02 Kasım 2019 00:45

Kolombiya, Bolivya, Şili, Irak, Lübnan: Devrim kendine biçim arıyor

Aydın Çubukçu Kolombiya’dan Bolivya’ya, Şili’den Venezuela'ya, Lübnan’dan Irak’a halk protestolarını yazdı: Savaşa, kana, zehre bulanmış dünya yeni bir devrim çağının eşiğindedir.

Şili'de protestolar

Fotoğraf: Muhammed Emin Canik/AA

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Dünya yine halkların isyan ateşleriyle parlamaya başladı. Bunu uzaydan bakan biri söylemiyor. Günlük basın yayın organlarını izleyen herkes, dünyanın bir uçtan diğerine yanıp sönen kıvılcımlarla ışıdığını görebiliyor.

Son günlerde, Şili, Irak, Lübnan gibi örneklerle gündeme gelen ayaklanmalar zinciri, hem yeni değil, hem de bunlardan ibaret değil.

Yanıp sönen, sonra yeniden parlayan ateşler ve ateşçikler, “2008 Küresel Kriz” döneminden sonra yayılmaya başladı. Ne var ki, her ülkede farklı zamanlarda, birbirinden bağımsız ve kendi içlerinde de örgütsüz bu ayaklanmalar, genellikle taleplerindeki ortaklığa rağmen, örneğin ’60’lı, ’70’li yıllarda olduğu gibi, etkili bir zincir oluşturamadılar. Kendi başlarına yanıyor ve bir “küresel ateş çemberi” oluşturamadan yavaşça sönüyorlar.

Kuşkusuz bu isyanlarda ekonomik sorunlar tek başına rol oynamıyor. Siyasal bunalımlar, yöneticilerin yolsuzlukları, hırsızlıkları, aşırı israf ve yoksullaşmanın birbirini kovalaması, genel bir öfke ve hoşnutsuzluk atmosferi yaratıyor ve bunlar içinde ekonomik nedenler tetikleyici etki yapıyor. Bu yılın başından itibaren, Latin Amerika’da sıra gözetmeksizin söyleyecek olursak, Kolombiya, Bolivya, Haiti, Ekvador, Şili, Porto Riko, Honduras, Arjantin, Brezilya, Venezuela alçalıp yükselen dalgalar halinde hareket etti. Bu yıl, Irak ve Lübnan aynı renkte taleplerle Ortadoğu’yu canlandırdı. Hong Kong, Azerbaycan, Şili, İspanya, Lübnan aynı dönem içinde isyan haritasına katıldı. Bunlarla beraber, Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki büyük protesto eylemlerini de sayabiliriz. Milyonlarca insan, çevre sorunlarına, eğitim ve sağlık başta olmak üzere neoliberal politikaların yıkıp geçtiği temel sosyal haklarına sahip çıkmak için sokaklara döküldü.

SOLA MI, SAĞA MI?

Bu dalgalanma, siyasete değişen biçimlerde yansıdı. Latin Amerika’da ve Avrupa’da bir dönem “21. Yüzyıl Sosyalizmi” olarak adlandırılan bir akım ortaya çıkarıldı. Genel olarak reformist iddialarla halkın taleplerine sahip çıkan partiler ya da koalisyonlar hükümet kurdular. Ne var ki, aldıkları oyların hakkını vermek yerine, düzen içi çözümler dahi üretemeden halkın gözünde itibarlarını kısa sürede yitirdiler. Ardından “popülist sağ” denilen akım yükseldi. Yakın geçmişte “yeni sosyalizm” akımını heyecanla selamlayanlar, bu kez “Faşist popülizm neden yükseliyor” sorusuna cevap aramaya koyuldular. Aslında heyecanlanacak ya da korkulacak bir şey yoktu. Dünya nefes alıyordu, o kadar. Bütün hakları gasbedilmiş, örgütleri dağıtılmış halk yığınları, zor çalışma koşulları ve dayanılmaz yoksulluğa karşı çıplak elleriyle, ciddi sosyal-siyasal örgütlerden yoksun olarak meydanlara çıktılar. Güncel taleplerden başka herhangi bir programa sahip olmadan, var olan partilerden özellikle uzak durmayı bir özellik olarak benimseyen kitleler, bu apolitik tutumun bedelini sağcı-popülist, neofaşist partilerin iktidarlara gelmesiyle ödediler.

Politikasının sosyolojisini kalıplar aracılığıyla çözmeye çalışanlar, bu “acayip” duruma uygun bir teori geliştirmeyi başaramadılar. Siyasal dalgalanma, yani bir solcuların sonra sağcıların iktidara gelmeleri, ama kitle hareketlerinin aralıklı olarak yeniden başlaması temel sorunların herhangi bir düzen partisi tarafından çözülemeyecek kadar derin olduğunun kanıtı. Bu yüzden, herhangi bir ülkedeki isyanın sağcı mı yoksa solcu mu olduğu sorusunun bir anlamı yok. Doğası bakımından hepsi düzen karşıtı, hepsi halkçı karakterde ve “kendiliğinden” bütün kitle hareketleri gibi kıyıya vurup parçalanan dalgalar gibi zamanla sönüyor. Bununla birlikte kalıcı bir deneyim hazinesini büyütüyorlar.

SSCB’nin dağılmasından sonra sosyalizmin olanaksız bir hayal olduğu algısını yaratmak için burjuvazi dünya çapında yaygın propaganda yaptı ve yaşamları için bir çıkış arayan kitleleri önemli ölçüde şaşkın durumda bıraktı. Ancak şimdi durum değişiyor ve yeni bir yaşam için mücadelenin yolunun kaçınılmaz olarak sosyalizme çıkacağı duygusu güçleniyor. Sağ mı, sol mu sorusunun cevabı burada yatıyor. Siyasal tahterevallinin geçici şaşırtmalarına aldanmadıkça görünen budur.

KÜRESEL İSYAN

Halk ayaklanmalarının ortak zemini ’90’lı yıllardan başlayan “küresel” saldırının sonuçlarıdır. Şili’den Azerbaycan’a kadar kitleleri öfkelendiren bütün uygulamaların kaynağı neoliberal politikaların soyguncu sonuçlarıdır. Hepsinin birkaç ortak noktada birleştiklerini söylemek mümkün.

Her şeyden önce, bütün bu ülkeler emperyalist sömürünün ekonomik, siyasi ve kültürel etkilerini en şiddetli hisseden, gericiliğin bütün türlerinin egemen olduğu ülkelerdir. İşçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların oluşturduğu büyük kitlelerin hareketi, çoğu kez beklenmedik bir nedenle patlayabilmektedir. Herhalde bu durumu en iyi açıklayan Şilililerin bulduğu slogandır: “Otuz kuruş değil, otuz sene!” Bu bizim, “Mesele üç-beş ağaç değil!” sloganımıza benzemektedir. Şili, otuz yıldır (1998’den bu yana) en ağır koşullarda yaşamaya mahkum edilmiştir. Pinochet’den sonra, onun ekonomik programını sürdüren rejim, başka eğitim, sağlık ve toplu ulaşım olmak üzere halkın gündelik yaşamını derinden etkileyen temel hakları (Bütün dünyada olduğu gibi) son sınırına kadar budamıştır. Metroya yapılan son zam, bardağı taşıran son damla olmuştur. Birilerinin harekete geçmesi bütün Santiago halkının meydanlara dökülmesine neden olmuşsa, bu derinlere işlemiş birikime bağlıdır.

Lübnan’da WhatsApp isyanı olarak adlandırılan hareket de böylesine bir “sudan sebeple” başlamıştır. Azerbaycan,  Irak benzer sloganlarla hareket halindedir. Yönetenlerin yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık gibi, artık her ülke egemeninin özelliği haline gelmiş suçlarına karşı nefret ve öfke patlamaya yol açmaktadır.

Tümünde ortak sorunlar ve talepler kitlelerin “Peki ama ne yapmalı?​” sorusuyla birlikte yükselmektedir. Ancak eylemlerin süresi ve niteliği her yerde aynı değildir ve bu zaten beklenemez. Ancak yapılması gerekenin ne olduğu sorusu da tıpkı sorunlar gibi ortak bir arayışa yol açmaktadır. Politikacılara, askere ve polise, mahkemelere güvensizlik doğrudan doğruya bütün bir düzene karşı itirazın ifadesidir.  

Hemen hepsi faşist diktatörlük deneyiminden geçmiş, programlı ve örgütlü mücadelenin bedelini ağır biçimde ödemiş, ürkütülmüş ve yıldırılmış halde yıllar yaşamışlardır. Hepsinin aydınları aynı “postmodern” propagandanın etkisiyle savrulmuş, sınıf mücadelesi yerine “Bağımsız grupların birleşik mücadelesi” gibi anarşist fikirlerin etkisine kapılmıştır. Sosyalizm algıları çarpılmış ve olmadık arayışların kapısı açılmıştır.

Bütün olumsuzluklarına karşın, kitle hareketi kendi içinden daha bilinçli, ortak programlar oluşturmak ve politik bir güç halinde örgütlenmek için daha güçlü eğilimler doğurmaktadır.

Umarsız kriz çözüm yöntemleri peşinde yorulan burjuvazi, her ülkede yeni ve genç bir devrim dinamiğinin hareket halinde olduğunu görüyor ve kuşkusuz yine her ülkede faşizm özentisi partileri yedeklemeye girişiyor. “Sağ popülizm” adıyla yumuşatılsa da, bir devrim atmosferinin hakim olduğu her yerde aynı silahı kullanmaya hevesli görünüyor. Başlı başına bu eğilim bile, esen rüzgarın yabana atılmayacak bir devrim iklimini haber veren işaretlerdendir. Savaşa, kana, zehre bulanmış dünya, yeni bir devrim çağının eşiğindedir. Şu anda devrim, kendine bir biçim arıyor; kendine uygun bir örgütlenme ve programı bu arayış içinde er ya da geç bulacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Mekke'de inşaat işçilerinin grevi 3. gününde

SONRAKİ HABER

When a journalist is killed, we all bleed

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa