İhraçlar ve artan baskılarla üniversiteler dönüştürüldü: Akademide otosansür arttı
Dosyamızın bugünkü konuğu AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü araştırma görevlisiyken KHK ile ihraç edilen Akademisyen Onur Can Taştan ile ODTÜ öğrencileri.
Fotoğraf: Tamer Arda Erşin/EVRENSEL
Dilan ORTAKÇI
Ankara
Akademideki ihraçlar ve üniversiteler üzerine konuştuğumuz Akademisyen Onur Can Taştan, yaşanan ihraç ve baskıların ardından gerçekleşen dönüşümle birlikte akademide otosansürün arttığına dikkat çekti. Siyasal rejimin merkezileşmesine benzer bir merkezileşmenin üniversitelerde de yaşandığına dikkat çeken Taştan, buna rağmen siyasal iktidarın ikna edemediği kesimlerden birinin de yükseköğretim gençliği olduğunu söyledi.
İktidarın üniversitelere dönük politikalarını ve bunun üniversitelerin olması gereken ‘demokratik yapısına’ etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üniversiteler siyasal iktidarlar açısından denetim altında tutulması gereken kurumlardır. Türkiye’de Gezi direnişinin de etkisiyle üniversiteler üzerindeki denetim arzusunun iyice artmış olduğu bir dönemdeyiz. Üniversitelere, akademisyenlere ve öğrencilere dönük baskıların Gezi ile çok yakın bir bağlantısı var bence. Siyasal iktidar darbe girişimi sonrasında çok uygun bir fırsat yakaladı ve yıllardır üniversitelere dair ne tahayyül ettiyse hayata geçiriyor.
Örneğin Öğrenci Temsilciler Kurulu (ÖTK) seçimlerinin yaptırılmaması/geciktirilmesi bu baskı döneminin öğrencilerle ilgili bir boyutuysa, bilin ki bunun bir paraleli akademisyenler açısından da yaşanıyor. Üniversitelerde çok köklü değişiklikler hayata geçirilmekteyken akademisyenler bu dönüşümler üzerine fikir beyan edebilecekleri etkin bir kanala ve gerekli araçlara sahip değiller. Siyasal rejimin merkezileşmesine benzer bir merkezileşmeyi üniversitelerde de yaşıyoruz. Cumhurbaşkanı’nın suretindeki rektörlerden, şef gibi hareket eden dekanlara kadar katı bir hiyerarşi var. Fakat rektörlerin ve dekanların şef gibi hareket edebilmeleri ancak esas şefin çizgisine uygun davrandıkları derecede mümkün. Eskiden bunu dengeleyen çeşitli mekanizmalar ve araçlar vardı. Fakat bu unsurlar da tasfiye edildi.
Mevcut iktidar üniversitelere dönük saldırılarını sistematik bir şekilde artırsa da hâlâ üniversite gençliğinin ana gövdesini kazanamadığını görüyoruz, sizce bu durumun nedenleri neler?
Siyasal iktidarın ya da hakim koalisyonun ikna edemediği birçok kesim var; bunlardan biri de yükseköğrenim gençliği. Öğrenciler açısından durumu anlamak zor değil bence. İşsizlik verilerinde rekor üstüne rekor kırıyor hükümet. Üstelik üniversite mezunlarının işsizlik oranları da artıyor. Bu önemli bir husus çünkü iktidarın gençlere güvenceli bir gelecek sunamadığını gösteriyor. Böylesi bir dönemde üniversite gençliğinin iktidarın otoriter/gerici projesine ikna edilemediğini görmek şaşırtıcı değil. Kuşkusuz genel olarak genç işsizliğinde ve özel olarak da üniversite mezunlarının işsizliğindeki şiddetli artışların önemli toplumsal hareketlere zemin oluşturması beklenmelidir. Şimdilik Türkiye’de Gezi’yi bir kenara bırakırsak bu yönde bir eğilim görülmüyor.
Ekonomik gidişattan bahsetmişken derinleşen bir kriz ortamında üniversitelerde yaşanan bütçe kısıtlamaları, akademisyen açığından dersliklerin yetersizliğine kadar birçok sorunu beraberinde getiriyor. Böylesi bir tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son birkaç yılda üniversitelerdeki bütçe kısıtlamalarına hakim değilim çünkü Türkiye’deki üniversitelerin dışındayım. Lakin yükseköğretimi hem akademik personel hem de öğrenci boyutlarıyla denetim altına almak isteyen bir siyasal iktidardan bahsediyorsak meselenin yalnızca bütçe kısıtlaması olmadığını/olamayacağını hesaba katmamız gerekir. Piyasacı bir perspektifin hakimiyeti ve ona ek olarak Türkiye ekonomisinin şu anki durumu nedeniyle kimi kalemlerde harcamaların azaltılmasından bahsedebiliriz. Üniversite yönetimleri de kendilerine yönelik eleştirileri bu tür bütçe kısıtlarıyla savuşturabilirler. Ama dikkat etmemiz gereken, hangi öğrenci topluluğunun etkinliğinin desteklenip desteklenmeyeceğinin, hangi akademik etkinliklerin, panellerin, konferansların vs. düzenlenmesine izin verilip verilmeyeceğinin bütçe kısıtının ötesinde açıklamaları gerektiriyor oluşudur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde ve ODTÜ’de çeşitli etkinliklerin nasıl yasaklandığını hatırlatmakla yetineyim. İktidarın/iktidardaki koalisyonun o üniversitelerdeki bileşenlerinin politikalarına uygun etkinliklerin ise destekleneceğini biliyoruz.
Akademide kalmak ve bu alanda gelişmek isteyen birçok genç ya olanak bulamıyor ya da kontenjan yetersizliği engeline takılıyor. Bu durum akademinin geleceği açısından nasıl sorunlar içeriyor?
Üniversitelerin neoliberal dönüşümünde önemli ilerlemeler sağlandı geçtiğimiz birkaç yılda. Bunun en kritik unsurlarından biri araştırma görevlileri başta olmak üzere akademik personelin güvencesizleştirilmesidir. Bu on yıllardır talep edilmekteydi, bu doğrultuda çok önemli adımlar zaten atılmıştı ancak dönüşümün tamamlanması OHAL koşullarında gerçekleşti. Öte yandan rektörlerin belirlenmesi sürecinde yapılan yasal değişiklikler tamamen Saray’a bağlı olan, üniversite çalışanlarıyla bağlarını o anlamda tamamen koparmış olan bir yönetici/rektör tipinin oluşumu sürecini tamamladı. Bugün rektörlerin üniversitedeki öğrenim üyelerine karşı bir sorumluluğu yok. Şu anlamda yok; biçimini eleştirsek dahi bir dönem yapılan rektör seçimlerinde, adaylar üniversiteye ilişkin vaatlerde bulunurdu; şimdilerde ise Saray’a vaatte bulunuluyor.
Tüm bu durumlara karşılık bir yandan da güvenlik soruşturmaları konusu var, soruşturmalar korku ve denetim aracı olarak insanların karşısına çıkarılıyor. Haliyle bu dönüşümler yeni akademisyen adayları için zor bir ortam yaratıyor. Yaşanan ihraçların, artan baskıların, yaşanan dönüşümlerin ardından akademide otosansürün arttığını söyleyebiliriz. Bunun öğrencileri olumsuz etkilememesi mümkün değil. Bu açıdan akademinin geleceği açısından iyimser olmak, kısa vadede olumlu değişiklikler beklemek pek gerçekçi olmaz.
TOPLULUKLAR BASKI ALTINDA, ÖĞRENCILERIN SÖZ HAKKI YOK
Üniversitelere yönelik baskılara dikkat çeken üniversiteliler ise öğrencilerin karar alma mekanizmalarında yer almadığına, topluluk faaliyetlerinin engellendiğine vurgu yapıyor. Üniversite mezunları arasında artan işsizlik, özellikle son sınıf öğrencileri açısından kaygı nedeni. Sözü üniversitelerin asli bileşenlerine bırakalım...
Onur MERCAN
ODTÜ
ODTÜ'de özellikle geçtiğimiz sene olmak üzere birçok topluluğun etkinlikleri yasaklanmış, engellenmeye çalışılmış ve topluluk kapatma dahil baskılara gidilmişti. Bu konuda demokratik üniversitenin nasıl olması gerektiği ve şu anki üniversite yapısının buna ne kadar uyduğuna dair ODTÜ’de faaliyet gösteren Yapı Topluluğu ve Ekonomi Topluluğundan öğrencilerle görüştük.
"ÖTK SEÇİMLERİ ASKIYA ALINDI"
Yapı Topluluğundan Barış, ODTÜ’nün Türkiye’de demokratik bir üniversite talebinin dillendirildiği ilk üniversiteler arasında yer aldığını hatırlatarak ODTÜ’nün ÖTK’nin ilk olarak kurulduğu üniversite olduğunun da altını çiziyor. Fakat günümüzde ÖTK seçimlerinin YÖK kararıyla askıya alındığını belirten Barış, okulda alınan kararlarda öğrencinin söz hakkının olmadığından, okul bürokrasisi ile öğrencinin arasında bir duvar olduğundan şikayetçi. Bu noktada inşaat mühendisliğinde ÖTK rolünün Yapı Topluluğu tarafından devam ettirilmeye çalışıldığına işaret eden Barış, fakat öğrencilerin ilgisinin düşük olmasından dolayı bunun devam ettirilemediğini, aslında tam aksinin olmasının herkes için iyi olacağını belirtiyor.
DEMOKRATİK ORTAM YOK
ODTÜ Ekonomi Topluluğundan bir öğrenci ise bütün bilim dallarının özgür düşünce ortamında ilerlemesi gerektiğine, demokratik ve özgürlükçü bir ortam olmadığında insanların konuşmasının, bir konuda araştırma yapmasının engelleneceğine ve bir ilerleme kaydedilemeyeceğine dikkat çekiyor. Demokratik bir ortam olmadığında bildiğimiz ezber cümleleri sürekli tekrar edeceğimizi söyleyen öğrenci, ODTÜ’de de özellikle son zamanlarda demokratik ve özerk üniversiteye saldırıların arttığını ve Türkiye’de hâlâ demokratik kalmaya devam eden bir kurum olarak görünen ODTÜ’nün bu durumunun son zamanlarda sekteye uğradığını dile getiriyor. Bu durumun Türkiye için de bir kayıp olduğunu söyleyen öğrenci, toplulukların yaşadığı baskıya da dikkat çekiyor. Etkinliklerin yasaklandığını, yasaklanmasa bile belirli sıkıntılarla etkinliklerini sürdürdüklerini belirten öğrenci özellikle ekonomik krizle ilgili etkinlik yapmak istediklerinde isim değişikliği gibi yollara gitmek zorunda kaldıklarını söylüyor.
SON SINIF ÖĞRENCİLERİ SINAV ÜCRETLERİNİ KARŞILAYAMIYOR
Hazal GÖÇMEN
ODTÜ
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü son sınıf öğrencileri, akademik bir gelecek için plan yaparken birçok konuyu beraber düşünmek durumunda kalıyor. Lisans hayatının son senesi YDS, YÖKDİL, ALES gibi sınavlara girmekle geçerken; son sınıfa gelmiş ve bir yandan geleceğe de duyulan kaygı artmışken en önemli sorunlardan biri bu sınavların ücretini karşılamak oluyor.
Son sınıf öğrencisi Berk, TOEFL, IELTS gibi ücreti döviz kuru üzerinden belirlenen sınavlara giremediği için istediği okullara başvuramadığını belirtiyor. Berk ayrıca sınavlara girebilmek için iş bulabilirse çalışmayı düşündüğünü de ekliyor. Başvurmak istediği üniversiteleri yurt ve burs imkanlarına göre değerlendirdiğini, bu imkanların yüksek lisansta çalışmak istediği konuyu değiştirmesine neden olduğuna dikkat çeken Berk “Yüksek lisans eğitimini düşünürken devlet okulları, burs almak bir yana yurt imkanlarının dahi kısıtlı olması nedeniyle ister istemez son sıraya geliyor. Yani devlet okulunda okuyacak kadar zengin değilim” sözleriyle ifade ediyor durumu.
Bir başka son sınıf öğrencisi ise sınav ücretleri karşısında sorunu, pahalı olanları erteleyerek çözdüğünü belirterek ekliyor “Bölüm arkadaşlarımızla sınav paralarını çıkarabilmek için altın günü dahi yapmayı bile düşündük. Ama buradan da para çıkmadı” diyerek dert yanıyor.
KOLEKTİF ÜRETİM ALANLARININ ÖNEMİ ARTIYOR*
Kültür sanat alanında üniversite öğrenci topluluklarının öneminin büyük olduğuna inanıyoruz. Özgür üretim alanlarımızın kısıtlandığı bu dönemde üniversiteli gençlerin bir araya gelip filmler izleyip üzerine tartışma yürüttüğü etkinlikler sinemaya yeni adımlar atan gençler için çok besleyici oluyor. Kültür sanat alanında tekelleşme ve metalaşma arttıkça bizlerin kolektif üretimlerinin anlamı da artıyor. Bu bağlamda biz, üniversite öğrenci topluluklarının dayanışma içinde olması gerektiğine inanıyoruz. Kendi topluluğumuz açısından diğer üniversitelerin sinema toplulukları ile kurulacak bir dayanışma ağı, hem arşiv paylaşma hem de yaşanacak tüm baskılar karşısında birlik olabilme anlamında çok önemli olacaktır. Geçmişte böyle oluşumlar olduğunu biliyoruz. Evrensel gazetesinin üniversiteli öğrencilere ayırdığı bu sayfalarda bu çağrıyı yeniden yapmış olalım istedik.
* ODTÜ SİTOP (Sinema Topluluğu)