Gülsüm Cengiz yazdı: Adnan Özyalçıner öykülerinin izinde
Gülsüm Cengiz: Bir işçi çocuğu olarak yakından tanıyıp gözlemlediği yoksulların, emekçilerin yaşadıklarını anlatır. Yaşamdan beslenen öyküleri büyük bir konu çeşitliliğine sahiptir.
Fotoğraf: İsmail Afacan
Gülsüm CENGİZ
30 Ocak 1999 günü, Adnan Özyalçıner’in 45. Sanat Yılı kutlamasında Aydın Çubukçu 1950 kuşağı için, yerinde bir tanımlamayla “Benim kuşağımın ruhunu inşa edenler” saptamasını yaptı. Bir sanat yapıtının insanları değiştirip dönüştürmesi, onların “Ruhlarını inşa etmesi” için gerçekten büyük bir anlatım gücüne sahip olması gerekir. Edebiyatımızın 1950 kuşağında yer alan Usta Öykücü Adnan Özyalçıner’in öyküleri de bu güce sahiptir. Onun öykülerinin gücü, dile hakimiyetinin yanı sıra anlatımındaki içtenlik ve sahicilikten kaynaklanmaktadır.
Konularını genellikle İstanbul, İstanbul’un kenar mahallelerinde, yoksul semtlerinde yaşananlar oluşturur. Bir işçi çocuğu olarak yakından tanıyıp gözlemlediği yoksulların, emekçilerin yaşadıklarını anlatır. Yaşamdan beslenen öyküleri büyük bir konu çeşitliliğine sahiptir. İstanbul’un yıllar içinde değişen yüzü, rant uğruna kentin yağmalanması sonucunda yaşamımızdan eksilenler, değişen insanlar; göçle gelen insanların yaşadıkları, işsizlik, ABD üsleri, yakın dönemde ülkemizde yaşanan olaylar, son dönem öykülerinde, 2015 yılında yitirdiğimiz yaşam ve yazın yoldaşı Şair Sennur Sezer’e duyduğu sevgi ve özlem; kısacası yaşama dair her şey.
EMEKÇİ SEMTLERİ, FABRİKALAR, YOKSUL EV İÇLERİ...
Adnan Özyalçıner öykülerinde insan, olay, yer ve zaman olguları diyalektik bir bütünlük taşır. İstanbul’un emekçi semtleri, fabrikalar, yoksul ev içleri, semt kahveleri, pazar yerleri, karpuz sergileri, panayırlar, arsalara kurulan bayram yerleri, plazalar, duraklar, parklar, anıtlar öykülerin geçtiği mekanlardır; bazen de öykünün asıl kahramanlarıdır. Ancak onun öyküleri İstanbul’la sınırlı değildir; ABD eliyle kurulan askeri üsler, Kürtlerin yaşadığı coğrafya, ülkeden ayrılmak zorunda kalanların sığındığı Almanya ve öteki Avrupa ülkeleri de öykülerin geçtiği yerler ve mekanlardır.
YAŞAMIN HER ALANINDAN İNSANLARI VARDIR
Adnan Özyalçıner’in öykülerinde zaman da kendini duyumsatan bir olgudur. Müthiş gözlem gücüyle anlattığı öyküler; konu-olay, yer, kişi ve dil açısından anlatıldığı dönemin tarihsel arka planına dair ip uçları verir. Dokumacının Ölümü’nde bir işçinin ve ailesinin öyküsünün yanı sıra 1940’lı yıllarda 2. Dünya Savaşı nedeniyle halkın günlük yaşamına yansıyan yokluk ve yoksunluk da ortaya konur. Yıkım Günleri’nde 1950’li yıllarda Menderes döneminde İstanbul’un yeniden inşası adıyla yapılan yağma ve yıkımla birlikte, evleri iş yerleri yıkılan insanların, küçük esnafın yaşadıkları güçlüklere, duygu ve düşüncelerine yer verilir. Panayır, Cambazlar da Savaşı Yitirdi öyküleri boş arsalara kurulan panayırların, bayram yerlerinin, ip cambazlarının bulunduğu döneme tanıklık eder. Gözleri Bağlı Adam’da 1950’den sonra ülkemizin birçok bölgesine kurulan üsler konu edilir. Cennet Bahçesi öyküsünde bir aşk öyküsünün paralelinde 1960’lı yıllarda yükselen öğrenci hareketleri, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, devrimci öğrenci gençlerin Dolmabahçe’deki 6. Filo’ya karşı eylemi yer alır. Ayak İzleri’nde 1990’lı yıllarda ülkemizde yaşanılanlara, Alandaki Park’ta 2013’teki Gezi Parkı direnişine tanıklık edilir. Yeni yayımlanan Torik Akını kitabındaki son dönem öykülerinde günümüz İstanbul’undaki yaşama ve ülkemiz insanlarının durumuna tanıklık edilir; Çıplak ve Ölü ile Orta Yerdeki Kan öykülerinde yer adı belirtilmese de yakın dönemde Diyarbakır, Cizre ve öteki Kürt illerinde geçen olaylar anlatılır.
Adnan Özyalçıner’in öykü kişileri de büyük bir çeşitlilik gösterir; fabrika işçilerinin yanı sıra çocuklarını besleyebilmek için akşamüstleri pazara çıkan, ot toplayıp kök söken kadınlar, elleriyle torik yakalayan babalar, ip cambazları, Büyükada’da manavlık yapan dayısının yanında çırak duran çocuk, küçük esnaflar, devrimci gençler, işsizlik ya da süregiden çatışmalar nedeniyle doğdukları toprakları bırakıp göçtükleri İstanbul’da yaşamaya çalışan Kürt yoksulları, bedenlerini ağaçlara siper eden gençler, selpak satan çocuklar, çöp toplayıcıları, büyük kentin kalabalığında yalnızlaşan insanlar, dolandırıcılar; özetle yaşadığımız kentten, coğrafyadan ve yaşamın her alanından insanlar...
GÜNCELDEN KALICIYA, YERELDEN EVRENSELE UZANAN BİR ÇİZGİ
Adnan Özyalçıner’in öyküleri dil ve anlatım özellikleri açısından da özgündür. Öz ve biçim birbirini bütünler. Dili yalın ve akıcıdır. Kurgusu da... Yazarın gerçeği yansıtma biçimi de dikkate değer; yokluk yoksulluk acındıracak biçimde anlatılmaz, içinde yaşadığımız toplumsal yapıdan kaynaklandığı sezdirilir. Öyküleri yalnızca olanı anlatma biçiminde kurgulanmamıştır. Yaşama tanıklığın yanı sıra insanlardaki gizil güç de duyumsatılır. Öykülerin akışı içinde kişilerin gerçekliği algılaması, değişip dönüşmesi, hayata müdahale etmesi, haksızlıklara başkaldırışı da söz konusudur. Öykülerindeki insanlar, yokluk ve yoksunluklara karşın, yaşamdaki küçük sevinçlerle mutlu olmaya; emekle, dayanışmayla, dirençle, birbirlerine duydukları sevgiyle yaşama tutunmaya çalışırlar. Öte yandan öyküler büyük bir sözcük zenginliğine sahiptir. Günümüzde pek çok insanın bilmediği ya da unuttuğu tel dolap, çavalye, torik akını, avara, kasnak, çözgü, atkı, vardiya ve daha pek çok sözcük, öykünün geçtiği zaman ve yaşam biçimi hakkında ip uçları verirken onun öykülerinde yaşamlarını sürdürür.
Değişip dönüşen yaşamla birlikte yaşayan, gelişen Adnan Özyalçıner öykücülüğünün, ülkemiz edebiyatında önemli bir yeri vardır. İyiden, güzelden, doğrudan, emekten yana olan dünya görüşüyle; kimsenin kimseyi sömürmediği, insanların eşit özgür yaşadığı bir dünya özlemiyle yazdığı öyküleri güncelden kalıcıya, yerelden evrensele uzanan bir çizgide yerini almıştır.