"Rantçı anlayış İstanbul'u felaketler kenti haline getirdi"
Rantçı yönetim anlayışının İstanbul’u felaketler kentine çevirdiğini söyleyen İMO Başkanı Cemal Gökçe, çözüm için halkın örgütlü müdahalesi gerektiğine dikkat çekti.
Fotoğraf: Pixabay
Muzaffer ÖZKURT
İstanbul
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Genel Başkanı Cemal Gökçe, 17 Ağustos 1999 depreminden bugüne geçen sürede iktidarda olan rantçı anlayışın İstanbul’u selden, depreme, ısı adalarından hava kirliliğine kadar felaketler kentine çevirdiğini söyledi. Kaynakların iktidar çevresinde toplanmış küçük bir azınlığa aktırıldığına işaret eden Gökçe, “Bu ülkenin kaynak sorunu yok. Kaynaklar doğru kullanılsaydı bugün insanlar evlerinde korkmadan oturabilirdi” dedi. Halkın örgütsüz olduğunu ve yanlış yapandan hesap sorulamadığı için bugünlere gelindiğine dikkat çeken Gökçe, “Halkın duyarlı olması, örgütlü olması ve dayanışma içinde olması lazım” çağrısında bulundu.
493 ALAN BİLE YETERSİZDİ AMA...
Evrensel'e konuşan İMO Başkanı Cemal Gökçe, 1999 depremi sonrası İstanbul’da Afet Merkezi kurulduğunu ve kendisinin de buradaki 14 kişiden biri olduğunu hatırlatarak "17 Ağustos’tan sonra İstanbul’da yapı stoku etkilendi. Dolayısıyla il afet merkezi oluşturuldu depreme hazırlanmak için. Hazırlarken sadece yapı stokunun depreme güvenli olması yetmez aynı zamanda boş alana da ihtiyaç olduğu fark edildi. İstanbul Valiliği başkanlığında oluşan il afet merkezi 493 toplanma ve çadır kurma alanı belirledi. En son yaptığımız toplantıdaki sayı budur. Daha sonra bu kadar alanın da yetmeyeceği konusunda fikir birliği yapıldı. İktidar değişti bugüne kadar yeni boş yer yaratmayı bırakın 1999-2003 yılları arasında belirlenen 493 boş alanın 4’te 3’ü imara açıldı, alışveriş merkezleri kuruldu. İstanbul’da toplanma alanı kalmadı” diye konuştu.
Boş bulunan her yere inşaat yapılması nedeniyle yağan yağmur sularını alacak toprak da kalmadığını ifade eden Gökçe, "Yağan yağmur suyu betondan hızla akar, çukur yerlerde toplanır. Dolayısıyla sel ve su baskınları olur. Bunu bilmek için mühendis de olmaya gerek yok. Yağan yağmurun en az yüzde 70’ini toprağın alması lazım. Yağan yağmur suyunu alacak toprak kalmadı betona dönüştü. Yağmur yağıyor ve su baskını ve sellere dönüşüyor" dedi.
İSTANBUL 5 FELAKETLE KARŞI KARŞIYA
İstanbul’un 1999 sonrası depreme hazırlanması gerekirken, kötü yönetim ve rantçı anlayış nedeniyle 5 felaketle karşı karşıya kaldığını dile getiren Gökçe, şöyle devam etti: “Birincisi İstanbul’da artık her yağmurda su baskınlarıyla karşı karşıya kalıyor. 2009’da Ayamama deresi taştı ve 31 kişi yaşamını yitirdi. Taksim, Üsküdar, Ümraniye, Maltepe... Hemen her yerde su baskınları yaşıyor. Betonlaşma nedeniyle bunlar devam edecek. İkincisi her yer beton, otomobil sayısı arttı ve hava kirlendi. Üçüncüsü yine betonlaşma nedeniyle kent ısısı arttı, ısı adaları oluştu. Güneşten gelen ısı betonları etkiliyor, betonlar da birbirini etkiliyor ısı artıyor ve sonuç olarak oksijen azalırken karbondioksit miktarı artıyor. Dördüncüsü kentsel dönüşümde insanların olduğu yerde bir dönüşüm olmadığı için toplumsal ve sosyal sorunlar arttı. Beşincisi de deprem. Depreme karşı yapılması gerekenler o kadar kötü yapıldı ki ya da yapılmadı ki İstanbul depreme hazırlanması gerekirken, 5 afetle karşı karşıya bırakıldı.”
KAYNAKLAR DOĞRU KULLANILMADI
Halkı endişe içinde bırakan bu uygulamalardan küçük bir azınlığın mutlu olduğunu söyleyen Gökçe, şunları dile getirdi: "Bundan mutlu olan var olan iktidarın yandaşlarıdır. Sonradan türeyen şirketler, cemaatler, yandaş gruplardır. Bölüşümü de geniş halk kitlelerinin yararlanacağı şekilde değil olabildiğince dar bir kitle için yaptılar. Yerel ve merkezi yönetim çevresinde toplanan zenginler yararlandı."
Kaynak tartışmalarına da değinen Gökçe, "Bu ülkenin kaynak sorunu yoktur. Kaynakların doğru kullanılmaması sorunu var. Doğru kullanıldığında ülke kısa sürede kalkınır. Kaynaklar doğru kullanılsaydı, insanlar bugün evlerinde kesinlikle korkmadan oturabilirdi" diye konuştu.
HALK ÖRGÜTLÜ OLMALI
Deprem konusunda endişe içinde olan halkın yapması gerekenlere de dikkat çeken Gökçe, "Halka düşen şudur. Duyarlı, örgütlü ve dayanışma içinde olması lazım. Kendi haklarını talep etmesi lazım. Mahalle birliklerine, örgütlerine ihtiyaçları var. Meslek odalarına, işçi sendikalarının güçlenmesine ihtiyaç var. Öğrenci örgütlenmesine ihtiyaç var. Ülkemiz gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında örgütlenme konusunda zayıf. Yanlış tasarruflara karşı ağırlığını koşamıyor. Bu nedenle de kendi yöneticileri istedikleri gibi hareket ediyor. Kötü yapı yapıyor bunun ceremesini de kentte yaşayan halk yaşıyor. Ekonomik olarak düşük gelire sahip olanlar korunaksızdır. Kenti ve ülkemizi yönetenlerin bir görevi var kentleşme bilimi ve bilgisi çerçevesinde yönetmeleri yazım. Beceremiyorlarsa ya da yapmıyorlarsa halkın bu yöneticilerden örgütlenerek hesap sorması yazım. Hesap sorulmadığında yapanların yanına kâr kaldığı için bu noktaya geldik” diye konuştu.