Gazeteciliğin morfolojisi
Anıl Yurdakul, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto ile görüştü.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto | Fotoğraf: Anıl Yurdakul
Anıl YURDAKUL
İstanbul
Reşid Halid Gönç, Ali Suavi, Ebüzziya Tevfik, Nâzım Hikmet, Ahmet Rasim, Hikmet Feridun Es, Cemal Nadir, Suat Yalaz, William Churchill* ve nice ismini duyduğumuzda heyecanlanmamıza neden olan, gazetecilerin “Bizim Yokuş” olarak adlandırdığı Babıali ekolünün son kalesidir Türkiye Gazeteciler Cemiyeti binası. Binadaki bayrağın altından geçerken tüylerim diken diken oluyor, Başkan Turgay Olcayto’nun odasına girene dek…
TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ
Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin mimari dokusu bozulmamış yapısındaki atmosferi içime çekerek Cemiyetin Başkanı Turgay Olcayto’nun odasına giriyorum. Huzur dolu sakinliğini odasına yansıtmış Olcayto, pencere kenarındaki masası, masasının üzerinde günlük gazete ve kitap ekleri, kalemliği ve kağıtlar, masanın arkasında ödüllerle hoş bir atmosfer içerisinde bulunuyor… Sıcak bir şekilde karşılıyor beni Turgay Olcayto, yanıma oturarak dinliyor beni. Gazetecilerin anılarını kayda alarak yapmakta olduğum projemi gülümseyerek dinliyor, önerilerde bulunuyor, basının günümüzdeki meselelerinden bahsediyor. Kameramı ve tripodumu kurduğumda masasının arkasına geçiyor ve kayda başlıyoruz.
1961 yılında üniversitede okurken başlar gazeteciliğe Turgay Olcayto. ‘Çok da ciddiye almamıştım doğrusu’ diyor hayatı boyunca başka bir iş yapamayacağı mesleği gazetecilik için. Nereden bilebilirdi ki? Ortaokulun son sınıfından itibaren işportacılıktan avukat katipliğine dek yapmadığı iş kalmamış. Dayısının semti Sarıgüzel Caddesi’ndeki bakkal dükkanında çalıştığı dönemde Özer Öztep’in üzerinde görmüş olduğu cemiyet rozeti çeker gazeteciliğe olan ilk ilgisini. Spora olan yatkınlığından ötürü Özer Öztep’in “Bizim ‘Son Posta’ya götüreyim” seni demesiyle basın dünyasına ilk adımını atar Olcayto.
Selim Ragıp Emeç’in Zekeriya Sertel ve Halil Lütfi ile birlikte kurduğu Son Posta gazetesinin yönetimine, Emeç’in 1960 yılında Yassıada’da yargılanması ve şeker hastalığından ötürü gözlerinin göremez hale gelmesiyle, oğlu Çetin Emeç geçer. Özer Öztep’in spora merakından ötürü “Gazetenin spor servisine götürdüğü Olcayto gördüklerini şöyle anlatıyor:
“En azından bir iki masası, daktilosu, telefonu olan ofis bekliyorum. Hemen hemen boş olan köşede, masada Orhan Ayhan var, sonradan spiker oldu. ‘Gel kardeş hoş geldin’ dedi. N’apacağım dedim. ‘Sıraselviler’e uğra bülten al gel’ dedi. Bekliyorum maç kovalayacağım atletizm, basketbol… Üç dört gün sonra istihbarat şefimiz çağırdı. ‘Seni’ dedi, ‘Mustafa Yücel çağırıyor’. Hepimiz hoca derdik Yücel’e, hem MEB’de çalışan bir gazeteci, hem TGC’nin genel sekreteri, hem de yazı işleri müdürü. Girdim odasına.
‘Sanserhan’ı biliyor musun?’ dedi, Sirkeci’deki Emniyet Müdürlüğünün eski adı.
- ‘Biliyorum hocam’ dedim.
‘Yarın orada (polis-adliye muhabiri) başlıyorsun’ dedi.
- Hocam, dedim. Sporda çalışmak istiyorum dedim. Sertçe çıkıştı.
“Yıkıl karşımdan! Spordan gazeteci olmaz, gazeteci olmak istiyorsan git orada başla” dedi. Böylece, polis-adliye muhabiri olarak çalışmaya başladım. Dönemin en usta gazetecileri de oraya gönderilirdi.”
TRT’NİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ
Çay ikramıyla sohbete ara veriyoruz. Konuyu dağıtarak hoş bir şekilde sohbet ediyoruz. Saatler geçiyor ama zaman bana vicdanlı davranıyor. Tekrar konumuza dönerek TRT’yi soruyorum Başkan Turgay Olcayto’ya:
“TRT’yi anlatmak çok zor. TRT kamu hizmeti yapma amacıyla kurulan Radyo Televizyon Kurumuydu. 1967’de İstanbul Radyosunda başladım çalışmaya. 1965’te derli toplu programa geçildiğini söyleyebilirim. İstanbul Radyosu bugünkü yerindeydi, hiç değişmedi ama iç yapısı çok değişti. Biz girdiğimizde, tabi o dönem sınavla giriliyor, ben de sınavla girdim. Çok değerli programcı arkadaşlarım vardı. Bizim haber merkezi program merkezine karşılık daha zayıftı diyebilirim. Babıali’den gelen 5-10 kişiydik. TRT’nin o zamanlar bir ilkesi vardı: ‘Halkın kültür seviyesini bir üst düzeye çıkarmak”. Tiyatro programları, kültür programları, köy programları çok başarılı şekilde gerçekleştiriliyordu radyoda. Genel müdürler geldi genel müdürler gitti. Tabii kurumun özerkliği elinden alındı, maddi özerkliği kaldı. Oysa TRT yayın yönetimi kurulu vardı. Mesela, Melih Cevdet Anday o kurulun başkanlarından biriydi. Yönetim kurumunda Emin Sandalcı, personeli temsil ederdi. Yani TRT demokrat bir şekilde yönetilirdi. 12 Mart’tan sonra yapı bayağı bir değişti. Asker şefler gelmeye başladı. Feridun Fazıl Tülbentçi vardı, tarihi konularda program yaparlardı. Mesela radyo müdürümüz vardı. Tipik bir İstanbul beyfendisi diyebilirim Salih Bey vardı, bu kadrolar gitti. Mesela Salih Bey’in yerine levazımdan birini getirdiler.”
İSMAİL CEM İPEKÇİ?
İsmail Cem soru işareti olan bir isimdir. TRT’nin başına getirildiği dönem parlak olmayan, fazla ismi bilinmeyen bir gazetecidir. ‘TRT’de 500 Gün’ isimli anı kitabında (Her anının savunma olduğu unutulmamalı) İpekçi, ‘Bir gece Dönemin Başbakanı Ecevit tarafından Ankara’ya çağrıldığını ve TRT’nin başına geçmesinin istendiğini’ yazar. Peki, Olcayto’nun, İpekçi ailesinin parlak ismi İsmail Cem’e dair gözlemleri nasıldı?
“Bir dönüm noktası da İsmail Cem’in geldiği dönemdir. İsmail Cem yeni baştan radyoyu dizayn etmeye girişti. Ondan önceki genel müdürü biz protesto ediyorduk ve İsmail’den çok şey bekliyorduk. Ama bir iki aylık çalışmadan sonra büyük hayal kırıklığına uğradık. Kurum dışından kişiler getirdi, mesela Mehmet Barlas’ı haber dairesinin başına getirdi. Onunla beraber, aralarında Haluk Şahin’in de olduğu kişileri getirdi. O zaman şöyle düşünüyorsunuz; sınavla gelmişsiniz, kadronuzu kopara kopara almışsınız ama siz 7 lira ücret alırken onlar 10 lira alıyor”. Bir kere işinizden soğuyorsunuz yapacağınız işi savsaklıyorsunuz.
“İsmail Cem dönemine kadar sabah mesela yayın köy programlarıyla açılır tarım konusunda bilgiler verilir belli bir saate kadar o programlar devam ederdi. İsmail Cem radyonun başına benim de çok sevdiğim Hıfzı Topuz’u getirdi. Fakat orada şöyle bir yanlışlık vardı; Hıfzı Topuz UNESCO’da çalışıyordu ve ömrünün büyük kısmı Afrika’da, az gelişmiş ülkelerde geçmişti. Bizde örnek alınan kurum BBC’ydi o zaman. BBC devlet ağırlıklı bir kurumdu ama Topuz onun yerine kuşak programları geldi. Bir anlamda lay lay lom programlardı. Bir konuyu alıyorsunuz, tarihten bir şey aktarıyorsunuz sonra müzik giriyor. O programlar, halen bazı radyo programlarında devam eden halkı bilgilendirmeden uzak kuşak programlarıdır.
“Ardından 12 Eylül geldi radyonun sesi iyice kesildi. Abuk sabuk tayinler… Bir tanesi Mersin Valiliğinin basın müşavirliğine tayin oldu, birbirleriyle dahi uyuşmuyor. Madem sakıncalı niye valiliğe atıyorsun? Sonra anladım ki liste daha genişmiş. Ahmet Oktay haber müdürü, ben haber müdür yardımcısıydım. Bizi görevden aldılar. Dilekçe verdik erken emeklilik için. Bir deyim var ‘bankamatik müdürü’ diye. O zaman bankamatik yok ama evde oturuyoruz maaş alıyoruz, “Gelme” diyorlar. Pek çok arkadaşımız sağda solda kaldı. Ondan sonrası bugüne kadar gelinen bir süreç. Bir dönem Fethullahçı dedikleri grubun yönettiği bir dönem kendilerinin yönettiği kamu hizmeti vermeyen, sürekli devletin reklamını yapan, haber sansürleyen kuruma dönüştü.”
BASIN DÜNYASININ ÇİZGİCİLERİ
Mahmut Dikerdem’in yeğeni olan Mehmet Ali Birand idolü olan Abdi İpekçi ile ilk defa tanıştığında İpekçi’nin kendisine “Siz karikatür çizmeyi biliyor musunuz? Bir gazeteci aynı zamanda fotoğraf çekebilmeli, resim yapabilmeli” der. Birand’ın anısı aklıma geliyor ve Turgay Olcayto’ya, günümüzde artık gazetelerde pek var olmayan ama bir dönem her gazeteyle özleşen karikatüristleri soruyorum. Karikatüristleri geç tanıdığını söylüyor Olcayto ve ekliyor “TRT’de hep müdür ve editör olarak çalıştığım için hep içerideydim, dolayısıyla tanımam geç oldu. 1998 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri olduğumda TRT’den ayrıldım. O zaman çok değerli karikatüristleri tanıma olanağı buldum, sık sık beraber olduk” diyor.
Bir dönem Türkiye Gazeteciler Sendikası başkanlığını yürüten, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü Sahibi Semih Balcıoğlu ile birbirlerini çok sevdiklerini, Balcıoğlu’nun uluslararası karikatür yarışmalarında jüri olarak kendisini götürdüğünü söyleyen Olcayto sözlerine şöyle devam ediyor.
“Bizim karikatürle ilişkimiz, Başkanımız Sedat Simavi ile başlıyor, önemli bir karikatürist. Onun için Sedat Simavi jürilerinde görsel jüri vardı. Görsel jüriyi kaldırdık, karikatür koyduk. Ama gazeteler artık karikatürist almıyor, çizerler de Uykusuz, Leman gibi dergilere zorunlu olarak bağlı kalıyorlar. Gazetede pek yeri kalmadı artık. Evrensel’de Sefer Selvi var. Dernekleri bölündü, çoğu gitmiyor. Akdağ Sağdut diye bir arkadaşımız var, o karikatür dalında çaba gösteriyor. Bütün bu basına darbeler, baskılar mizahı öldüreceğine daha da artırdı. Şimdi sosyal medyada karikatür çok güçlü ama insan istiyor ki gazeteler daha fazla yer ayırsın karikatüre.”
Turgay Olcayto ile olan bu ‘lezzetli’ sohbetimiz süresince saatin nasıl aktığını anlayamadık. Sohbetin sonunda kendisinden izin isteyerek yanından ayrılıp metropol hayatına geri döndüm…
* 19. yüzyılın son çeyreğinde yaşamış olan William Churchill, Kadıköy’de avlanırken bir çocuğu öldürmüş, hapse girmek yerine kapütilasyonlar sayesinde kendisine ödül, üstelik gazete çıkarma izni verilen, hatta Osmanlı’dan maddi yardım alan Modalı bir levantendir.