"Ankara Katliamı'nın aydınlatılması pek çok şeyi aydınlatacak"
10 Ekim Ankara Katliamı'nı ve dava sürecini anlatan "Duymak Zorundasınız" kitabını hazırlayanlarla konuştuk.
Fotoğraf ve Kolaj: Evrensel
Can Deniz ERALDEMİR
İstanbul
10 Ekim Ankara Katliamı ve dava sürecinde yaşananları irdeleyen “Duymak Zorundasınız” geçtiğimiz ay Kor Kitap’tan çıktı. IŞİD’in Türkiye’de yüzlerce insanı öldürdüğü katliamlar dönemini 10 Ekim davası özelinde inceleyen kitap, 103 insanın yaşamını yitirdiği Ankara’daki barış mitingine yapılan saldırının arkasındaki ilişkileri ve adalet mücadelesini ele alıyor. “Duymak Zorundasınız”‘ı hazırlayan Gülşah Kaya, Barış Işık, Birkan Bulut ve Fulya Alikoç, 10 Ekim Katliamı’nın hâlâ tam olarak aydınlatılmadığını belirterek, bu katliamın aydınlatılmasının Türkiye’de pek çok şeyi aydınlatacağına inandıklarını söylediler.
Katliam gününden mahkeme salonlarına uzanan ve “Duymak Zorundasınız” diyen bu kitap, biz okura bu gerçeğin hangi boyutunu anlatıyor? Neden duymak zorundayız?
Birkan Bulut: 10 Ekim Emek ve Demokrasi Mitingi, IŞİD’in saldırısı nedeniyle başlayamamış bir miting. Ancak bu büyük katliam, aslında mitingde bir araya gelen on binlerce insanın haykıracağı barış talebine bu ülkenin ne kadar ihtiyacı olacağını gösteriyor. Katliamın ardından 3 yıl süren soruşturma ve dava konusunda adalet talebi için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Kitap, katliam gününden başlayarak davanın karar duruşmasına kadar geçen süreci anlatması nedeniyle bir dava kitabı. Birçok katliamın meydana geldiği, tek adam rejiminin inşa edildiği, ülkenin Ortadoğu’da savaş bataklığına girdiği koşulları ve buna karşı yürütülen barış ve demokrasi mücadelesini ele alması bakımından ise bir dönem kitabı. Bu açıdan o dönem yaşananların unutulmaması, geçmişle hesaplaşılması ve bir daha bu acıların yaşanmaması için bazı gerçekleri daha kalıcı bir şekilde duyurmak zorundaydık.
Barış Işık: Kitabı yazarken duygularımıza ket vurmadık. Bu anlamıyla kitap bir iç dökmedir. Okuyucu sıkıcı bir hukuk metniyle karşılaşmayacak. Bunun yanında katliamın insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmek bir akademisyen olarak benim için ayrıca önemliydi. Bu dava Türkiye’nin en büyük katliam dosyasıdır. Büyük çabalarımız sonucunda ve geç de olsa 30 Ağustos 2019 tarihinde katliamın insanlığa karşı suç olduğunu söyleyen bir dava açıldı. İlk defa bir ulusal mahkemede insanlığa karşı suçtan yargılama yapılacak. Bu dava Türk ve uluslararası ceza hukuku açısından tarihi bir davadır. Bu yanıyla kitap bilimsel literatüre de katkı sunacaktır.
Gülşah Kaya: Ceza yargılamasının amacı “maddi gerçeği” bulmaktır. Sözde… Gerçek, bu yargılamanın başlangıcında ilk söylediğimiz sözden son söze kadar parça parça ortaya çıktı. Mahkemenin kararında gerçek yazmıyordu fakat 3 yıllık süreç sonunda kabul etmeyenler de dahil herkesin bildiği bir gerçek vardı. Bu kitap, mahkemenin yazamadığı o gerçeği yazmayı gaye edindi.
Fulya Alikoç: Kitap 4 ana bölümden oluşuyor. “Ankara’daymış Barış” başlıklı ilk bölüm, 9 Ekim gecesinden başlayarak katliam anını, hemen sonrasında yaşanan polis saldırısı ve ambulansların müdahalesizliğini ve hemen ardından bir dizi ihmal ve kasıtlı karartma suçunun işlendiği olay yeri inceleme sürecini avukatların gözünden ele alıyor. Yine avukatların gözünden yazılan ikinci bölüm, kısıtlılık kararı alınarak müştekilerden ve avukatlardan bilgi kaçırılan soruşturma sürecinden başlayarak iddianamenin hazırlanışına uzanıyor. Bu bölümün sonuna okura yardımcı olması ümidiyle bir “Failler” bölümü ekledik. İddianamede 36 sanık var, isimleri, IŞİD içerisindeki görevlerini ve hangi suçtan yargılandıklarını toparlamaya çalıştık. Avukat Komisyonunun dışına çıkıp üçüncü gözün anlatımına devredilen üçüncü bölüm kitabın ana gövdesini oluşturan “Duruşmalar” bölümü 10 grup duruşmada yaşananları belgeliyor.
Dava nasıl bir iddianame üzerine oturuyordu?
G.K: Savcının 8 ay boyunca kapalı kapılar ardından bize tek bir bilgi vermeden ve bizi dosyadan uzak tutmak için büyük çaba harcadığı sürecin sonunda yazılan iddianame ile tam bir hayal kırıklığıyla karşılaştık. Zaten sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinden hiç bahsedilmemesi nedeniyle, katliam sanki doğal afetmişçesine kendiliğinden ve birdenbire olmuş gibi anlatılmıştı. Sanıkların örgüt içindeki pozisyonları dahi doğru aktarılmamıştı. Kopyala-yapıştırdan ibaret yüzlerce sayfa aslında birbirinin tekrarından başka bir şey değildi. Sanıklar hakkında gerçek ve detaylı bir araştırma yapılmamış, bütün bağlantılar ortaya çıkartılmamış, deliller toplanmamış ve hatta karartılmıştı. Dolayısıyla gerçeği açığa çıkarmayı değil, bilakis gerçeği karartmayı amaçlayan bir iddianameydi.
B.I: Sanıkların insanlığa karşı suçlardan değil, anayasal düzeni ihlalden cezalandırılmasının istenmesi de önemliydi. Bu şekilde kamu görevlilerinin bir şekilde dahilinin olduğu bir katliamdan devlet mağduriyeti çıkarabilmişti. İddianameye göre katliam insanlığa değil devlete karşı işlenmişti. Halbuki insanlığa karşı suçları düzenleyen TCK m.77 çok açık. Söz konusu madde bu katliama uygulanmayacaksa, hangi olaya uygulanacak? Kanun koyucu niye düzenledi bu maddeyi? Gerçekten anlaşılabilir değil.
Katliam ve dava sürecini incelediğinizde, kitabı hazırlarken en çok karşılaştığınız şey neydi? Katliamı doğuran ilişkiler sizce yeterince aydınlatıldı mı?
B.I: 10 Ekim Katliamı belki de devletin en çok açık verdiği, kamu görevlilerinin suçüstü yakalandığı planlı bir saldırı. Dava dosyasını incelerken bizde hakim olan duygu şaşkınlık ve kızgınlıktı. Her seferinde “Kamu görevlilerinin sorumluluğu bu kadar açıkken nasıl bir tek kamu görevlisi bile yargılanmaz, nasıl insanlığa karşı suçlardan iddianame düzenlenmez?” diyorduk. Okuyucuda da benzer duyguların oluşacağını düşünmekteyim. Kitapta kamu sorumluluğu ayrıntılı biçimde ortaya konulmuştur. Benzer biçimde katliamı planlayan asıl IŞİD militanları da firari konumda. Yani sanıklar sadece IŞİD üyesi piyonlar. Fakat bu kitap ah vah etmek için değil, gerçek faillerin ortaya çıkarılmasına vesile olsun diye yazıldı. Biz hukukçular bu sorumluluğu taşıyoruz. Tıpkı artık gerçekleri duyan okuyucu gibi.
G.K: Cezasızlık, bu ülkenin hem “sıradanlaşmış” hem de mücadelesi hiç bitmeyen bir yargı alışkanlığı. Devletin, kendi suçunu her türlü mekanizmasıyla örtme çabasına karşılık o karanlık perdeyi indirmek için de çok ciddi ve örgütlü bir mücadele vardı bizim sürecimizde. Hem derneğin hem de komisyonun çabası, çatlağı genişletti ve görünmesi gerekeni göstermeye başladı. Bu kanlı ilişkilerin tam olarak aydınlandığını söylemek mümkün değil ve fakat açığa çıkanı kadarıyla üstünü örtmek de kolay değil. Bu davanın konusunun aydınlanmasının, ülkedeki kirli pek çok şeyi aydınlatacağına inanıyoruz. Geçmişi belki değiştiremeyiz fakat orayla yüzleşmek geleceğe ışık tutacaktır.
B.B: 10 Ekim Katliamı’nın büyüklüğü, bazı gerçeklerin üzerinin örtülmesini engelliyor. Ancak dava boyunca verilen mücadele, daha fazla gerçeğin ortaya çıkmasını sağladı. Eğer bu mücadele verilmeseydi, Gülşah’ın dediği gibi cezasızlığın sıradanlaştığı bu ülkede bazı sanıkların serbest bırakılması işten bile değildi. Fakat katliamın tam olarak aydınlatıldığı söylenemez. Çünkü bu katliama yol veren ve çıkar sağlayanlar tam olarak hesap vermedi veya ortaya çıkarılmadı. Mahkemenin tutumu, emniyetin soruları yanıtsız bırakması ve siyasetin müdahalesiyle, aydınlandıkça karanlık noktaların arttığı bir ilişki ağı ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.
"HER BÖLÜM HERKES TARAFINDAN YAZILDI"
Kitap kolektif bir çalışmanın ürünü. Mahkeme salonunda denildiği gibi herkesin aynı talep, farklı kimliklerle orada olduğu ve farklı mesleki bakışları bir anlatımda birleştirebilmiş bir nitelik taşıyor. Editörü olarak siz, kısaca bize bu kitabın yazım sürecinden, bir araya gelen editörlerin katkılarından biraz bahsedebilir misiniz?
F.A: 10 Ekim Ankara Katliamı davası çok boyutlu bir dava. Sadece kriminal bir vaka değil, “Öfkeli çocukların işgüzarlığı” hiç değil. Bu çok boyutlu gerçek çok boyutlu bakış açısı gerektiriyordu. Gülşah (Kaya) 10 Ekim Davası Avukat Komisyonundan, başından sonuna kadar yargılama sürecinin içerisindeydi. Barış (Işık) da komisyon üyesi, daha düne kadar Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim elemanıydı, geçtiğimiz günlerde saçma sapan gerekçelerle işine son verildi. Hem dava sürecine hem de kitabın oluşumuna bir bilim insanı olarak katkı sundu. Birkan (Bulut) dava sürecini izleyen bir gazeteci olarak halk adına tanıklık ettiği bu sürecin toplumsal bilgisinin oluşturulmasında önemli bir rol aldı. Bir kitap editörü olarak benim içinse farklı bir deneyim oldu; genelde biz editörler “okur avukatları” olarak kitapların az ve öz olması için çaba sarf ederiz, bu sefer kitap dışında kalan her bilginin toplumsal ağırlığı taşınamaz bir kütle oluşturuyordu. Kitap klasik bir derleme değil, her bölüm biri tarafından yazılmadı. Her bölüm herkes tarafından yazıldı diyebilirim. Cümle cümle hep beraber yazdığımız anlar oldu. Başından sonuna her aşamada 10 Ekim Davası Avukat Komisyonu üyeleriyle birlikte çalıştık. Onlarca avukattan oluşan Komisyon, kendi içerisinde kolektif bir iş bölümünü başarmış olmasıyla ülke tarihinde örnek bir çalışma yürüttü. Bu kitabın oluşumuna da yansıdı şüphesiz, her satır onların emeğini içeriyor.