Gazeteci Nedim Türfent: İçeride kaldığım her günün mesuliyeti AYM ve AİHM’dedir
Tutuklu Gazeteci İdris Yılmaz, bir başka tutuklu meslektaşı Nedim Türfent ile cezaevinde iletişim kurarak gazetecilere yönelik baskıları ve basın özgürlüğü üzerine röportaj gerçekleştirdi.
Fotoğraf: MA
İdris YILMAZ
Van Cezaevi
Bir gazetecinin cezaevindeyken dışarıda yaşanan gelişmeleri izlemesi ama gazetecilik yapamaması çok zor bir duygu. Nedim Türfent ile en son 2016 yılının ekim ayında Van’da görüşmüştük. Ardından en hukuksuz gerekçelerle tutsak edildiğine tanık olduk. Türfent’in tutuklanmasının ardından iletişimimiz mektup üzerinden gelişiyordu. Elazığ cezaevinde Van cezaevine uzanan kelepçeli yolcuğum esnasında hep Türfent’le aynı hücrede olmayı hayal etmiştim. Bu olmasa da ya sporda ya da başka bir etkinlikle bir araya gelmeyi, uzun yılların hasretini gidermeyi ummuştum. Ne yazık ki beklentim hücremin renksiz ve soluksuz, buz gibi duvarlarına takıldı. Tek kişilik hücrede ağır tecrit koşullarına maruz bırakılmam üzerine Türfent’le sohbetimiz cezaevinin vazgeçilmez iletişim kanalı üzerinden gelişti. Bu iletişimin iyi kısmı ise, yazdıklarımızın mektup okuma komisyonuna takılmadan, sansürlenmeden birbirimize ulaşmasıydı. Türfent ile yaptığımız sohbete bir de röportaj sığdırdım. Röportajda gazetecilere dönük hukuksuzluğa dikkat çeken Türfent, içeride tutulduğumuz her günün mesuliyetinin bireysel başvurularını gündemini alıp görüşmeyen AYM ve AİHM’de olduğunu ifade etti.
"BU AĞIR HUKUKSUZLUĞU SAĞIR SULTAN BİLE DUYDU"
Gerekçeli kararında yer alan “Rahatsız edici haberler” ibaresi, kamuoyunda gazetecilik faaliyetlerinin cezalandırıldığının itirafı olarak okundu. Yaşanan hukuki süreci nasıl değerlendirirsin?
Yargıçların "siyasi" olarak değerlendirdiği bir süreci, hukuken anlatabilmek zor olmalı. Sağ elimle sol kulağımı göstermiş gibi olmalıyım, demek istediğim bu cezanın hukukla izah edilecek bir tarafı bulunmamaktadır. Nereden tutarsanız elinizde kalır. Aleni gazetecilik faaliyetlerinin terörize edilmeye çalışıldığı açık. Ne kitapta ne hukukta yok böyle bir karşılığı en başında “Türk’ün gücünü göreceksiniz” olmak üzere halk ihlallerine ilişkin haberlerimize verilen yanıttır. Hak ihlallerinde sorumluluğu olanların hatırı kalmasın, kolluğun gönlü kırılmasın diye verilen ‘tarafsız’(!) bir hükümdür. İnsanları yere yatırıp ‘Türk’ün Gücü’nü gösterenlere göz kırpmaktır. Gazeteciliği cezalandırırsanız, cezasızlık politikasına destek verirseniz, hak ihlallerinin ardı arkası kesilmez. Dosyada Allah rızası için tek bir somut delil bulunmamakta. Şuna ısrarla dikkat çekmek isterim. Hem AYM’nin Barış Akademisyenleri kararında “Rahatsız edici ifade/haberlerin” basın özgürlüğü kapsamında olduğu değerlendirmesi var, hem de birinci Yargı Paketi’nde haberlerin “suç” sayılmayacağı ibaresi var. Elbette suç değildi, lakin demek ki suç sayılmış. Yani gerek son yasal düzenlemeler gerekse de yüksek mahkeme içtihatları ortada. Emsal kararlar, tez vakitte uygulanmalıdır. Hak ihlalleri bu kadar açıkken, içeride tutulduğumuz her günün mesuliyeti, bireysel başvurunun gündemini alıp görüşmeyen AYM ve AİHM’dedir. Bu ağır haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği sağır sultan bile duydu.
"GAZETECİLİK YAPALIM, HEPSİ BU..."
Toplumu haberdar etmek için çabalayan birçok gazetecinin yargılandığını, yargıyla cezalandırıldığını, savaşa karşı tutum sergileyen insanların hedef yapıldığına tanık oluyoruz. Sen de pek çok şey yaşadın. “Bu mesleği bırakacağım” dediğin oluyor mu?
Sokağa çıkma yasaklarında, 90’lı yılları aratmayan uygulamalara tanıklık ettik. Bu yönüyle, çatışmaların yoğunlaştığı süreçlerde gazetecilik yapmak zorlaşıyor. Haberlerinizin ucu devlete dokununca, tüm şimşekleri üzerinize çekiyorsunuz! Cenaze fotoğrafı paylaşan kolluk sizi ölümle tehdit ediyorsa ciddiye almak zorundasınız. Lüzumsuz bir asansör tedirginliği değil de can güveni anlamında kaygılar illa ki oluşuyor ve ailemin bu süreçte yaşadıkları ancak mesleği bırakma manasında bir düşünce girişimi dahil olmadı. O süreçte olmadıysa, bir daha olacağına olanak vermem. Sanki siz o ihlali gözünüzde görünür kıldığınızda, her şey değişecekmiş gibi yaklaşıyor insanlar. İnsanların o beklentisi varken, vicdansızlık edemezdik. Bu mesleki manada da etik kurallarını sakız gibi çiğnemek olurdu. Bu mesleği seçiyorsak, toplumun derdini tasasını dillendirip olası kefaretleri yük almak zorundayız. Kuşkusuz, toplumda kamuoyu da bilgi edinme hakkını savunmak durumdadır. Esasında, ‘olağan üstü bir şeyi’ yapıyor olmuyorsunuz, olanı biteni olduğu gibi verirseniz yeter. Gazetecilik yapalım hepsi bu.
Sen tutuklandıktan sonra Yüksekova’da gazeteci arkadaşım Selman Keleş’le kısa bir çalışmamız oldu. Elimizde fotoğraf makinesi-kamera gören her çocuk, seni soruyordu. Mahallelerde, sokaklarda nasıl bir ilgi yarattın, nedir seni sevdiren?
Bir gazeteci, haber kaynakları ve yurttaşlarla mesafesini korumak zorundadır. Bunu bir kez daha not düşerim. Siz sessiz bırakılan, yer verilmeyenleri görünür kılarsınız. Bu insanlar size elbette farklı yaklaşacaktır. Şehir operasyonlarında gördüğümüz gibi iliştirilmiş (Embedded) gazeteciler yine türedi. Gözlerimizi kapatsanız, konuşunın bir gazeteciden ziyade özel kuvvetler komutanı olduğunu sanırsınız. Toplum onu yadsıyanı istemiyor, benimsemiyor. Savaş çığırtkanlığı, tetikçilik, erkin basın bülteni ve tek sesi istemiyor. Bir ilgi oluşmuşsa, insanlar sizin gazeteciliğinizi benimsemiştir. Zaten, kaleminizi sıkı sıkı tutmamızı sağlayan da bu oldu. İnsanlar ‘bizim gazeteci’ diyordu. Çocuklarla itinalı bir temas kuruyordum. Savaşın, çatışmaların yakılan ve yıkılan evlerini ortasında büyümek zorundaydılar. Vakit buldukça onlarla oynardım. Birlikte kayak da yapardık, Kürtçe şarkı da söylerdik. Gülmelerini istiyordum, gülmek onlara iyi geliyordu. Beni de iyi etti açıkçası.
"DEVLETİN HUKUK DUVARI, AİHM’NİN İÇ HUKUK DUVARI..."
Kısaca cezaevi yaşamından söz eder misin, zamanını nasıl değerlendiriyorsun?
Duvarlarla çarpışıyorum. Koğuşun dört duvarları, koridor ve avlu duvarları, devletin bürokratik ve hukuki duvarları, ne bileyim AİHM’nin iç hukuk duvarı... Bir de zihniyet duvarları. Ta çocukluktan beri bilincimizi körelten, bizleri dumura uğratan, düş ve düşüncemize baraj kuran duvarlarla çarpışa çarpışa onları aşmaya çalışıyoruz. Sabah uykusu veya siesta keyfi için mahpushane son durağınız olsun! Burada dirayetli olup kavga etmezseniz ‘rehabilite’ (!) olursunuz. Nihayetinde, günler tespih tanesi çeker gibi gitmiyor. Emeğinizin kadrajı alabildiğine geniş olmalı. Yaşam bu. Kavgasız olmaz.
"ÖZGÜR' KALIRSAM KÖYÜ DOLAŞIR, ÇOCUKLARA DOKUNURUM"
Bugün özgürlüğüne kavuşursan neler yapmayı hayal ediyorsun?
“Özgürlük” tırnak içinde olsun. Köyü, kırı, doğayı dolaşırım, insanlara dokunur, çocuklarla oynarım.
Son olarak dışarıya bir mesajın var mı?
Kısacadan da daha kısa bir mesaj verelim. İçeride yaşam var, kavga var, cesaret var, birlik var, ruh var, umut var, direniş var. Unutmayalım ki en cüsseli karanlıkların bir kıvılcımlık ömrü var, bir fiskelik. İçine bulunduğumuz bu uzun gece en parlak güneşe gebedir. Gözlerinizin eriminde umut eksik olmasın.