Yedinci kıta bienali: Doğayı kim bu hale getirdi?
Belki de bu kez sanatçılara “Doğanın tahribatından herkes aynı derecede mi sorumludur?” sorusunu yöneltmek ya da en azından bu soruyu kendimize sormak önemli.
Nilay ULAŞ
Yıldız Teknik Üniversitesi
16. İstanbul Bienali 14 Eylül’de Büyükada, Pera Müzesi, MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde ziyaretçilerine kapısını araladı. Bienal kapsamında sanatçılar Yedinci Kıta başlığı ve temasıyla eserlerini ortaya koydular. Bizler de bienali incelerken öncelikle başlığının neden Yedinci Kıta olduğu sorusuna yanıt arayarak başlayabiliriz. Uzunca bir süredir etkilendiğimiz özellikle son yıllarda gündem haline gelen iklimsel dengesizlik, sanayinin toplandığı büyük şehirlerdeki hava, çevre kirliliği ve yeşil alanların yok olup, onların yerini atıkların alması görmezden gelinemez halde. Dünyanın dört bir yanında dert edilen bu mesele sanat çevreleri tarafından da benimsenmiş olmalı ki bienalde 220’yi aşkın eserle karşılaşıyoruz. Aynı zamanda ziyaretçileri, kimilerine kendilerinin de tanık olduğu olayları Pasifik Asya’dan Güney Amerika’ya uzanan geniş bir kültürel çeşitlilikle, sanatçının yaklaşımıyla birlikte deneyimlemesi de bir hayli etkiliyor.
İNSAN VE DOĞA
Bienalin sergilendiği ana mekân MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Müzenin 48 salonunda birçok eser bulunuyor. Buradaki eserlerde sanatçılar daha çok ekolojik sorunlara, insan ve doğa arasındaki ilişkiye değiniyor. Yine öne çıkan diğer konular da kadına yönelik şiddet, sömürgeleştirmek üzere gidilen topraklarda yerel halkın kültürlerine yapılan müdahalelerin yarattığı tahribat gibi durumlar. Toplumsal hafızada yer edinen konuları işleyen sanatçılar yerleştirme, heykel, resim ve türlü dijital sanat yöntemleriyle eserlerini sunuyorlar. Doğadaki tahribatı öne çıkaran eserlerde doğal formların dezenformasyonu, atıkların ise yeni formlara kavuşması dikkatimizi çeken ilk şey oluyor. Doğadaki tahribat üzerine eserlerini sunan sanatçılar, insan eliyle doğadaki dengenin bozulmasına dikkat çekerken, insanın doğaya müdahalesini artık kontrol edilemeyen ve sorunun buradaki kontrol kaybı sebebiyle arttığına değiniyorlar. Tahribattan sorumlu tutulan insanlar için ise bir ayrıştırma gözümüze çarpmadığı gibi, sorumluluğunu herkesin üstlenmesi gerektiği durumda da başka bir soruyla yüzleşmemiz gerekebilir. Belki de bu kez sanatçılara “Doğanın tahribatından herkes aynı derecede mi sorumludur?” sorusunu yöneltmek ya da en azından bu soruyu kendimize sormak önemli. Sorumuza yanıt arayacak olursak da rahatlıkla söyleyebiliriz ki doğaya en çok zararı veren, endüstriyel atıkların hangi biçimde değerlendirileceğine karar veren, yüzyıllardır çoğunluğun kümeleştiği insanlar değil, tek tek atıkların ortaya çıktığı fabrikaların sahiplerinin karar verdiği bir süreçten söz edebiliriz. Dolayısıyla üretim, tüketim ve bu ikisinden geriye kalanlara ne olacağına uzun süredir küçük bir grup insanın karar verdiği gibi, bu gidişatın engellenmediği her gün biz de doğaya ve kendimize daha çok zarar veriyoruz. O zaman sorumuzu cevaplayalım: Doğayı bu hale kim getirdi? İnsan yaşamını, diğer canlıları ve ekolojik dengeyi umursamayan insanlar. Tabii ki sorumluluğumuzu göz ardı etmeden ve kendi müdahalemizin biçimlerini de tartışmak üzere verebiliriz bu yanıtı.
SONUÇ YERİNE
10 Kasım’a kadar devam edecek 16. İstanbul Bienali kapsamında sergilenen eserlerin anlaşılması ziyaretçi profiline göre değişse de genel anlamda bienalden anlaşılanların oldukça sınırlı olduğunu söylemekte fayda var. Bununla birlikte sergiyi bitirdiğinizde aklınızda yer eden eserler daha çok kendi deneyimlerinizle örtüştürebildiğiniz eserler olacaktır. Bienal boyunca kimi sanatçılar anlaşılması güç işler ortaya koysa da kimi sanatçıların meseleyi hepimizin anlayabileceği düzeyde, ortak deneyimlerimiz üzerinden sunması, sanat eserlerinin “karmaşıklığını yitirdikçe değerinin azalacağına” dair var olan algıyı değiştirmeye yeterli ölçüde karşılık buluyor. Değindiği meselenin toplumsallığı gereği ziyaretçilerine dönemimizin en önemli sorunlarını gösterip, onları tartışmaya açabilen Yedinci Kıta bienaline mutlaka gidin.
Unutmadan değinelim, yönetim kurulunda Bülent Eczacıbaşı’nın olduğu İKSV’nin bir etkinliği olup, sponsorluğunu ise Koç Holding’in yaptığı 16. İstanbul Bienali, Türkiye’deki çevre sorunlarının en büyük rollerini üstlenenlerin bir etkinliği. Üstelik bienalin açılışında yaptığı konuşmada insanlığın dünyaya verdiği zarara dikkat çekip, onu sanattan daha güzel bir araçla anlatamazdık diyen Ömer Koç’un, sözlerini her bireyin kendi sorumluluk alanından başlayarak bu sorunu çözmesine dair olan önerisiyle bitirmesine katılıyorum. Herhalde ülkemizdeki çevre sorununun başlıca aktörlerinden biri olarak kendisinin bu soruna dair eyleme geçmesi hepimize derin ve temiz bir nefes aldıracaktır.