ediyorum. İlkleri deneyimliyoruz. Aslında benim tutuklu yargılandığım davadan ikinci kez tutuklanmam bu örneklerden birisi. Demirtaş ile birlikte bir gün habersiz ve alelacele bir şekilde savcılık sorgusuna çağrıldık. Hapishanedeki yaşamımızın önemli kısmı SEGBİS odasında geçiyor. Bunlardan birisi olduğunu düşündük. Ama hapishanedeki olağanüstü hareketlilikten olağanüstü bir durum olduğunu anladık. Temel hukuk kriterlerini ihlal ederek gerçekleştirilen bir savcılık sorgusu oldu. 

"SAVCI TUTUKLAMAYA SEVK ETTİĞİNİ SÖYLEMEDEN GİTTİ"

Yaşananları söylemek benim bile zoruma gidiyor. Yargılandığım isnat edilen suç okundu. Mükerrer bir sorgu olduğunu hatırlattım. Savcı bunu bildiğini söyledi. Bu soruşturma sürecinin hukuka uygun olmadığını ifade etmiş olmamıza rağmen bu sorguyu yapmakta ısrarlı davrandı. Anladım ki savcının tasarrufunda olan bir durum değildi. Beklenmedik bir anda yapılan operasyonlardan birisi olduğunu fark ettim. Ben hukuki hakkımı kullandım. Avukatlarım yanımda olmadan ifade vermeyeceğimi, süre istediğimi belirttim. Buna itiraz da olmadı. Çünkü itiraz olması için hiçbir neden yok. Buna ilişkin bir engel koymadı. Tutanaklara da o şekilde geçti. İşin en rezalet tarafı şu; savcı beni tutuklamaya sevk ettiğini söyleme gereğini bile hissetmeden tutuklamaya sevk etti. Ben tutuklamaya sevk ettiğini televizyondan öğrendim.

“İKTİDAR GURUR DUYUYORDUR”

Türkiye’deki yargı mensupları bunun izahını yapamayacak hale geldi. Ben tutuklanmaya sevk edildiğimde süre verildiğini sanıyordum. Televizyonlardan alt yazı geçmeye başladı. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tutuklamaya sevk edildi. Sonrası kamuoyunun malumu. Mahkemeye çıktık. Sulh Ceza Hakiminin nasıl çalıştığı ortada. İktidarın yargıya en fazla müdahale ettiği mahkemelerdir. Kuruluş amacına uygun olarak kendine yüklenen misyonu boşa çıkarmamıştır. İktidar gurur duyuyordu. Yine Sulh Ceza Hakimliğinde de sağlıklı bir süreç işlemedi. Halkımıza duyduğumuz saygı gereği çıkar mahkemede söyleyeceğimiz sözü söyleriz. Ne düşündüysek savunuruz. Ben kamuoyunun bizden beklentisini meşru bir görev olarak gördüğüm için o mahkemeye çıktım. Ayan olan beyan edildi. Tutuklama kararı verildi. Çifte tutuklanmış olarak karşınıza çıkıyorum. Bir tutuklama yetmedi. İki kez tutukladılar. Benim sözlerim, düşüncelerim, HDP’nin varlığı, HDP’nin taşıdığı önem değişir mi? 22 kez daha tutuklasınlar, hakikat değişir mi?​” 

"İKTİDARIN BİZİMLE MESELESİ HUKUKİ DEĞİL HAYATİDİR!"

Figen Yüksekdağ, hakkında 20 Eylül’de tekrardan çıkan tutuklama kararı için, “Bu kararları bize dayatanlar aynı zamanda şunu unutmasın; bizim çeliğimize çifte su verilmiş. Çifte tutuklama kâr etmez. Bu zamana kadar anlayamadılarsa yazık olmuş” dedi.

Yüksekdağ, “Ben kendi durumumda bir haksızlık, adaletsizlik dışında bir mağduriyet görmüyorum. Kimse bana 'yazık' demiyor. Ama yazık bu iktidara. Eğer bu tip yöntemlere hâlâ eğilim gösteriyor ve başvuruyorsa bu siyasi iktidarın acınacak durumda olduğunu gösterir” diye konuştu:

“Yahu Figen Yüksekdağ size ne yaptı da bir değil iki kez tutukluyorsunuz? Selahattin Demirtaş size ne yaptı da bir yargı kurumunun verdiği kararı hiçe sayarak bu kararı alıyorsunuz. Kendi mahkemelerinin kararının önüne geçemeyeceklerini bildikleri ve AİHM'in verdiği kararın daha fazla üzerine çıkamayacaklarını bildikleri için arkadan dolanmaya karar verdiler. Çok kötü bir yöntem. Siyaseten de arkadan dolanmak çok kötüdür, bizim kültürümüzde de... Arkadan dolanmayı en fazla kınayan toplumuz. Hukuksuzluğu bir tarafa bırakın her şeyden önce ayıptır.

"ERDOĞAN KİM OLARAK BIRAKMIYOR?"

Gözle görülüyor, anlaşılıyor ki, tutmuyor, bu gemi yürümüyor. Cumhurbaşkanı çıktı konuşma yaptı, ‘54 kişinin kanı eline bulanmış insanları bırakamazdık’ dedi. Buna benzer cümleleri ilk kez duymuyoruz ondan. Kim olarak bırakmıyorsun? Yargıç olarak mı, heyet olarak mı, bir hukuk kurumu olarak mı?

"ERDOĞAN ‘BENDEN KİM HESAP SORACAK’ DİYOR"

Şuna güveniyor, ‘Benden kim hesap soracak ki?​’. ‘Yazmışım yasamı, çıkarmışım kararımı, kimse benden hesap soramaz’ diyor. Bütün dünyanın gözünün önünde koskoca bir AİHM kararı ortada dururken -Selahattin Bey bakımından özellikle söylüyorum- tahliye engellendi. Benim açımdan ne olur ne olmaz şeytan doldurur, ben beklemiyorum ama ‘Kazara bir tahliye çıkarsa verelim biz tutuklamayı ki çift dikiş giderse sağlam olur’ diye düşündüler herhalde.

6-8 Ekim süreci konusu üzerinden bize siyasi operasyon düzenliyor. Mahkeme heyetinize de şunu söylemek isterim. 6-8 Ekim sürecindeki derinleşmeye dair söylediğimiz sözler ve yapmak istediğimiz tartışmalar aynı zamanda bir ihtiyaca tekabül ediyor. Sonra konuşacağız değişik zeminlerde. Türkiye’yi konuşacağız, Türkiye’nin gerçeğini konuşacağız ama esas meselenin 6-8 Ekim süreci olmadığın biliyoruz.  

"7 HAZİRAN’DAN SONRA İNİŞ DÖNEMİ BAŞLADI"

Siyasi iktidar özellikle son seçim süreçlerinde, aslında 7 Haziran’dan sonra iniş dönemine girmiştir. Son yerel seçim dönemlerinde artık halk desteğini önemli ölçüde kaybetti ve bunda HDP’nin aldığı politik tutum belirleyici oldu. HDP bu memlekette birçok kapıyı açan özellikle de barışın, demokrasinin ve otoriter rejime karşı çıkışın yolunu açan temel partidir.

Bu iktidar irtifa kaybediyor, irtifa kaybettikçe de daha agresifleşiyor, daha saldırganlaşıyor ve bütün siyasi intikam hesaplarını da bizim üzerimizden görüyor. Özellikle 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinden sonra çoğunluğunu yitirmiş bir hükümet yönetiyor Türkiye’yi. Bakın dünyada çok fazla örneğini bulamazsınız, bulduğunuz yegane örnekler otoriter, diktatöryal ve baskıcı rejimlerdir.

Demokratik bir rejim varsa seçimlerden sonra yapmak gereken şey şudur: Yunanistan’da, İngiltere’de yaşandı, hükümet değişiklikleri oldu. ‘Ben yönetim çoğunluğumu kaybettim ama çoğunluğa dayalı bir güçle yönetmek istiyorum. O güce esas olarak ben güvenirim’ der ve erken seçim çağrısı yapar. Veya başka bir kombinasyona yönelir. Bu siyasi iktidarda asla böyle bir şey yok.

Yaptığınız hesaplar tutmuyor kabul edin artık. Bizi 2016’dan beri tutukladınız ne oldu? Yaşananlara bir bakın. Yokuş aşağı gidiyorsunuz. Biz yerimizde duruyoruz, biz iddiamızı koruyoruz. Bizim öyle çok çok yükseklerde gözümüz yok ama biz de bu ülkenin yönetimine talibiz.

"İKİ PARTİ ÜLKEYİ FELAKETE GÖTÜRÜYOR"

Siyasi iktidarın bizimle meselesi hukuki değildir. Siyasi iktidarın bizimle meselesi, hayatidir ama bizim hayatımızla ilgili değil, kendi hayatlarıyla ilgilidir. Bizi öldürseniz de yeniden doğarız. Hapsederseniz, kolektif gücümüzle, çoğulcu anlayışımızla kendimizi üretmeyi, kalabalıklaşmayı başarırız. Hür türlü saldırıdan sağ çıkmayı, düşüncemizi anlayışımızı, hedefimizi sağ salim çıkarmayı biliriz ama bu ülkeyi yöneten siyasi iktidar, demokratik rejimin ucunu görürse yaşayamaz. Bu siyasi iktidarın temel özelliğidir.

AKP-MHP koalisyonunun geldiği nokta ortada. İki parti el birliği etmiş ülkeyi felakete götürüyor. Sağa sola bakmadan bodoslama giderek içte de dışta da bu ülkeyi felakete götürüyor. Demokrasinin ucunu gördükleri zaman hayati tehlikeye giriyorlar, hayati fonksiyonlarını kaybediyorlar, iktidarlarını kaybediyorlar.

Bu siyasi iktidar yine hayati fonksiyonlarından çok derin bir yara almış durumdadır ve hayatını kurtarmanın yolunu HDP’nin hayatını bitirmekte görüyor. 'HDP’yi siyaset dışı bırakırsam, tasfiye edersem ben kendi hayatımı kurtarırım' diye düşünüyor. Dün de söyledik, şimdi de söylüyoruz, her yerde söylüyoruz, sokakta söyledik, miting meydanında söyledik, seçim sandığında söyledik, mahkeme salonunda söyledik. Biz yaşam için varız. Biz yaşam üretmek için varız. Hayatımızı bitiremezsiniz.

"KİMSE HDP’YE SALDIRIP KENDİ GELECEĞİNİ KARARTMASIN"

Şunu da söylemeden geçemiyorum, kimse HDP'ye saldırıp da kendi geleceğini karartmasın. Bizim dünyamız kararınca kimse 7/24 güneş altında yaşayamaz. Bu memlekette demokrasi, özgürlük, adalet herkes için yoksa kimse huzurlu, mutlu yuvalarında yaşayamaz. Böyle bir şey yoktur. Hayatın, doğanın kurallarına aykırıdır. Bugün Kürt illerinde yaşanan trajedi Türkiye'yi karartmıyor mu? O insanların yaşadığı acılar bizlere de 10 bin çeşit şekilde yansımıyor mu? Ekonomik olarak yansıyor, siyasi istikrarsızlık olarak yansıyor, despotizm olarak yansıyor.

"HDP ÖNÜNDEKİ AİLELERE"

Türkiye'de iktidar tarafından derinleştirilen savaş, çatışma, gerilim siyasetinin vardığı çok trajik noktalardan birisi HDP Diyarbakır il binası önünde annelerin, ailelerin başlattığı oturma eylemidir. Bakın bu her açıdan trajik, sadece o ailelerin acısı bakımından değil. Her zaman şunu söyledik, annelerin acısı, bu ülkenin yurttaşlarının acısı, hepsi bizim acımızdır. İster dağdaki olsun, ister askerdeki olsun, ister Meclisteki olsun, ister sokaktaki olsun. Bu zamana kadar hiçbir gözyaşını bir diğerinden ayırmadık. Ailelerinin kendi evlatları için istediklerini, beklediklerini, umduklarını hiçbir zaman görmezden gelmedik.

‘Dikkati ne kadar HDP'ye yöneltirsem, ne kadar linç operasyonlarını HDP’de odaklarsam büyük fotoğrafı o kadar göstermem’ diye düşünüyorlar ama o büyük fotoğrafa baktığımızda tam bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bizim parti binamız önündeki ailelerin tavrını ve bize dönük siyasi linç operasyonlarını kullanıyorlar ama biz o büyük fotoğrafı her zaman anlayacağız.

Çağrı yaptık annelere: Gelin Mecliste komisyon kuralım, bu annelerin talebini birlikte karşılayalım. Aklı olan herkes bu annelerin sorununu HDP'nin çözemeyeceğini bilir. Çünkü sorunu HDP'nin yaratmadığını da bilir. Savaşı biz çıkartmadık, çatışmaları, operasyonları sürdürenler biz değiliz. Çatışan taraflardan biri biz değiliz. Çözüm merci biz değiliz ama biz siyasi çözümün üretilmesini, daha merkezi, daha total çözümün üretilmesinin merkeziyiz. Bu görevimizi de unutmadık.

Çocukların ailelerini bırakalım getirmek, bulmak gibi bir şansımız da yok. Bunu yapamayız ama ailelere şunun sözünü veririz: Biz çocuklarınızın ölümüne, kaybına yol açan bu sorunu siyaseten çözmeye adayız.

"7 HAZİRAN ÖNCESİ 3 BAKAN GÖRÜŞMEYE GELDİ"

6-8 Ekim süreciyle ilgili tanık talebimizi ve soruşturmanın genişletilmesi talebimizi yineliyorum. Bakın 7 Haziran’ın akabinde 3 bakan -İçişleri Bakanı vardı, yanında iki bakan daha vardı- çözüm sürecinden sorumlu 3 bakan istişare görüşmeleri altında bizimle görüşmeye geldi. HDP Genel Merkezinde bir görüşme gerçekleştirdik. Onlar bizden ne istediklerini, biz onlardan ne istediğimizi söyledik ve şunu çok net biçimde ifade ettik: Eğer şu an ülkede bir ara durum yaşanıyor, hükümet tek başına kurulamıyor ama bizler bu dönemde HDP olarak hükümet kurulması için çaba gösteririz. Bu süreci tıkayan bir siyasi krize, çözümsüzlüğe iten bir noktada durmayız. Hatta o dönem kamuoyunda konuşulan bir seçenekti, CHP ile AKP arasında bir koalisyon kurulma ihtimalini daha reel ve mantıklı gören eğilime girerseniz, biz de bunu isteriz, dedik.

Tutuklandığımda, ilk duruşmada ‘buraya yargılanmaya değil, zulmün gözlerine bakmaya geldiğimi’ söylemiştim. Üç yıldır geldim ve gördüm. Bütün milyonlar adına yargılandım. Yargılayanların, zulmün gözlerinin içine içine baktım. Yendik, kazandık, yine kazanırız. Zulüm edenlerin korkusunu da gördük, bizim haklılığımızı görmeye devam edecekler"

Yüksekdağ’ın savunması ardından avukatlar söz aldı. 

"AİHM SOMUT DELİLLER İSTİYOR"

AİHM’in somut deiller istediğini aktaran Avukat Ruken Gülağacı, “AİHM bize ‘Dolmabahçe Mutabakatı vardı. Devlet daha önce bu partiyle müzakere masasına oturdu. Ne oldu da aynı masada oturduğu kişiler şuan o dosyalardan örgüt üyeliğinden ve örgüt propagandasından yargılanıyor’ diye sordu. AİHM kararı öncesinde hem müvekkilimizin hem de Sayın Demirtaş’ın tutuklanması hukuken açıklanması mümkün değil. Yine Demirtaş duruşmasından hemen önce Barış Akademisyenlerine yönelik AİHM’de çıkan kararda akademisyenlerin Bese Hozat’tan talimat aldığı iddia ediliyordu. AİHM bu söylemlerin hepsine somut delil istedi. Sizler bunları kabul ediyor olabilirsiniz ama AİHM somut deliller istiyor. Söylediğimiz birçok şey dikkatsizce, özensizce dosyalara konulan soruşturmalardır” ifadelerinde bulundu ve tahliye talebinde bulundu.

"KARARI ÜST TEPEDEKİLER ALDI"

Avukat Mesut Beştaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 21 Eylül’de yaptığı “bırakamayız” açıklamasına atıfta bulunarak, “Üst tepedekiler tutuklanmalarına bir kere karar vermiştir. Sizin burada alacağınız karar anlamsızdır. 3 ayda kesinleşecek olan bir karar biranda karara bağlandı. Baktılar Demirtaş AİHM’de beraat edecek, bırakılacak o beraat etmeden her iki eş genel başkanları tutuklayalım dediler. Böylelikle sizi de pasifize ettiler” diye konuştu.

"TAHLİYE TALEP ETMİYORUM"

Son olarak söz alan Figen Yüksekdağ şunları söyledi: “Avukatlarım sağ olsun ama ben tahliye talep etmiyorum. Başından beri yargılandığım dava tamamen siyasi ve iktidarın ele aldığı bir davadır. Bugün tahliye olup, olmamam benim nezdimde hükümsüz kılınmıştır. Tek bir şey istiyorum. Hakkımızdaki bu davaların ne olduğunu biliyoruz. Biz hakikat ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyoruz. Bu dosyada gerçeklerin, doğruların ortaya çıkması gerekir. Biz hüküm de yatarız, iki kez tutuklanma saldırısı ile karşı karşıya da geliriz. Biz bunlarla baş ederiz."

"SİYASİ İKTİDAR ELİNİ BİZİ MAHKEMELERİMİZDEN ÇEKSİN"

Benim buradan siyasi iktidara çağrım var. Siyasi iktidar benim ve arkadaşlarımın yargılandığı mahkemelerden derhal elini çekmelidir. Mahkeme heyetleri üzerinden elini çekmelidir. Mahkeme heyeti olarak bizi bu utançtan kurtarmak için çok birşey yapamayabilirsiniz ancak bazı önemli işlerde yapabilirsiniz. Biliyorum bu tür krizleri siyasi ortam çözer. Yargı paketinde çıka çıka avukatlara pasaport çıktı. Avukat arkadaşlarımız yanlış anlamasın gözümüz yok. O paketten adalet çıkmadı, adalet çıkmalıydı” diye sonlandırdı.

DURUŞMA 24 ARALIK’TA

Kararını açıklayan mahkeme heyeti Yüksekdağ’ın savunmasını bitirdiğini ancak tutuklanmasına atılı suçun vasfı, mahiyeti ve istenen cezanın üst sınırı ele alındığı ayrıca 2271 sayılı kanunun CMK 100’üncü maddenin 3. fıkrasında yer alan “katalog” suçlar kapsamında yer aldığı ve tutuklanma tedbirinin uzun tutukluluk süresinin isnat edilen suça oranlı olmasından kaynaklı tutukluluk halinin devamına karar verdi. Mahkeme heyeti bir sonraki duruşmayı 24 Aralık tarihine erteledi.

YÜKSEKDAĞ'IN 83 YILA KADAR HAPSİ İSTENİYOR 

92 sayfalık dosya kapsamında 30 yıldan 83 yıla kadar hapis cezası istenen Yüksekdağ’ın Demokratik Toplum Kongresi (DTK) içerisindeki faaliyetleri ve diğer eylemleri nedeniyle “terör örgütü yöneticisi” sıfatıyla cezalandırılması isteniyor. (Ankara/MA)

 

 

 

ÖNCEKİ HABER

3 ilde okul servisleri kaza yaptı: 2 öğrenci yaşamını yitirdi, 13 kişi yaralandı

SONRAKİ HABER

Trump 28 liderle görüştü; Erdoğan’la sadece poz verdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa