Avrupa’da emekçilerin sisteme tepkisi büyüyor
Fransa’da işçi ve emekçiler 5 Aralık’ta başlatılacak greve kilitlenmiş durumda. Almanya’da 15 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında. Britanya’da seçimler yine Brexit gölgesinde yapılacak.
![Avrupa’da emekçilerin sisteme tepkisi büyüyor](https://www.evrensel.net/upload/dosya/149257.jpg)
Fransa | Fotoğraf: Sinan Araman / Evrensel
Fransa’da işçi ve emekçiler 5 Aralık’ta başlatılacak süresiz greve kilitlenmiş durumda. Sendikalar gün yaklaştıkça grev ve eylemlerin hazırlığını hızlandırıyor. Toplum içinde de emeklilik sisteminin tamamen altüst olmasına karşı tepkiler artarken mücadele eğilimi yükseliyor. Durum bu olunca Macron ve hükümeti de 5 Aralık eyleminin hazırlıklarını çok yakından izliyor ve hareketi zayıflatmaya yönelik her türlü yönteme başvurmaktan geri durmuyor. Almanya’da 15 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında. Özel servet ise 6.237 trilyon avroya yükseldi. Federal Hükümet, servetin bir avuç kişide yoğunlaşması ile yoksulluk riskinin artması arasında doğrudan bir bağlantı kurulamayacağını belirterek yoksullara ev satın alıp yoksulluktan kurtulmayı tavsiye ediyor. Britanya’da Brexit yine gerçekleşmezken AB 31 Ocak 2020’ye kadar uzatma süresi verdi. Bunun üzerine de uzun süredir kaçınılmaz görünen seçim kararı 12 Aralık’ta yapılmak üzere alındı. Altı haftalık bir seçim kampanyası sürecine giren Brexit gölgesinde yapılacak. Britanya’da umutlar bir partinin Brexit konusunu sonuçlandıracak bir çoğunluğu sağlayabilmesi. Brexit oylaması sonucuna yol açtığı düşünülen sosyal ve ekonomik sorunların dört yıl sonra devam ettiği koşullarda seçimler yine Brexit gölgesinde yapılacak.
İÇİ BOŞ GÖRÜŞMELERDEN SONRA CUMHURBAŞKANI KORKUTMA YÖNTEMİNİ DENİYOR
Pierric Marissal
Humanite
İsterse 1995 hareketi düzeyinde olsun, Emmanuel Macron hareketin düzeyi ne olursa olsun kararlı kalacağını belirtiyor. “Bu reformun sonuna kadar gitmek istiyorum, ülkemiz için bu gereklidir” diye açıklamalarda bulunuyor Cumhurbaşkanı. “Yani onu savunacağım. Belki de bundan dolayı bana karşı memnuniyetsizliği artırırım, belki ki de insanlar “Kabul edilemez” diye söylenirler. Fakat hiçbir zayıflık, hiçbir taviz göstermeyeceğim”. Emmanuel Macron saklandığı yerden emeklilik reformunu savunmak için çıktıysa, bu hükümetinin zor bir süreçten geçtiğini hissettiğindendir. “İş böyle olunca kabul edilemez korkutma taktiğine başvuruyor. Yaklaşan hareketi zayıflatmak istiyor, fakat böyle davranarak onu daha da alevlendirebilir” diye değerlendiriyor FKP’nin Milletvekili Pierre Dharreville. Zira CGT, FO, FSU ve Solidaires sendikal örgütlerinin yanı sıra gençlik örgütleri de 5 Aralık’tan itibaren süresiz grev çağrısında bulundular. CFE-CGC sendikası ise eyleme çağrı da bulunmayacak fakat “Mücadeleye katılma kararı veren federasyonlarıyla dayanışma içinde olacağını’’ açıkladı. Tehdit etmenin yanı sıra Macron bir de bölme kartını oynuyor. Bir yandan “Temel hizmetlerde çalışan” emekçileri, hareketlerinin “aile ve işçilerinin” engellenmemesi için “sakin ve sorumlu” olmaya çağırıyor. Ardından kimi sektörlere özgü emeklilik rejimini öne sürerek genç işçiler ile yaşı daha ileri olan işçileri karşı karşıya getirmeye çalışıyor. “EDF (devlet elektrik şirketi), RATP (Paris metroları) ya da SNCF’de (devlet demir yolları) çalışan ve 48 ya da 50 yaşlarında olan birisini anlayabiliyorum, kuşkusuz onun için her şeyi birden sarsmamak lazım. (...) Fakat samimi ve mantıksal olarak olaylara yaklaştığınızda “Bir demir yolu ya da elektrik işçisini yarın sizinle aynı koşullarda işe alırız diyemezsiniz”. Bu strateji yeni değil ve cumhurbaşkanının seçilmesinden bu yana bitmez tükenmez bir şekilde yürürlüğe sokuldu. Pierre Dharreville’e göre (Macron) “Bölünmeleri kışkırtmaya çalışıyor, emekliler ile çalışanları, özel emeklilik rejime sahip olanlarla genel emeklilik rejiminde olanları karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Fakat herkesin de açıkça görebildiği gibi burada söz konusu olan ortak emeklilik hakkımızı kurtarmaktır. Masaya yatırılan toplumsal sözleşmedir.” Cumhurbaşkanının yürürlüğe sokmaya çalıştığı yöntem bu yıkıcı reformun onu ne kadar zor bir duruma soktuğunun göstergesidir. Jean-Paul Delevoye’i bir yıl boyunca (bu emeklilik reformu üzerine) tek başına çalıştırdı, ardından hükümete aldı, sonunda ise sendikalarla bir görüşme süreci başlattı, fakat bu da boşa çıktı. CGT adına hükümetle görüşmelerden sorumlu olan Catherine Perret’ye göre (...) “Bu görüşmeler kamuoyunu aylarca uyutma aracıydı. Her şey o kadar muğlaktı ki. 18 ay görüşme yürütüldü ve sonuçta bir hiç çıktı”. Ardından Cumhurbaşkanı sarı yeleklilerle yaptığı gibi büyük tartışma fikrini ortaya attı. Pierre Dharreville’e göre, aslında bu ne kadar kaygı duyduklarının, zayıf olduklarını gösteriyor. Bu da bizlere daha fazla harekete geçmemiz gerektiğini gösteriyor. Yıllarca emeklilik hakkı yıpratıldı. Var olan emeklilik sisteminin en olumlu yönleri üzerinden yarının sistemini kurmak gerekiyor. Macron’a her şeyi yıkmadan kaçınma, Fransız toplumunun çeşitliliğini göz önünde bulundurma ve sosyal güçler dengesini doğru ölçme çağrısında bulunuyorum”. Sendikalara destek için tüm sol güçlerin de çağrı yapacağı 5 Aralık’taki hareketten önceki aşama, CGT Genel Sekreteri Philippe Martinez (önümüzdeki günlerde) emeklilik yüksek komiseri Jean-Paul Delevoye ile görüşecek.
Çeviren: Deniz Uztopal
EKMEK BULAMAYAN PASTA YESİN
Simon Zeise
Junge Welt
Yoksulluk haberleri egemenleri öfkelendiriyor. Alman haber ajansı çarşamba günü Federal İstatistik Dairesinin yoksulluk verileri hakkındaki kapsamlı haberinin haber niteliğini açısından pek bir anlamı olmadığını bildirdi. Wiesbaden’deki dairenin açıklamasında ise Almanya’da yoksulluk ve buna bağlı olarak toplum dışına atılmadan etkilenen insanların sayısında azalmanın olmadığı, bu ülkede 2018 yılında 15.3 milyon insanın, nüfusun yüzde 18.7’sinin, yoksulluk tehdidiyle yaşadığı belirtilmekteydi.
AB tanımına göre, ortalama net kazancın yüzde 60’ından daha azına sahip olanlar yoksulluk tehdidi altında olarak algılanıyor. 2018’de, Almanya’da yaşayan tek bir kişi için bu eşik, 1136 avro, iki yetişkin ve 14 yaşın altındaki bir çocuktan oluşan aile için 2 bin 385 avro olarak belirlendi. Nüfusun yüzde 3.1’i, kira, evlerini yeterince ısıtmak, ipotek ve bakım masraflarını ödeyemedi veya bir haftalık tatil seyahatini finanse edemedi.
Yardım örgütü DPVW’de çalışma, sosyal işler ve Avrupa bölüm başkanı olan Joachim Rock, Junge Welt’e verdiği beyanatta, Avrupa Birliği’nin 2008’de 115.7 milyon olan yoksulluğu, 2020’de en az 20 milyon azaltmayı kararlaştırdığına dikkat çekti. 2018’de Avrupa’daki yoksulların sayısının 109 milyon olduğunu belirten Rock, ekonomik durum iyi olmasına rağmen AB’nin yoksullukla mücadelede iflas ettiğini söyledi. En büyük yoksulluk riski ise çocuklar arasında. AB’de çocukların yüzde 24’e yakını yoksul!
Önümüzdeki birkaç ay içinde ülkede durumun daha da kötüleşmesi bekleniyor. Müjdelenen “istihdam patlaması” yaklaşmakta olan muhtemel durgunluk karşısında er ya da geç sona erecek. Bunun ilk habercisi Federal Çalışma Ajansının ekim ayı raporu oldu; raporda, ekim ayında bir önceki aya göre işsiz sayısı 30 bin azalmıştı ama normalde bu sayının 60 bin azalması beklenmekteydi. Sezona bağlı olmayan işsizlik rakamlarında 6 bin artış olmuştu. Eğer istatistikleri güzelleştirmek için sayımdan çıkarılan 58 yaşın üstündeki, hastalık raporu olan ve işsizlik raporun hazırlandığı hafta herhangi bir seminere gönderilen 905 bin işsiz de dikkate alınırsa işsizlik oranı hiç de iç açıcı değil.
Birinin acısı, diğerinin mutluluğu... Bundesbank 11 Ekim’de Federal Almanya Cumhuriyeti’ndeki özel servetin yalnızca son çeyrekte 95 milyar avro artarak 6.237 trilyon avroya yükseldiğini açıkladı. Federal Çalışma Bakanlığı sözcüsü yoksulluk ile servet yoğunlaşması arasında doğrudan bir bağ olmadığını belirterek yoksulluğun nedenlerinden birinin Almanya’da ev sahibi olma eğiliminin düşük olması olduğunu iddia etti. Tavsiye yoksul olanın kiradan kurtulmak için ev satın alması! Marie Antoinette’nin kulakları çınlasın: Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin!
Çeviren: Semra Çelik
Almanya | Fotoğraf: Ali Çarman/Evrensel
SEÇİM 2019: HER ŞEYDEN ÖNCE BREXİT ÜZERİNE
Editöryel
The Guardian
Ayırımcılar, Muhafazakar gericiler, neoliberaller ve Britanya sağcı medyasının -ve dahası Donald Trump ve Vladimir Putin’in- istediği olsaydı, cuma günü Britanya’nın 31 Kasım 1972’den bu yana AB dışında geçirdiği ilk gün olacaktı. Fakat Cadılar Bayramı son tarihi geldi ve geçti. Söylenenin aksine, Boris Johnson’un politik şarlatanlığının acımasızca teşhir edilmesiyle, Britanya AB’nin bir parçası olmaya devam ediyor. Son üç yıldır birçok kişinin uğruna mücadele ettiği AB içerisinde bir konumun geleceği altı hafta sonra yapılacak genel seçimle belli olacak.
Johnson temmuzda başbakan olurken yüzsüzce bir yalan vaatte bulunmuş, 31 Ekim’de Britanya’yı AB’den çıkarabileceğini iddia etmişti. Partisi konferansında bunun “ne olursa olsun” gerçekleşeceğini söyledi. Bir uzatma daha istemektense “bir hendekte ölü” bulunmayı tercih ettiğini beyan etti. Yeterince Muhafazakar Parti üyesi -çoğunlukla güney Londra’da yaşayan beyaz yaşlıca erkek- buna inanarak Theresa May’i liderlikten indirdi. Fakat Johnson’un birçok sözü gibi bu da ucuz bir palavraydı. May gibi o da AB’den düşüncesiz bir çıkışa karşı olan milletvekilleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Mülakata girmek yerine ise vakitsiz bir erken seçime karar verdi.
Sadece üç aydır parti lideri olmasına rağmen onun üzerinde etkisi büyük oldu. Muhafazakarların sağ milliyetçi bir partiye dönüşmesini sağladı. Geçmişte geniş tabanlı bir merkez-sağ parti olan Muhafazakar Parti şimdi sadece tek bir soruna odaklı -Brexit- bir politik mezhebe dönüştü.
Bu hafta Muhafazakar Partiden toplu ayrılan merkezci milletvekilleri bunun anlamlı bir ispatıdır. Ken Clarke, David Gauke, Justine Greening, Dominic Grieve, Philip Hammond, Jo Johnson, Oliver Letwin, David Lidington, Nicky Morgan, Amber Rudd and Rory Stewart gibi eski bakanları da içeren ayrılan ve kovulanlar listesi hem kaybedilen bir jenerasyonu hem de bir muhafazakar geleneği temsil ediyor. İstihdam Bakanı Mims Davies ayrılacağını açıklarken kadın muhafazakar milletvekillerin ayrılma sebebinin “Gidişatın vahameti, tehditler, uzun saatler, aile ve arkadaşla geçirilemeyen zaman ve dinlenememe” olup olmadığını sorguladı. Sonuç olarak, Eski başkanları ve Çalışma Eski Bakanı lain Duncan Smith’in de övünerek söylediği gibi “Muhafazakarlar artık bir Brexit partisi”.
Birçoklarının işaret ettiği gibi genel seçim aslında her şey üzerine bir seçimdir. Perşembe günü İşçi Partisinin kampanyasını başlatan Jeremy Corbyn kesintiler üzerinden kampanya yürütecek. SNP (İskoçya Ulusal Partisi) kampanyasını bağımsızlık üzerine kuracak. Kuzey İrlanda’da seçimler her zaman olduğu gibi birlik üzerine olacak. Bunların hiçbiri ikincil bir sorun değil fakat Duncan Smith’in sözleri diğer sorunların kalabalığı içerisinden en önemlisini vazgeçilmez biçimde ortaya koyuyor. Bu seçim Birleşik Krallık’ın AB ile mutabakatını bitirme kararına varıp varmamasıyla ilgili olacak.
Eğer bir sonraki hükümeti muhafazakarlar kuracak olursa Johnson hızla hareket ederek Brexit anlaşmasını yasalara yazacak. Fakat Johnson’un anlaşması May’in anlaşmasından daha kötü ve şimdiki koşullardan da çok daha kötü. Ekonomi Britanya’nın AB’de kalması koşullarında öngörülen seviyeden yüzde dört daha küçük olacak. İskoçya Krallık’ın dışına itilecek ve İrlanda barışı yıkılacak. Bu haftaki emeklilik açıklamalarıyla cesaretlenen muhafazakar sağ istedikleri küçültülmüş devlet, düşük regülasyon Britanya’ya daha yakın olacak. Johnson kazanırsa 2020 Britanya’sının gerçekleri bunlar olabilir. 12 Aralık’ta hedef onu durdurmak.
Çeviren: Haldun Sonkaynar
Evrensel'i Takip Et