Gaea’nın doğasını kurtarmak*
"Kapitalist üretim biçimiyle ortaya çıkmış sorun yine kapitalist üretim şeklinin değiştirilmesiyle çözülecektir."
Cenk YILMAZ
Sanayileşmenin dünyaya yeni yeni serpildiği yıllarda kapitalist üretimle birlikte doğa talanı ve çevre kirliliği gibi sorunlar yeni bir çağın habercisiydi. Temiz gökyüzüyle ve sık ormanlarla yaşamaya alışmış insanlık için fabrika bacalarından çıkan kapkara bulutlar ve giderek azalan ormanlar bazı insanların tepkisini çekmeye başladı. Bununla beraber kitlesellikten uzak ama çalışma yürütmeye meyilli çevre hareketleri de yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. 19.yy’ın sonlarına tekabül eden yıllarda kendini göstermeye başlayan bu hareket, içinde bulunduğumuz yılların Liberal Çevreci ve Ekolojist hareketlerinin de atası durumundaydı. Bunlar “Conservation” ve “Preservation” olarak ayrılıyordu.
Kısaca conservationist’ler başlarda doğaya geri dönme gibi bir arzu içerisinde olsalar da bu kısa sürmüş ve kendilerini “kıt kaynaklar”a sahip bir dünyada tüketimi azaltmayla birlikte çevrenin korunabileceği görüşünde revize etmişlerdir. Doğa, çevre vergisi gibi fikirleri ortaya atmışlardır.
Preservationist’ler ise conservation hareketini eleştirmiş, çabalarının yetersiz olduğunu çünkü doğanın ekonomik üretim kaynağı olarak görüldüğünü iddia etmiştir. Milli parkların babası olarak anılan John Muir gibi preservationist’ler milli park düşüncesiyle doğayı korumayı hedeflemiş ve dünyanın ilk milli parkı Yellowstone Milli Parkı’nın kurulmasına öncülük etmişlerdir.
1900’lerin başında hareket pek bir ivme kazanmasa da bu 1950’lerde değişecektir.
LİBERAL ÇEVRECİLİK VE EKOLOJİST HAREKET
2. Dünya Savaşının ardından Çevre hareketi bir siyasi kimlik olarak ekolojizm etrafında gelişmiştir. Diğer bir tarafta ise geçmişten gelen mirası üstlenen liberal çevrecilik vardır.
Liberal çevreciliğin gelişmesi hiç kuşkusuz çevre hareketinin yükselişi ve ona sistem içerisinde bir çıkış noktası bulma idealinden uzak değildir. Liberal çevreciler, doğa kirliliğinin, çevre sorunlarının teknoloji ve yöntemsel değişikliklerle çözülebileceğini iddia ederler. Uluslararası kuruluşlar, politikacılar ve antlaşmalar hükümetler vasıtasıyla düzenlemelere gidilmesi, üretimde kullanılan araçların ve makinelerin çevre dostu olması gibi önlemlerin yeterliliğini ve sürdürülebilir büyümeyi savunurlar. Çevre dostu ürünler pazarlanması, A+ beyaz eşyaların desteklenmesi eko mantığının tüketime yerleştirilmeye çalışılması gibi bu yeşil kapitalist yaklaşım üretim ve toplumsal boyutları göz ardı ederek bireysel tüketim ve düzenlemeleri sorunun çözümüymüş gibi gösterir.
Bu noktada itiraz ekolojist yeşillerden gelmektedir. Krizin, teknolojik bir aletin yerini çevre dostu olarak gösterilen başka bir teknolojik aletle çözülemeyeceğini vurgular ve geniş bir perspektiften bakmayı hedeflerler. Sürdürülebilir büyümenin doğru olmadığına sorunun sınırsız tüketicilik ve ekonomik büyüme olduğuna işaret ederler. Burada kapitalizmin rolünü görmezden gelmezler fakat sosyalist üretim tarzını da savunmazlar. Onun yerine alternatif bir toplum önerirler. Küçük üreticiyi desteklemeye dayanan bu öneri günümüz üretim tarzının daha ilerisinde değildir. Siyasette Ekolojistler Marksizm’e mesafelerine korusalar da genelde sosyalist partiler üzerinden ilerlemişler ve Almanya’da Yeşillerin parlamentoya girişiyle sisteme entegre olmuşlar ve radikal önerilerini yavaş yavaş kaybetmişlerdir.
PEKİ NASIL OLMALI?
Liberal çevrecilerin çevre sorunu üzerine ortaya attığı çözüm önerilerinin etkisini görmemiz, ekolojistlerin iddia ettikleri bir çevre çözümünün etkilerini görmekten daha kolaydır. Çünkü onların doğayı kurtarma planlarının gerçekleştiği bir dünyada yaşıyoruz ve çevre sorunu-iklim krizi çözüme ulaşmaktansa daha da derinleşiyor. Özellikle Kyoto Protokolü, Paris İklim Antlaşması gibi uluslararası anlaşmalarla çözüme ulaşacağını iddia eden liberal çevreci hareket, karbon salınımında başı çeken ABD ve Çin gibi ülkeleri bu anlaşmalarla bağlayabilmiş değil. Gretha’nın Türkiye’yi BM’ye şikâyet etmesi boşuna değildir. ABD ve Çin’i şikâyet edemez. Sebebi ise uluslararası antlaşmalar devletlerin kendi isteğiyle kendini sınırlaması anlamına geldiği için imzalamayanlar açısından bir bağlayıcılığı yahut yaptırımı yoktur. Bu devletlerin burjuvazisi böyle bir yükün altına girmemiştir. Liberal çevrecilerin ulusal-uluslararası kurumlardan bir kurtuluş beklemesi de burada boşa çıkmıştır.
Yeni teknolojilerle gelen bir kurtuluş iddia edilmiş fakat aynı zamanda “Doğa dostu ürünleri al doğayı kurtar” mantığı pazarlanmıştır. Doğayı korumak bireysel tüketim yoluyla gerçekleşecek bir idealmiş gibi yansıtılmıştır. Tabi bu ürünleri üretirken ki hammadde kullanımı ve doğa talanı yaratılan algıyla geri plana atılmaktadır. Okullarda verilen eğitimde sıkça duyduğumuz “fabrika bacalarına filtre takılması”yla bu sorunun çözüleceği de liberal teorinin eğitim sistemine yansımasıdır.
Ekolojistlerin ise kapitalizm eleştirisiyle başlamaları ve çevre sorununu sistem sorunu olarak ele almaları doğru bir noktadır. Fakat ekolojistlerin alternatif sistem önerileri küçük üreticiyi destekleme, zanaatkar üretimine dönüş yönündedir. Bu proleterleşmenin görmezden gelinmesi, üretici güçlerin gelişiminin yanlış bir okuması olduğu için teorileri ütopik bir çizgidedir.
Aynı zamanda kapitalist üretimin anarşik yapısı, sürdürülebilir büyüme ile kamufle edilmeye çalışılıyor fakat burada sürdürülebilirliğin temel amacı doğanın değil kapitalist sömürünün doğa ve insan üzerindeki tahakkümünün sürdürülebilirliğidir. İhtiyaç odaklı bir üretim şeklinden uzak, kar ve rant odaklı kapitalist sistem devam ettikçe; çevre sorunu, iklim krizi gibi olgular da devam edecektir. Çok açıktır ki kapitalist üretim biçimiyle ortaya çıkmış sorun yine kapitalist üretim şeklinin değiştirilmesiyle çözülecektir.
*Gaea Yunan mitolojisinde yeryüzünü simgeleyen tanrıçadır. “Toprak ana”dır.