Patriyarkal maneviyatçılığın müsameresi ya da "Bağlılık Aslı"
Oya Yağcı, "Bağlılık Aslı" filmini yazdı: "Bu yazı bir sinematografi ve film eleştirisi olmayacak. Konunun 'Aslı' sinema değil ve bu da yönetmenin kendi tercih ettiği bir durum gibi görünüyor."
Semih Kaplanoğlu'nun "Bağlılık Aslı" filminin afişi.
Oya YAĞCI
“(...)cadılık suçlaması, yine aynı tarihlerde İngiliz yasalarına dahil edilen ‘vatan hainliği’ ve günümüzün ‘terörizm’ suçlarıyla aynı işlevi görmüştür. Suçun bu derece belirsiz oluşu, yani muazzam bir dehşet yarattığı halde kanıtlanmasının bu kadar zor oluşu, her türlü protestoyu cezalandırmak ve günlük yaşantının en olağan yönlerine karşı bile şüphe uyandırmak için kullanılabileceği anlamına geliyordu.”1
Yazıya Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim kitabından bir alıntıyla girme sebebim Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı” filminin soyunduğu misyondan kaynaklanıyor. Zira film, kadın üzerinden tüm kuşları vurmaya hevesli görünüyor. Bu yazı bir sinematografi ve film eleştirisi olmayacak. Konunun “Aslı” sinema değil ve bu da yönetmenin kendi tercih ettiği bir durum gibi görünüyor.
FİLM ESTETİĞİN VE ETİĞİN DIŞINDA
Kadın cinayetlerinin, ensestin ve tecavüzün zirve yaptığı, maneviyatsız maneviyatçıların hüküm sürdüğü töreci şiddet ortamında Semih Kaplanoğlu’nun filmi, estetiğin ve etiğin dışında başka önceliklere işaret ediyor. Filmin derdi, siyasal iktidarın kültürel üretime yönelik iştahından bağımsız görünmemektedir. Kültürel üretimde ağırlık kazananvasatın iki yüzlü ahlakının ezberi için, ahlaka yüklenen anlam ve işlev, kadının cinsiyetçi indirgenmesi ve mülksüzleştirilmesi ile doğrudan ilişkilidir. Kadın varoluşunun biyolojik üretime ve aile içi yeniden üretimci ilişkiler sınırınageriletildiği bir patriyarkal kıtlık ortamı yeşertilmektedir. Siyasetin kültüralist, kültürün maneviyatçı yalanlarla donatılmasının hedefinde kadın vardır:
“Cadı avı ayrıca kadın bedeninin, emeğinin, cinsel güçlerinin ve yeniden üretim yetilerinin devlet kontrolü altına alındığı ve ekonomik kaynaklara dönüştürüldüğü yeni bir patriyarkal düzenin kuruluşunun bir aracı olmuştur. Yani cadı avcıları, belli ihlalleri cezalandırmaktan ziyade, artık hoş görmedikleri ve toplumda nefret uyandırmasını sağlamak zorunda oldukları genel kadın davranışlarını ortadan kaldırmakla ilgileniyorlardı.”2
Kadının eve kapatılması, özgürlüklerin kriminalize edilmesi, annelik rolü dışında kalmak isteyen kadının psikopat sunumu ve kentin kapitalist inşasında kırsalın artık orada olmayan ve kentte töreye dönüşerek kabuklaşan geleneğini yüceltmenin gerici işlevselliği, maneviyatçı siyasal dilin, mülksüzleşenin bakışını, yabancılaşan öteki’ye çevirmesinin ırkçı, cinsiyetçi araçlarını yeniden üretme zeminidir. Bu nedenle, kadına dair bakışında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ya da Diyanet İşleri Başkanlığı düzeyini geçemeyen filmin isminin içerdiği imayı da sorunlu buldum. Asıl olan:Patriyarkanın kural çemberinde yaşayan kadın-anne, üremeye yönelik işlevsel seks, kocayı, babayı, kardeşi ayakta bekleyen, yıkayan, pişiren (kocayı değil henüz), temizleyen kadın ve içeriği boş, düşünülmemiş ve aslında özellikle üzerinden atlanmış bir toplumsal sorunu “terörist” kelimesinin dar ve taraflı sınırlarında duyuran son sahnenin kaşıdığı milliyetçi damar ve yüceltilen şehitlik. Yazarken bile sıkıldım. Gerçekten ancak ana akım medyanın güzide köşelerinde anılmayı hak eden etik ve estetik dışı bir alanda görülmelidir bu film.
YÖNETMENİN İDEOLOJİK KODLAMASI
Görüntü yönetmeni Andreas Sinanos’un (Leyleğin Geciken Adımı, Ulis’in Bakışı ve Ağlayan Çayır’da Angelopulos’la yarattığı görkemden bildiğimiz) Anjelika Akbar’ın, sinemanın genç ve başarılı isimlerinden Kubra Kip ve Ece Yüksel’in ve pek sevdiğim Jale Arıkan’ın dokunuşları olmasa filme sonuna dek katlanmazdım. Yönetmen dışında herkes film çekildiği inancına sahip çıkmış görünüyordu. Sonuç olarak salt Maslak gökdelenlerinin hapishane çerçevelemesinde, soğuk ve renksiz iç mekan dekorasyonunda ve sürekli kapalı- gri bir havanın yarattığı mekansal ve ruhsal daralmanın imgesi dışında, filmin toplumsalla kurduğu bağın zayıf ve olguculuğa teslim olmuş bir bakışa dayandığı söylenebilir. Nesnelin bir dekor olarak kaldığı filmin öznel boyutu da yönetmenin son derece dar, ideolojik kodlamasına teslim olmuş. Filmin kadın dünyası ve psikolojisine net ve taraflı ayrımlar üzerinden bakmayı tercih eden kategorize edici yaklaşımı,toplumsalı dışladığı ölçüde, sınıf ilişkilerinin üzerinden atlayarak ve melodramatik bir yoksul-geleneksel-milli olanın yüceltilmi ile dramatik yapının temelsiz kalmasına yol açıyor.
Filmin sözünü kime söylediği önemli: Seyirci olmadığını düşündüm. Konuşmayı tercih ettiği yer ise bağımsız sinema kesinlikle değil.
1 Silvia Federici, Caliban ve Cadı/Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, çev. Ö. Karakaş, Otonom Cadı Kazanı, 2011, s.244.
2 Agy, s.244.