Depreme her şey hazır da bir tek biz mi değiliz?
İstanbul'da deprem sonrasında yaşanılan paniğin sebebi neydi?
Murat BATI
Metin Berk SÜER
İstanbul Teknik Üniversitesi
Depremlerin önlenemez olması onların öncesinin ve sonrasının tasarlanmasını gerekli kılan bir durumdur. Depremlerin önlenemez olması onların öncesinin ve sonrasının tasarlanmasını gerekli kılan bir durumdur. İnsanların afet esnasında ne yapacaklarını bilmesi, güvenli binaların inşası, afet esnasında uygulanacaklar veya afet sonrası afetzedelerin yaşamını sağlıklı şekilde devam ettirebilmesi için gerekli fiziksel şartların sağlanması, depremlerin yıkıcılığının önüne geçilmesi için yapılması gerekenlerin başında gelir. Oysaki yakın zamanda İstanbul'da yaşadığımız deprem sırasında paniklememizin sebebi içinde bulunduğumuz binanın güvenliğinden emin olmamamız, deprem sonrasına yönelik toplumsal yaşamı sürdürecek önlemlerin alınmadığını görmemiz ve bireysel olarak yapacaklarımızın sınırlılığından kaynaklıdır. Bunu kendimize şu soruları sorarak test edebiliriz: Toplanma alanımı biliyor muyum? Bu alanlarda deprem konteynerleri var mı? Kaç kere ciddi bir tatbikata katıldım? Acil durum yol güzergâhlarının (çoğu hâlihazırda otopark olarak kullanılmakta) farkında mıyım? Oturduğum bina güvenli mi? Eğer bu ve bunun gibi sorulara vereceğimiz cevaplardan birisi bile olumsuz ise yapmamız gereken bir şeyler var demektir. Kazasız atlatılan son İstanbul depremini de son uyarıcı olarak kabul etmek belki bizi harekete geçirmekte yardımcı olacaktır.
SORUNLARIN KÖKLERİ
Bugün açısından baktığımızda Türkiye depremler ile mücadele konusunda her zaman eksikleri olan ve bu eksiklerin bedelini vatandaşının ödemiş olduğu bir ülke konumunda. Böyle bir konumda olmamıza rağmen senelerdir sorduğumuz “Depreme hazır mıyız?” sorusunun cevabının neden olumsuz olduğu üzerinden ilerlemek belki de başta deprem toplanma alanları dahil olmak üzere bir felaket öncesi veya sonrasında yapılacakların neden göz ardı edildiğini bir miktar açabilir. İstanbul’da son yaşanan 5.8’lik deprem sonrasında çoğu insanın sokaklara dökülmesi ile birlikte deprem toplanma alanlarının yeterliliği ve konumları yeniden tartışmaların gündemini oluşturdu.
AFAD’ın yapmış olduğu İstanbul’da 2864 toplanma alanı olduğu açıklaması kimseye inandırıcı gelmedi. Kaldı ki bu açıklama öncesinde çoğu meslek odası, sivil toplum örgütü ve siyasi partinin yapmış olduğu 1999’dan bugüne 407 deprem toplanma alanından sadece 77 tanesinin günümüze ulaştığı bilgileri önümüzde duruyor. Peki ne oldu bu deprem toplanma alanlarına ve bu ülkede neden depreme hazırlık hala ciddiye alınmıyor? Bu sorunun cevabı aslında çok basit: Kar için.
NEDEN HAZIR OLAMIYORUZ?
İstanbul’da ve Türkiye’de depreme hazırlık yapılmamasının birincil nedeni kentsel rantın dağılımının nasıl yapılacağı sorusu ile ilgili. İstanbul’da deprem toplanma alanı olan fakat sonrasında AVM’lere dönüşmüş olan tüm arazilere baktığımızda kentsel rantın değerinin en yüksek olduğu ve eğer deprem toplanma alanı olarak belirlenirse neredeyse sermaye çevrelerinde nadasa bırakılmış çok verimli bir tarla muamelesi görecek araziler olduğunu görürüz. Böyle bir durumda depreme hazırlık sermaye güçleri açısından İstanbul gibi çarpık kentleşmiş kentlerde ancak kentsel dönüşüm aracı ile gerçekleştirebilir. Fakat kentsel dönüşüm de kendi yapısından dolayı kentsel rant ile göbekten bağlı.
DÖNÜŞÜM KİMİN İÇİN? NE İÇİN?
Türkiye’de başlatılan kentsel dönüşüm projelerine baktığımızda tamamen arazi değeri olarak yüksek fakat alt gelir gruplarının yaşadığı alanların dönüşüm önceliğine alındığını ve bu alanların yüksek gelir gruplarına hitap edecek şekilde dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Tüm bunların toplamında ortada deprem için gerekli olan dönüşüm ve toplanma alanları yaratma faaliyetinin rant ile ters orantılı bir grafik olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bugün İstanbul’da Levent ve Maslak gibi önemli merkezi iş alanlarında insanların toplanabileceği alanlar yaratmak ne AKP ne de Türkiye’deki sermaye güçleri açısından karlı bir faaliyet değil. Bir park yapmak yerine AVM yapmak hem kapitalist tüketim için bir merkez yaratmak hem de arazinin rant değerinden yararlanmak için düşünüldüğünden çok daha karlıdır.
Sermaye güçleri depreme hazırlığını kendi önceliğine Türkiye ve benzeri gibi gelişmemiş kapitalist ülkelerde alamazlar çünkü bu hazırlığı yapmak ülke içinde gelişmekte olan sermaye dengelerini sekteye uğratacak başka gerekliliklere kaynak aktarmak gibi bir zorunluluğu içerir. Kapitalizmin en yüksek seviyesine ulaştığı emperyalist ülkelerde ise bu hazırlıklar kendi gelişkinlikleri ve kentsel rant açısından daha oturmuş bir paylaşımı garanti altına aldıkları için erkenden yapılmış durumda olabilir. Bugün de zaten depremin etkilerinin en aza indirilebildiği ülkeler bu ülkeler olurken; Türkiye, Arjantin, Şili, Endonezya gibi ülkelerde ise depremle mücadele hem öncesi hem de sonrasında kaos üreten bir süreç haline gelmiş durumda. “Bu kaosun nedeni kim?” diye baktığımızda ise kafalar biraz karışıyor.
KAOSUN SEBEBİ…
Gerekli tedbirlerin alınmamasının nedenini sadece tedbirlerin sağlanmasıyla oluşacak giderlerin başka noktalarda kullanılmasının zorunlu olduğu gerçeği ve bu AKP’nin zorunlu olarak başvurması gereken bir durum olarak görmek daha doğru olur. Yani ülkeyi kapitalistler için cennete çevirme çalışması. Gölcük depremi bunun göstergelerinden biri: depremin ardından konulan verginin “ekonomiyi ilerletecek” ve ülke sermayesinin kapitalist biçimde harcanacak bir itici güç olarak kullanılması insan hayatına verilen değeri gözler önüne seriyor.
İnsan hayatının önemi yerine vahşi büyüme hırsının, sürekli büyümesi gereken bu üretim anarşisinin bir sonucu olduğu göz ardı edilmemeli. İçinde bulunduğumuz sistemin kendi değerlerini birilerini zengin etmek için değil herkesin insanca yaşayabileceği şekilde kullandığı bir durumda olmaması bu sorunu çözümsüz bırakan veya çözüm olarak popülistçe yürütülen politikaların yanlış sonuçlar doğuracağı bir duruma götürüyor. Temel ilkesi her zaman büyümek olan bu sistemde temel ihtiyaçlarımızdan feragat etmeden bize sağlıklı bir deprem politikası sunulması ise neredeyse imkânsız.
Bugün AKP üzerinden tartıştığımız bu sorun temelinde kapitalizmin bize dayattığı sorundur. Onu temsil eden partilerin isimleri değişse de bugün gerek deprem gerekse küresel iklim değişikliği olsun her türlü konuda kapitalizmin yarattığı etkilerin nedeni kendi içsel çelişkilerini aşmak için her şeyi feda edebilecek yapıda olmasından kaynaklıdır.
DEPREMDEN DEĞİL SİSTEMDEN KURTULMAK
Bize bu hayati sorunun çözümünde düşen görev uzmanların “halkımız önlem almalıdır” açıklamalarındaki önlemler değildir sadece; bunlar devasa bir sorunun yanındaki kum tanesi kadar kalmaktalardır, önleyici değildirler. Depremin yıkıcılığının önüne geçmek için yapmamız gereken sistemin depreme karşı yaklaşımının farkında olarak hareket etmektir yani depremin yaşamımızı tehdit edecek bir biçimde yapılaşmanın önünü açanlara karşı bir araya gelmektir.
DEPREME KARŞI YAŞAYABİLMEK İÇİN
Bugün depremin olası etkilerinin artmasını sağlayan ve buna bir çözüm üretemeyen sistem ile iş cinayetlerine, doğa katliamlarına, kadın cinayetlerine bir çözüm üretemeyen sistem aynıdır.
Yaşadığımız çevrenin bu hale nasıl geldiğini iyi anlamak ve daha insanca bir yaşama ulaşmak için kapitalizmin gidişatının yarattığı etkilere karşı hep birlikte bir mücadele zemini oluşturmalı ve buna uygun olarak kentlerimizi, doğamızı ve geleceğimizi yıkan değil yeniden daha eşit ve daha dayanıklı şekilde koruyarak savunmalıyız. Herkesin insanca yaşayabileceği bir Türkiye ancak üretim araçlarının da herkesin sahipliğinde olduğu bir şekilde var olabilir.