Mercekten hayata harlanan öfke
Panoptic, bir gerçekliğin çığlığı. Acıyı tüm çıplaklığıyla görmek, o çığlığı duymak...
Helin ÇAKIR
Ankara
Tüm baskı ve sömürü koşullarına karşı yeni bir dünya isteyenler sokaklarda. Öfkeleri ve özlemleri tüm öznellikleriyle birlikte özünde düzene karşı bir isyan aslında.
Geçtiğimiz haftalarda Lübnan’da da yükselen halk hareketi dünya gündeminde iken biz de geçtiğimiz hafta Mülkiyeliler Birliği’nde gösterimi yapılan ardından da Filistin Dünya Kadın Yürüyüşü üyesi Ruba Odeh ile hem iç savaşın bıraktığı yıkıma hem de kadınların sinema alanındaki emeklerinin “görünürlüğüne” dair sohbetimizin ardından Lübnan’ın “geçmeyen geçmişine” ve bugününe Panoptic filmi ile değinelim istedik.
“LÜBNAN’IN ŞİZOFRENİSİNİ” KEŞFETMEK
Bir türlü kabuk bağlamayan, sürekli kanayan bir yara: iç savaş ve bu kanlı geçmişi belleğinden silemeyen bir ülke, Lübnan... “Lübnan’ın şizofrenisini” keşfetmek isteyen bir film, bizleri kabuk bağlamayan o yaraya tanık ediyor. Beyrut’un yeraltında sadece iç savaşın hayaletleri, isyanları dolaşmıyor. Panoptic filmi, Beyrut’un yakıcı geçmişinin belki de en gerçekçi hayaleti.
Panoptic, bir gerçekliğin çığlığı. Acıyı tüm çıplaklığıyla görmek, o çığlığı duymak... 69 dakikaya sığdırılamayanları ve dakikalara sığdırılamayacak olanları görmek... Kızının vefat eden babasına yazdığı mektuplardan oluşan filmin en çarpıcı noktalarından biri yeraltında yaşayan yüzlerce insanların yaşam mücadelesine tanık olmak.
Kısaca özetlemek gerekirse; kaybedilenleri unutturmak, insanların acılarını yok saymak ve üzerini örtmek isteyenlere karşı yönetmen Rana Eid, Panoptic filmi ile Beyrut’un yeraltı geçmişine ışık tutuyor.
YERALTINDA KOPAN ÇIĞLIKLAR
Dünya mültecilerin yaşadıkları koşulları sık sık konuşurken Rana Eid, bizi ilk olarak tüketiciliğin zirve yaptığı şehrin çeşitli barlarını ve mağazalarını bulunduran işlek bir caddesinden alıyor ve Beyrut’un doğusunda bir köprünün altına götürüyor. Köprü altında Adlieh Gözaltı Merkezi bulunuyor. İnsani yaşam koşullarından oldukça uzak olan bu gözaltı merkezinde tutulanlar ise göçmenler.
Filmde şöyle diyor: “Savaş bittiğinde bazı insanlar yeraltından çığlıklar duydu. Yerin altında rahatsız ruhlar var.” Evet, yer altında kopan çığlıklar vardı: İnsan yerine konulmayan göçmenlerin çığlığı. Filmin ardından gerçekleşen söyleşide de Ruba Odeh, geçmişiyle filme trajik şekilde yansıtılan bu yeraltı hapishanelerinin Ortadoğu’da hala güncelliğini koruduğunu söylüyor. Yeraltında tutulan göçmenler başta olmak üzere iç savaşın sarsıcılığını yaşayan halkın bir “kaçış” olarak gördüğü, aslında unutmamak ve hatırlamak için tuttuğu albümlere değiniyor film. O albümlerden biri ile bir kadının eski bir asker olan babasına yazdığı mektupları görüntü ağırlıklı olarak yansıtıyor.
Yani Panoptic’in ardından söyleşiyi beklerken artık Lübnan’daki iç savaşın bir kadın üzerinde bıraktığı psikolojik yıkımı görmüş, yeraltı hapishanelerini gezmiş, hayatın hızlı aktığı caddelerin ve lüks binaların altında neler yaşandığını izlemiş oluyorsunuz.