Şair Gonca Özmen: Şiirlerim okurlarıma yazılmış birer açık mektup
“Bile İsteye” adlı yeni şiir kitabını okurlarıyla buluşturan Şair Gonca Özmen: Tüm şiirlerim çoğunu tanımadığım, bilmediğim okurlarıma yazılmış birer açık mektup.
Gonca Özmen | Fotoğraf: Gülbin Eriş
İsmail AFACAN
İstanbul
Şair Gonca Özmen uzun bir aradan sonra yeni şiir kitabını okurlarıyla buluşturdu. “Bile İsteye” adını verdiği kitabında Özmen bilmek ve istemek eylemleri arasındaki çizgiyi belirginleştiriyor. Şair, bu nedenle kitabını “Bile isteye yeni bir yola çıkmak… Bile isteye hep yolda olmak… Eylemliliğe bile isteye bir çağrı… Bir yeni kalkışma düşü…” ifadeleriyle tarif ediyor.
Gonca Özmen’le yeni kitabı “Bile İsteye”yi konuştuk. “Kuytumda” ve “Belki Sessiz” isimli ilk iki kitabıyla karşılaştırmalar yaptık. Şiirlerindeki karakterleri, nesneleri ve imgeleri anlatan Özmen, “Tüm şiirlerim çoğunu tanımadığım, bilmediğim okurlarıma yazılmış birer açık mektup.” diyor.
Kitabın ismi ve açılış şiiri “Bile İsteye”… “Bilmek” ve “İstemek” eylemleri sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bilmek, kimi zaman güven verip huzura, doyuma ulaştırsa da çokça rahatsız ve mutsuz eder insanı. Onca vahşeti, acıyı, haksızlığı, adaletsizliği, insanın insana ettiğini, insanın hayvana, insanın doğaya reva gördüğü zulmü bilmek, sadece biliyor olmak neye yarar? Sömürü düzenini, yoksulluğun ve savaşların gerçek nedenlerini, silah ticaretini, ‘kutsal’ aile içi çatışmaları, kadınların durumunu, onlara yapılanların dayandığı örf, gelenek ve yasaları, ikiyüzlü burjuva ahlakının içyüzünü, ‘kaza ve kader’ sayılan madenlerdeki göçüklerden su baskınlarına, depremlerdeki can kayıplarına birçok konuda gerçekleri bilmek neye yarıyor? Öğrenilmiş çaresizlik ve yılgınlık yaratıyor çok zaman. Dinlerden ahlaka, politik nutuklardan medyaya birçok araç ve yöntemle sansür, baskı, güdümleme, uyutma, aldatma ile gerçeklik çarpıtılıyor, gizleniyor. Şair de dışlanacağını, ayıplanacağını, ötekileştirilip cezalandırılacağını bile bile üstüne üstüne gidiyor olup bitenin - bir ateş böceğinin geceyi aydınlatma çabası… Verili olana, her türlü otorite ve iktidardakilere karşı tavır almak, tutkularını sonuna kadar sahiplenmek, boş beyaz kağıdı henüz söylenmemişlerle doldurmak… Şimdiye kadar gelen ve günümüzün şiirsel birikiminin iyi örnekleriyle ilgili bilgi sahibi olduktan sonra yeni biçim ve izlekler, yeni biçim ve kurgular, yeni söyleyiş ve anlatım olanakları bulmak, yaratmak isteği... Yazıp bozmalar, ekleyip çıkarmalarla geçen saatler, uykusuz geceler, sıkıntılar… Şiire son şeklini verdiğimizi düşünmenin kısa süreli hazzının ardından yeni bir esin, yeni bir duygusal-düşünsel gerilimle bir şiire daha başlamak… Bile isteye yeni bir yola çıkmak… Bile isteye hep yolda olmak… Eylemliliğe bile isteye bir çağrı… Bir yeni kalkışma düşü…
İlk iki kitaptaki şiirlerde daha çok nesnelerle kurduğunuz ilişki ve duygu bağlamları dikkat çekiyordu. Bile İsteye’de ise özneler daha ön planda… Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Doğası, toplumu, nesne ve eşyalarıyla diğer öznelerle çevrili, gelişen, değişen, devinen bir dünyada yaşıyoruz. Yazdığımız şiirler, sürekli etkiler aldığımız bu mekanlar, nesneler, kişiler ve içinde yaşadığımız zamandan izler taşıyacaktır kuşkusuz. Rilke, genç şairlere, çevrelerinde bulunan eşyalardan da söz etmelerini önerir örneğin. Vazgeçilmez birer parçamızdır çünkü çoğu – yıllardır önüne tünediğim masa gibi! Reklamlarla insanların beğenilerini yozlaştırıp suni gereksinim, bağımlılık yaratan nesne egemenliği ya da fetişizminden bahsetmiyorum. Gerektiğinde nesnelerin, hayvanların, bitkilerin, öznelerin gözüyle bakar şair yeryüzüne – onlara ses verir, onları dillendirir. Zamana yaş koydukça benim de şiir öznelerim sayıca çoğaldı; nitelikçe zenginleşti sanırım. Kentlerde de ev ev üstüne, insan insan üstüne. Yakın uzaklıklar neredeyse hepsi! Sözlüklerde de alt alta üst üsteyiz!
Kitapta erkek karakterlerle kurduğunuz monologlardan oluşan şiirler önemli bir yer tutuyor. “Memet”, “Mustafa”, “Koray”, “Sebastian”, “Said”… Tekerlemelerle yapılan mizah, yer yer çocuksu bir sesleniş… Çocukluğa, memleket meselelerine, dostluğa ve aşka dair göndermeler var bu şiirlerde… Bu konuyu açabilir miyiz biraz?
Şiirlerdeki ‘ben’ öznenin kendini ‘öteki’ öznelerle tanıma ve anlamlandırma çabası. Her bir şiirde bir başka nedenle orada söz konusu özneler. Kiminde ses, kiminde anlam, kiminde çağrışım, kiminde gönderme işlevi nedeniyle varlar. Dante ve Derrida da var. Gamze ve Zeyneb de… Söyleşen şiirler bunlar. İşteş şiirler. Yapıp eylemede işteşliği öne çıkaran, ‘bile isteye’yi söyleyen şiirler. Çocuksu bir akıl, nanikli bir dil, tekerlemeli bir ritim, mizah ve humorun başkaldırısı, aşkın oluru olmazı, arzunun izi, dirimin gizil gücü. Cinsel ayrımcılığa, cinsiyetçi tahakküme karşı durma çabası. Erkeklerce anlatılır olmaya tersinden yaklaşma. Kadın bedenini, kadın bedeninin hevesini ve deneyimlerini çekincesiz ortaya koyma. Evden sokağa, gündüzden geceye taşma, taşınma. Kendimden diğer insanlara, yakın doğal-toplumsal çevremden daha geniş sınırlara, yerelden evrensele, insanda kalıcı olan özlere doğru bir genişleme arzusuyla yazma.
Bile İsteye’de müzikalite ön planda… Tekrar, kafiye ve tekerlemelerden sıklıkla yararlanılmış şiirlerde… Diğer kitaplarınızda bu denli değildi kanımca… Daha ritmik bir şiir kurmanızdaki nedenleri öğrenebilir miyiz?
İlk şiirlerimden bu yana, sözcük seçiminden dizimine, dizede ve dizeler arasında imgesel, anlamsal bütünlük kadar, ses ve müzikaliteyi de dikkate alır, önemserim. Şiirsel coşku ve söyleyişte akıcılığı sağlamada, uyak ve yinelemelerle, ses tonu ve vurgularla, içeriğe uygun bir ses örüntüsü yaratmada ritim/müzikalite çok önemli. Lir eşliğinde söylenenlerden saz şairlerine, Karacaoğlan’dan Külebi’nin, Necatigil’in ezgiselliğine… Bilindiği gibi, Ahmet Haşim de şiiri sözden çok, musikiye yakın görür. Ölçü ve uyak gibi dış ses unsurlarını pek dikkate almasa da iç ses ya da ritmi göz ardı etmez modern şiir de. Bile İsteye’de kullandığım tekerlemelerdeki canlı ve ritmik söyleyiş, hece ve sözcük yinelemeleri, kitapta dolaşan şiir öznesinin coşkusuna, dirimine, inadına, derdine, arzusuna denk. Her şey bir büyük ritimle aksın istiyor buradaki şiir öznesi. Kitapta yer alan “Ay İle” ve “Göle Yas”ı kıymetli Turgay Erdener, “Memet” şiirini ise Alman besteci Cymin Samawatie besteledi. Büyük sevinç!
Kitap “Mektup” şiiriyle bitiyor. Peki okurlarınıza açık bir mektup yazsaydınız ilk ve son cümleniz ne olurdu?
Tüm şiirlerim çoğunu tanımadığım, bilmediğim okurlarıma yazılmış birer açık mektup. Son şiirle de bunu iyiden açık ediyorum. O yüzden -bile isteye- yaptığım gibi, yine şiirin ilk dizesi “Bir imgem var sizde açık uçlu” ile başlar, son dizesi “Yokluk değişmez.” ile bitirirdim mektubu.
"ŞAİR O SÖZCÜKLERİ YAZA YAZA KENDİNİN KILIYOR"
“Göl”, “gölge”, “rüzgar” ve “nehir”… Sadece yeni kitapta değil, diğer iki kitapta da kendine yer bulan sözcükler… Bu sözcükler sizin için ne anlam ifade ediyor, şiirinizdeki yeri nedir?
Kimi şairlerin sıkça kullandığı, onların kişilikleri, yaşantıları, duygu, düşünce ve duyarlıklarından, dünya görüşlerinden, sanat anlayışlarından izler taşıyan belirli sözcükler olabiliyor. Yaza yaza kendinin kılıyor şair neredeyse o sözcükleri. Şükrü Erbaş için ‘eşik’ ve ‘kirpik’, Metin Altıok için ‘acı’ ilk aklıma gelenlerden. Su, benim de vazgeçilmezlerimden. Sonsuz bir akış bazen, sonsuz bir çalkantı. Bazen bir dinginlik, özünü, arılığını koruyan bir bilge. O nedenle göl, nehir, dere, deniz üç kitabımda da izi sürülenlerden. Göller, içedönük sulardan. Bilinçaltının yuvaları onlar. (Su yılanları, kaplumbağaları, kurbağaları ve yosunlarla söyleşirler elbet.) Bir gölün kenarına vardığımda, aklımın kenarına ilişmiş gibi olurum hep. Nehirlerse delişmen yanım. Yersizliğin yurtsuzluğun, yatağına sığamamanın, uzaklara gitme özleminin simgesi. Evrendeki devinimi, hep yolda olmayı, zamandaki, ömrümüzdeki o sürekli akışı; Thales’e göre, değişim ve oluşu su dilince anlatandır nehirler. Gölge ise Platon’a göre, ideaların değişen, gelip geçici kopyaları; asıl var olanların, değişmeyenlerin aldatıcı birer yansıması. Varlığın, eşyanın zihnimizde kalan izleri. Varlığın, eşyanın ondan kopamayan yönü. Gölgelerle doldurmaya çalışırız yalnızlığımızı çok zaman – o tülden görüntü parçalarıyla. Gölge, özellikle görüntüselliği, imgeselliğiyle ilgilendirir beni. Rüzgar da doğanın laf anlamaz, söz dinlemez hırçın çocuğu. Aklına esti mi eser. Koca ağaçları devirip çatıları da uçurur, gezip gördüğü yerleri de anlatır usulca. Ama uslu değil Bile İsteye’nin rüzgarı!