05 Ekim 2019 20:59

Pasaporta el koyma, 7/24 çalıştırma, cinsel saldırı… Göçmen ev işçileri köle gibi!

Nadira Kadirova’nın ölümü göçmen işçi kadınların çalışma koşullarını gündeme getirdi: "İşverenin insafına bırakılıyor, tacize, tecavüze maruz kalıyorlar. Pasaportlarına el konuyor. Kamu denetimi yok."

Fotoğraflar, Nadira Kadirova'nın sosyal medya hesaplarından alınmıştır.

Paylaş

Elif Ekin SALTIK

AKP Milletvekili Şirin Ünal’ın evinde çalışan Özbekistanlı Nadira Kadirova, 23 Eylül’de hayatını kaybetti. Kadirova’nın evde patronunun silahını kullanarak yaşamına son verdiği iddia edildi. Oysa Nadira’nın ağabeyi ve arkadaşı, olayın intihar değil cinayet olduğuna dair önemli iddialarda bulundu. Olayla ilgilenen savcı ise Nadira’yı ve tanık olarak dinlediği arkadaşını fuhuş yapmakla itham etti.

Nadira’nın ölümü, başka pek çok tartışmayla birlikte, Türkiye’deki göçmen ev işçilerinin çalışma koşullarını da yeniden gündeme getirdi. Konuyu göçmen kadın emeği üzerine çalışmalar yapan Pamukkale Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çağla Ünlütürk Ulutaş ile konuştuk. Ulutaş, göçmen kadınların çalışma koşullarının tamamen işverenin insafına bırakıldığını, kamu denetiminin neredeyse hiç olmadığını, farkındalığın ise çok zayıf olduğunu söyledi.

Göçmen kadınlar neden Türkiye’ye geliyor? Bakım ve hizmet işleri için özellikle tercih edilmelerinin nedeni ne?

Bu kadınlar özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra yaşanan ağır ekonomik krizden, geçiş sürecinin yarattığı yoğun yoksulluk ve çöküşten kaynaklı, ailelerini ayakta tutmak için geliyorlar. Arkalarında ailelerini bırakıyorlar. Bu aile üyeleri bazen küçük çocuklar, bazen eşler, bazen hasta anne babalar olabiliyor. Özellikle kadınların göç etmesinin ise çok temel bir nedeni var; 1980’lerden sonra bütün dünyada yapısal uyum politikaları ve neoliberalleşmeyle işsizlik ciddi biçimde artarken, göçmenlerin de istenmeyen ilan edildiğini gördük. Dolayısıyla göçmenler özellikle çok yüksek vasıflı mühendisler değillerse istenmemeye başlandılar. Ancak onlar açısından açık kalan az sayıda sektörden bir tanesi; ev hizmetleri bir tanesi de eğlence ve seks işçiliği sektörüydü. İş gücü piyasasında göçmen erkekler için inşaat işçiliği dışında pek de yer kalmadığından, kadınlar ailelerini ayakta tutmak, kendi hayatlarını kazanmak için göç etmeye başladılar ve coğrafi yakınlığın bulunduğu Türkiye’ye geldiler. Coğrafi yakınlığın mevcudiyeti, aynı zamanda da turist vizesiyle düzensiz göçün kolay olması, kayıt dışılığın yüksek olması, çok az kişinin bu kadınların kapısını çalıp “Sen niye buradasın, kayıtlı mısın, kayıtsız mısın?​” diye sormuyor olması Türkiye’yi bu anlamda çok kolay bir hedef haline getirdi.

Göçmen kadınların Türkiye’ye çalışmak için gelmesinin bir başka nedeni ise, Türkiye’de kadın istihdamı artarken bakım sektörünün gelişmemesi. Refah düzenlemelerinin yoksunluğu sebebiyle çok sayıda kadın iş hayatına girdiğinde hanelerinde yaşlılarına bakacak, çocuklarına bakacak, normalde kendilerine yüklenmiş olan evin idamesi ve idaresi görevini yerine getirecek bir başka kadına ihtiyaç duydular.

Bu görevin toplumsal cinsiyet özelliği hep varlığını korudu. Evin bütün bakım ve hane içi işlerinin düzenlenmesi, toparlanması kadınlara aitti. Göçmen kadınlar bu anlamıyla güvencesiz ve ucuz biçimde çalışmaya hazır bir gruptu. Dolayısıyla bu tarz bir talep, bu tarz arzla kesişti ve nihayetinde de çok sayıda göçmen kadın ev hizmetlerinde kayıt dışı biçimde çalışmaya başladı. Bir kısmı bakıcı olarak, bir kısmı evin temizliği için bir kısmı da evde kadına yüklenmiş hangi roller varsa, çocuk-yaşlı bakımı, temizlik, yemek vs. gibi, hepsini bir arada yüklendiler.

"O BİZİM EVİMİZİN KIZI İSTEDİĞİ SAATTE DIŞARI ÇIKAMAZ"

Göçmen işçi kadınlarla yaptığımız görüşmelerde kadınlar, yatılı kaldıkları evlerde örneğin; telefonlarının ellerinden alınması, izin günlerinin gasbedilmesi gibi uygulamalarla karşılaştıklarını belirtiyorlar. Cinsel saldırılara maruz kaldıklarını da biliyoruz. Sizin çalışmalarınızın ortaya koyduğu sorunlar nedir?

Bizim yaptığımız çalışmalar da çok benzer şeyler ortaya koyuyor. Ev alanı çok mahrem bir alan baktığınızda ve işyerine dönüştüğünde, zaten bu mahrem alan içinde işyeriyle ilgili ne olup ne bittiğini bilemiyorsunuz. Eğer işverenler göçmen işçileri kayıtsız çalıştırıyorsa, bu tamamen devletin gözünün görmediği bir alan haline geliyor. Bir de kayıt dışı ya da düzensiz göçmenlik söz konusuysa, tamamen gözden ırak bir yer haline geliyor. Göçmenler sınır dışı edilmemek için, başlarına daha kötü bir şey gelmemesi adına kolluk güçlerinden köşe bucak kaçıyorlar. Dolayısıyla hepten kırılgan bir alan söz konusu oluyor. Şunu da unutmayalım göçmen kadınların istihdam edildiği alan herhangi bir sermaye tarafından istihdam edilen işçilerin çalışma biçiminden farklı.

Bu işçi-işveren ilişkisi de tamamen hukuk kurallarıyla yasalarla belirlenmiş düzenlenmiş bir alan, ancak kayıt dışı çalışma çok yaygın. Çalışma biçimi ve koşulları bu sebeple tamamen işverenin insafına kalıyor. Bazen iş veren kadınlar ve işçi kadınlar arasında kurgusal akrabalık bağı oluşuyor, bir çeşit anne-kız gibi... Yaptığım çalışmadan bir örnek verecek olursam “O bizim evimizin kızı, istediği saatte dışarı çıkmasına izin veremeyiz. Başına bir şey gelirse diye korkarız. O yüzden biz yanında olmadan evin dışına adım atamaz.” İlk bakışta koruyuculuk gibi gözüken bir ilişki biçimi ama sonuçta bu kadınlar istedikleri zaman çıkabilir olmalılar, bir çeşit köleliğe dönüşen bir sonuç doğurabiliyor bu ilişki biçimi.

AŞAĞILAMA VE SÖZLÜ ŞİDDET ÇOK YAYGIN

İkinci ihtimal çok daha kötü; işverenin tacizi, tecavüzü, yoğun sömürüsü, hakareti, şiddeti söz konusu olabiliyor. Yaptığım çalışmalarda en kötü hikayeler şunlardı; kadınların alıp başlarını gitmeleri, evi soymaları gibi ihtimallerden bahsederek pasaportlarına el koyma çok yaygındı ve hâlâ da yaygın olduğunu biliyoruz. Bir başka yaygın durum kadınların bir çeşit yarı köle gibi kullanılması. Yani bir iş tanımı mevcut olmaması ve yatılı olarak kaldıkları evde 7 gün 24 saat her tür işte çalıştırılmaları, herhangi bir dinlenme zamanlarının mevcut olmaması. En fazla olursa pazar günleri 6 saat dışarı izni olabiliyor, evde bulundukları her an herhangi bir zaman diliminde işe koşulma ihtimalleri olabiliyor. Bu, gece 3’te hastaya ilaç verilmesi olabilir ya da bebeğin bakımı olabilir. Bir başka temel sorun mutfağın, kapların, yiyeceklerin ayrılması. Mesela çok sayıda kadın bana evdeki artık yiyeceklerle beslendiğinden bahsetmişti. İşverenin yediği yemekten yiyemiyor, onun oturduğu sofraya oturamıyorlar. Biri şunu söylemişti; “Benden mikrop kapmaktan korktukları için, bir tane tabak ve bardak verdiler. Ben onda yiyorum. Onlar sofradan kalkınca sofrada artık bir şey kaldıysa onu yiyebiliyorum.” Ayrıca sözel şiddet çok yaygın. Kadınların aile bireyleri tarafından hakarete uğraması, küfre maruz kalması çok yaygın.

Ancak şunu da ekleyeyim, bütün hanelerde bunun olduğunu söyleyemeyiz. Temel refah hizmetlerinden yoksunluk nedeniyle bu istihdam biçimine başvuran, kendisi de ücretli çalışan kadınlar var ve bu tarz bir olumsuz iş ilişkisi kurmayabiliyorlar. Ama buradaki asıl sorun bu ilişki biçiminin tamamen işverenin insafına bırakılmış, kamu denetimi dışında kalmış bir alan olması.

BELKİ DE PEK ÇOK KADIN NADİRA GİBİ CAN VERİYOR

Bu denetimlere yönelik hiçbir adım atılmadı mı?

2011’de hem bu ev hizmetlerinde çalışan kadınların sigortalanması ve düzenli göç daha kolay bir hale getirildi hem de bu konuda SGK denetimleri artırıldı. Fakat hemen ardından gelen kitlesel göç dalgasıyla bu kadınlar unutuldular, medyanın ilgisinin uzağında kaldılar. Ana akım medya da şimdiye kadar ya seks işçiliği boyutuyla ya taciz, tecavüz mağduru olarak ya da belirli cinsel özellikler yükleyerek gördü bu kadınları. Biliyorsunuz post-Sovyet ülkelerden gelen bütün kadınlar “Natasha” diye anılıyor. İşyerinde ya da evinde kayıt dışı göçmen çalıştıran, hak ihlali yapan, bunun sonucunda denetim gören bir ev haberi görmedik biz ana akım medyada. Nadira Kadirova haberi de biraz buna örnek. İşin içinde bir siyasetçinin varlığı da var ama, öte yandan işin “magazinsel” boyutunun olması böyle bir ön plana çıkmaya yol açtı. Yoksa bu örnek gibi pek çok evde pek çok kadın belki de böyle can veriyor...

YASAL DÜZENLEME EKSİKLİĞİ YOK, DENETİM VE FARKINDALIK EKSİKLİĞİ VAR

Türkiye’de ev işçilerine, özellikle de göçmen ev işçilerine ilişkin yasal bir düzenleme var mı?

Türkiye’de çalışma izni başvuruları sürecini Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı düzenliyor; Uluslararası İşgücü Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından çalışma izinleri veriliyor. İşveren tarafından başvuru yapıldığı koşullarda bu kişilerin çalışma izinleriyle çalıştırılma olanakları var. Çalışma izinleriyle ve dolayısıyla da kayıtlı olarak, SGK primleri ödenerek çalıştırılmaları gerekiyor. Fakat Türkiye’de zaten sadece göçmen kadınlar için değil, yerli kadınlar için de tam anlamıyla bir denetleme yok. Çok az kayıtlı çalışan yerli veya yabancı ev işçisi mevcut. Dolayısıyla kamuoyunun bu konuda bir bilgisi yok. Bu düzenlemeden haberdar olan işverenlerin bir kısmı sigorta primlerinden kaçmak istedikleri için bu türlü istihdam yolunu tercih etmiyor. Keza kadınların kendileri de bu süreçte paraya ihtiyaç duyuyor, böyle bir göç biçimini kabul etmeleri yarı kölelik koşullarında çalışmaya itiyor onları. Kaldı ki çalışma izni başvurusu ve SGK primi olarak ödenecek bütün bu paraların kendilerine verilmesini tercih edebiliyorlar. Onların da bu tarz bir bilinçsizliği ve seçeneksizliği var. Aslında bakarsanız yoksulluktan kaynaklı iki taraf arasında örtük bir anlaşma oluyor. Bir yasal düzenleme eksikliği yok, ama denetim eksikliği ve farkındalık eksikliği var.

YERLİ KADINLARIN BAŞVURDUĞU HER MEKANİZMAYA BAŞVURABİLİRLER

Göçmen kadınları koruyacak bir mekanizma var mı, yoksa nasıl oluşturulur? Kadınlar kendilerini nasıl koruyabilir, nereye başvurabilirler? Ve elbette devletin görevleri ne?

Şiddet önleme ve izleme merkezleri (ŞÖNİM) gibi Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından düzenlenen, yerli kadınların başvurabileceği mekanizmalardan onlar da yararlanabilir. Kolluk hizmetinden de yararlanabilir, polise şikayette bulunabilirler. Fakat burada kolluk güçlerinin de eşit olmayan uygulamaları söz konusu olabiliyor. Kolluk tarafından da bir kez daha ayrımcılığa maruz bırakılabiliyorlar. Hatta buna çarpıcı bir hikaye de var: “Türkiye’ye geldim, çalışmaya başladım, bir buçuk yıl boyunca çalıştım. İşverenim paramı vermedi. Bana dönüş yolunda vereceğini söylemişti, dönüş günüm geldi, eve ziyarete gideceğim, yine paramı vermedi ve ‘Nereye istiyorsan git başvur, ben sana bir kuruş bile vermeyeceğim’ dedi. Polise gittim hiçbir şekilde sonuç alamadım, paramı alamadan evime döndüm.”

Çoğunun sınır dışı edilme korkusu, kolluk güçlerinin göçmenlik ve kadınlık dolayısıyla yaptığı ayrımcılıkla karşılaşma olasılığı ortaya çıkıyor. Bu anlamda da polise bilinç kazandırılması, kadınların göç idaresine de başvuracaklarını bilmeleri çok önemli. Ama bütün bunlar için de bir bilgi ve farkındalığa ihtiyaç var. Ne yazık ki göçmen kadınların bu konudaki bilgi ve farkındalığını artırmaya yönelik hizmetler mevcut değil.

Bunların yanı sıra örneğin İstanbul'da Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV), Uluslararası Göçmen Kadınlar Dayanışma Derneği ve Mor Çatı Kadın Sığınağı da göçmen kadınların başvurabileceği mekanizmalar arasında yer alıyor.

ÖNCEKİ HABER

Kayıp yakınları: Mehmet Sincar dosyasının takipçisi olacağız

SONRAKİ HABER

İzmir'den Kaz Dağları'na yürüyüş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa