Mazlumun ahı zalimin zulmüne yeter mi?
Evrensel Editörü Muzaffer Özkurt, 150 bin işçiyi doğrudan ilgilendiren MESS sürecine dair yazdı: Metal işçilerinin taleplerini elde etmek için sadece kendi gücüne güvenmesi ve harekete geçmesi gerek.

Fotoğraf: Onur Yurtsever
Muzaffer ÖZKURT
Krizin bedelini kim ödeyecek? Bu sorunun yanıtı en yalın haliyle toplusözleşmelerde verilir. İşçi sınıfının sendikalı kesimi ile patronlar arasında yürütülen sözleşme görüşmeleri, örgütlü işçi sayısı oranından bağımsız olarak tüm işçilerin çalışma koşulları, ücret ve sosyal hakları için belirleyicidir.
Son dönemde art arda bağıtlanan sözleşmeler ise Türkiye işçi sınıfı açısından parlak bir tablo çizmiyor. Yüzde 8+4’le biten kamu ve tekstil grup sözleşmesi, yüzde 4+4 ile biten kamu emekçileri sözleşmesi, TÜPRAŞ ve kimi ferdi sözleşme imzalayan fabrikalarda YHK eliyle hükümetin bağıtladığı yüzde 6’lık ve üstelik 3 yıllık sözleşmeler... Resmi rakamlarda bile yıllık yüzde 30’ları bulan enflasyonu işçilerin, elektrikten gıdaya gelen zamlarla, yüzde 50’nin üzerinde hissettiği düşünüldüğünde, bu sözleşmeler hızlı bir yoksullaşma anlamına geliyor.
Metal işçileri, MESS grup sözleşmesini işte bu tabloyla karşıladı. Metal sektörünün Türkiye ekonomisinde tuttuğu belirleyici yer, Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunda en önde yer alan fabrikaların metal/otomotiv fabrikaları olması... Yanı sıra metal işçilerinin geçmiş dönem mücadele deneyimleri, 2015 yılında yaşanan metal fırtına ve sonrasında imzalanan sözleşmeyle aldıkları yüzde 26’lık zam... Sözleşme yılı olarak adlandırılan 2019’un sonunda gözleri metal işçilerine ve Koç Holding gibi sermayenin en örgütlü ve belirleyici kesimini oluşturan MESS üyesi metal patronlarına çevirdi.
Fabrikalarda işçilerin ve patronların nasıl bir hazırlığı var? Önde gelen fabrikalarda örgütlü Türk Metal’in temsilcileri neler yapıyor? Metal işçileri, sendikal bürokrasinin ihanetiyle imzalanan sözleşmelere karşın işçilere biçilen “kriz gömleğini” yırtabilecek mi?
SÖZLEŞMELİ ÇALIŞMA, İŞTEN ATMA
Öncelikle sermaye kesiminin (patronlar, sermayenin hükümeti ve işçiler içerisinde sermayenin ajanlığını üstlenen sendikal bürokrasi) bir strateji etrafında birleşerek sürece hazırlıklı girdiğini söylemek gerekir. Şimdiye kadar imzalanan sözleşmeler, hükümetin grev yasakları ve YHK eliyle bağıtladığı sözleşmeler bunun bir kısmı.
Tek tek fabrikalarda yaşananlar da patronların planları hakkında fikir veriyor. Örneğin Trakya’da geçen yıl 8 bin işçinin çalıştığı B/S/H beyaz eşya fabrikasında çalışan işçi sayısı önce 5 bine düştü, şimdi ise 6 bin civarında. Üstelik bu işçilerin 2 bine yakını sözleşmeli. Üretim hedefi tamamlandığı anda sözleşmeli işçilere kapı gösteriliyor. Sözleşmeliler içinden seçilen küçük bir grup kadroya alınırken, bel fıtığı olmuş, yüksek ücret alan, patronların deyimiyle “işe yaramaz hale gelen” işçiler ise işten atılıyor. Şimdilerde sipariş sayısının azaldığı herkesin dilinde. Bir yandan işçi sayısı azalsa da, kalan işçiler gece gündüz çalışmaya devam ediyor. 2019 hedef üretimini tamamlayan fabrikanın 2020 için dahi üretim yaptığı ve stoklar için yeni depolar kullandığını söylüyor işçiler. Böylece patron bir taşla birden fazla kuş vuruyor. Greve hazırlık için elinde mal tutuyor, 2020’de ağırlaşacağı belirtilen kriz koşulları için önceden hazırlık yapmış oluyor ve büyük bir işçi kıyımının da yolu açılıyor.
FAZLA MESAİ, ÜRETİM BASKISI
Bursa’da TOFAŞ’ta bir yılda atılan işçi sayısı 2 bini buldu. İşten atmaların süreceği söyleniyor. Bosch’ta ise “kendi isteği” ile işten ayrılmaya zorlanan işçi sayısı 670 civarında. Ana fabrikalarda yaşanan bu azalmanın etkisi yan sanayiye de fazlasıyla yansıyor. Görüştüğümüz işçiler, birçok fabrikada üçer beşer işten atmaların yaşandığını ve bu durumun giderek yaygınlaştığını anlatıyor. Kalan işçilerin yaptığı iş ise azalmak bir yana artmış durumda. İşçi atan patron, açığı fazla mesai ve üretim baskısıyla kapatıyor.
"TEŞVİK" ALDATMACASI
Patronlar işten atmaları çoğunlukla “teşvik” örtüsüyle gizliyor. Örneğin Bosch’ta kıdem tazminatını alarak işten ayrılmak isteyen işçiye brüt 3 maaş tutarında ek ödeme veriliyor. Karşılığında işsizlik ödeneğine başvurma engeli getiriliyor. Böylece patronlar devlet teşvikiyle İŞKUR üzerinden yeni işçi alabiliyor. Eski ve yüksek ücretli işçi yerine asgari ücret alan, sigortası ve ücretinin üçte biri devlet tarafından karşılanan işçi sayısı metal fabrikalarında hızla artıyor.
Bir yandan krizden dert yanan patronlar sonu işten atmayla bitecek teknolojik yatırımlarına da bu dönemde hız verdi. En fazla işten atmanın ve daralmanın tartışıldığı B/S/H patronu 350 milyon avroluk teknolojik yatırım yaptı. Bosch ise Endüstiri 4.0 adımlarını hızlandırdı. Bunun üretimdeki karşılığı işçilerin anlatımıyla “600 işçinin yapacağı işin 130 işçiye inmesi.” Yan sanayinin önde gelen firmalarından Coşkunöz’ün ise Romanya’nın yanı sıra Özbekistan’a da fabrika açmaya hazırlandığı söyleniyor.
İŞSİZLİK SOPASI SALLAYAN SENDİKACILAR
İşçi sendikaları açısından ise ortak bir strateji bir yana, patronların karşısına ortak taslakla çıkma konusunda bile bir adım atılmadı. Bilindiği üzere bir süre önce Türk Metal ve Birleşik Metal-İş arasında uluslararası sendikal örgüt nezaretinde “centilmenlik” anlaşması imzalanmıştı. İşçilerde ortak taslak hareket beklentisi yaratan bu imzanın, “Kimse kimsenin üyesine karışmasın”dan başka bir anlama gelmediği de böylece ortaya çıkmış oldu.
MESS sözleşmesi kapsamındaki 150 bin işçinin 120 bininin üyesi olduğu Türk Metal’in hazırladığı taslak ise sendika bürokrasisinin, işçilerin taleplerine değil patronların stratejisine bağlandığını gösteriyor.
Bir önceki sözleşmede yüzde 50’ye yakın zam talebiyle oturup yüzde 26’ya imza atan Türk Metal, bu yıl taslakta yüzde 26 zam talep etti. Bunun anlamı imza atılacak sözleşmenin kayıpları karşılamak bir yana, işçi ücretlerini baskılamak için hükümetin uyguladığı hedef enflasyonla bitmesi.
İşsizlik ise işçiler için en büyük korku. Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak sözleşme taslağını açıklarken geçen sözleşmede dördüncü sırada yer alan iş güvencesi talebinin bu yıl ikinci sıraya çıktığını söyledi. Ama ne taslakta buna dair bir madde yer alıyor, ne de fabrikalarda “Bir işçinin burnu kanarsa şunu yaparız” deniyor. Aksine Türk Metal temsilcileri fabrikalarda “İş mi-ücret mi” sopasını sallıyor, “Mutfak yanıyor, ne kadar zam alınır?” diye sorana grev yasaklarını ve YHK kararlarını örnek gösteriyorlar. İşçi atılan fabrikalarda fazla mesai yapılmasına izin veriliyor; sözleşme dönemi grev hazırlığı yapılacağına patronların stok üretim yapmasına göz yumuluyor.
SESSİZLİK İŞTEN ATMAYI ENGELLER Mİ?
Dört bir yandan kuşatılan metal işçileri, 2015’teki Metal Fırtına döneminde olduğu gibi, saldırılara yanıt verecek örgütlülüğe ve talepleri etrafında bir birliğe sahip değil. Metal Fırtına sonrası fabrikalardaki işçi grupları, 2017 sözleşmesinde yürüttükleri tartışmalarla sendikayı zorluyor, kimi zaman gözdağı veriyordu. Kısmi de olsa bu çabalar, 2015 direnişinin rüzgarını da arkasına alarak, yüzde 26 zammı getirmişti.
Ancak bu dönem fabrikalar derin bir sessizlik içinde. İşçi grupları kendini göstermiyor, tartışma yürütmüyor. Sendikayı sıkıştırmak bir yana, şubeye gidip sözleşmeyi soran yok gibi. B/S/H, Renault, Bosch gibi fabrikalardan görüştüğümüz işçiler molalarda dahi sözleşmenin çok az gündem olabildiğini söylüyor.
Sessizliğin arkasına bakıldığında ise işsizlik korkusu çıkıyor. İşçi örgütsüz, sendikacılar da patronun yanında olunca bireysel tutumlar öne çıkıyor. Mesela Bosch’ta emeklilikte yaşa takılan işçilerle, genç işçiler karşı karşıya gelmiş. Kıdem tazminatına karşılık EYT’lilerin sorununun çözüleceği yaygın bir kanı. Genç işçiler tepki gösterirken EYT’li işçilerin bir kısmının “Benim işim hallolsun, emekli olayım da” yönlü sözleri işçiler arasında bölünme nedeni olmuş.
Türk Metal’in örgütlü olduğu fabrikalarda sendikacıların işten atmaya ön ayak olması da işsizlik korkusunu artırmış. Bosch işçisi “Fabrika yönetiminden resmi bir açıklama yok, sendika temsilcileri geziyor teşvikli işten ayrılmak isteyen var mı diye... Sana ne! Patron musun sen? Sen niye uğraşıyorsun?” diyor.
Hemen her işçi biliyor ki işten atma potasına ilk olarak, sendikaya ve patrona karşı “sivri” duran işçiler, rapor alanlar, bel fıtığı gibi meslek hastalığına yakalananlar, ücreti yüksek kıdemli işçiler alınıyor. Bu nedenle kendini tehlikede gören teşvikten yararlanıyor. İşini korumak isteyenler ise sessiz kalarak kendini kurtarmaya çalışıyor. Zaten işçiler artık uzun vadeli düşünemez duruma gelmiş, getirilmiş. Çoğu işçi “Kışı geçireyim”, “Bayramı atlatayım”, “Şu iki ay geçsin hele”, “Şu borcumu ödeyeyim” gibi kısa vadeli planlar yapar halde. B/S/H işçisi şöyle özetliyor: “İşçi neredeyse robot olmuş. Girdiğim fabrikadan emekli olurum diye bir düşünce yok. Uzun erimli düşünmek yok. Çocuğunu düşünmek yok.”
Ama hemen her işçi biliyor ki sessiz kalmak, olumsuzlukları görmezden gelmek, sıranın ona gelmeyeceği anlamına gelmiyor. Örneğin 2001 krizinde, o zaman adı AEG olan B/S/H’ta işçilerin yüzde 75’i işten atılmıştı. Kriz sonrası ise sözleşmeli işçi uygulaması başladı. Ya da MESS’in direksiyonundaki Koç Holding’e ait TOFAŞ’a bakalım; 1994 krizinde toplam 3500’e yakın, 2001 döneminde 3 bine yakın, 2008 krizinde 1200 ve bugün ise 2 bin civarında işçi atıldı.
“Kriz var, patron ne yapsın” diyenler olabilir. Ama veriler aksini söylüyor. BİSAM’ın yaptığı araştırmaya göre patronlar krizlerle geçen son 15 yılın sonunda kâr oranlarını 10 kat artırdı. Aynı dönemde işçilerin verimliliği yüzde 130 ve üzeri artarken, gelirden aldıkları pay yüzde 50-60 arasında geriledi.
Fabrikalardaki sessizlik işte bu adaletsizliği daha da derinleştiriyor.
METAL İŞÇİSİ KENDİ GÜCÜNE GÜVENMELİ
Tüm işçiler geçinememekten şikayetçi. Okulların açıldığı dönemde artan “bağışlar” can yakmış. Elektrik faturaları isyan ettiriyor. Henüz doğal gaz faturası görmeyen işçiler için kış çoktan geldi.
Sessizlik ve örgütsüzlük olsa da işçilerin sözleşmeden beklenti içinde olmasının nedeni artan yoksulluk. Görüştüğümüz işçiler taslaktan memnun olmasalar da “Hiç değilse” ile başladıkları cümlelerini “Yüzde 20’nin altına düşmemeli”, “Net 500 lira olmalı” talepleriyle tamamlıyor. “Peki, bu koşullarda, daha önce imzalanan sözleşmelere bakınca neden böyle bitsin?” sorusuna ise yanıt alamıyoruz. Sadece enflasyonun yüksekliğini, pazara çıkamaz hale geldiklerini, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını söyleyerek, beklentilerinin ne kadar haklı olduğunu açıklamaya çalışıyorlar. “Peki, bu zammı verirler mi?” sorusuna da olumlu yanıt veren yok. Başta Bursa’dakiler olmak üzere metal işçilerinin hemen hepsi, harekete geçmeden, patronu ve sendikacıları sıkıştırmadan zam alınamayacağını, iş güvencesinin sağlanamayacağını biliyor aslında. “Neden harekete geçilmiyor?” sorusuna verilen yanıt ise hep aynı: “Çünkü örgütsüzüz”, “Arkamdakilere güvenmiyorum”, “Bizim fabrikada olmaz...”
Burayı biraz daha kurcalayınca, Bursa dışındaki metal fabrikalarından işçiler, 2015 Metal Fırtına’nın merkezi Bursa’yı işaret ediyor; “Onlar bir şey yaparsa olur” diyorlar. Daha fazla mücadele deneyimi olsa da Bursa’daki fabrikalarda çalışan işçilerin diğer illerdeki işçilerden şu anda çok farkı yok. Bosch’ta yüksek zam alınmasını sağlayan ancak yarım kalan 2012’deki sendika değiştirme mücadelesi, MESS’in tüm metal işçilerine bin lira ikramiye vermesini ve sonraki sözleşmede yüzde 26 zam alınmasını sağlayan 2015 Metal Fırtına, işsizlik korkusu ve belirsizlik nedeniyle olumsuz yönleri öne çıkarılarak konuşuluyor. Oysa aynı işçiler daha bir yıl önce “İyi ki mücadele vermişiz” diyordu.
Genel olarak metal işçisi bekleme durumunda. Patrona, sendikal bürokrasiye sövmek ve beddua dışında henüz bir adım atmış değil. Çorlu’da organize sanayi bölgesi içerisinde mal taşıyan bir kamyonun arkasında yazan “Zalimin zulmü varsa mazlumun ahı var” sözü metal işçilerinin bugünkü durumunun ifadesi.
KOMİTELER KURULMALI
Sayıları sınırlı olmakla birlikte sınıf bilinçli işçiler bu sessizlikle bir yere varılamayacağının farkında ve bunu ellerinden geldiğince fabrikalarda tartıştırmaya çalışıyor. “Biz sessiz kalınca patron zaten yapacağını yapıyor. Korkunun ecele faydası yok” diyen bu işçiler, “Artık taleplerimizi konuşmanın, adımları atmanın, en yakınımızdan başlayarak yeniden birlik olmanın yollarını aramak zorundayız” çağrısı yapıyor.
Zaten geçmiş deneyimler de başka bir çözüm olmadığını gösteriyor. Metal işçilerinin taleplerini elde etmek için sadece kendine gücüne güvenmesi ve harekete geçmesi gerekiyor. İşçiler ancak Metal Fırtına’da olduğu gibi en küçük üretim birimlerinden başlayıp bant bant, bölüm bölüm komiteler kurarak, sözcülerini belirleyerek birliğini kurduklarında ve sendika farkı gözetmeden fabrikalar arası koordinasyon sağladıklarında sözleşmede söz sahibi olabilir, iş güvencesini sağlayabilir. Yoksa mazlumun ahı, zalimin zulmünü yenmeye yetmez. Sözleşmede ve kriz günlerinde ilk sözü de son sözü de işçi değil, sermaye söyler. Bu gidişi değiştirmek ise metal işçisinin yapacaklarına bağlı. Yakın tarih bunların örnekleriyle dolu.
Evrensel'i Takip Et