Ekim Devrimi 102 yaşında
Lübnan’dan Şili’ye, Ekvador’dan Irak’a milyonlar; yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı karşısında sokaklarda isyan ederken, Ekim Devrimi 102. yaşında kurtuluşun yolunu gösteriyor.
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
Dünyanın dört bir yanında neoliberal politikaların yansımalarının benzer yönleriyle yüzleşen ve çeşitli ekonomik, siyasal taleplerle meydanları dolduran halkların gündemiyle birlikte 102. yıl dönümünde Ekim Devrimi, hatırlanmayı, üzerine tartışılmayı fazlasıyla hak ediyor. Her şeyden önce Ekim Devrimi; bugün Lübnan’da, Şili’de, Ekvador’da iktidarlara geri adım attıran milyonların isyan ettiği yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı gibi sorunların gerçek bir çözümü olarak hatırlanmalıdır.
Elbette Ekim Devrimi yalnızca bizim gündemimiz değil; devrimin meydana geldiği koşulların artık eskide kaldığına, bugün açısından bir sınıf devrimi gerçekleştirme yeteneğine/potansiyeline sahip bir işçi sınıfının olmadığına dair tezler uzunca süredir teorileştiriliyor. Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ndeki (SSCB) kapitalist restorasyon sürecine, hatta Birinci Paylaşım Savaşı dönemine kadar izini sürebileceğimiz Marksist sınıf ve devrim teorisine yönelik çok yönlü tahribat süreci, özellikle 1980-90’lardan sonra, işçi hareketinin geçici gerileyişiyle birlikte postmodern, postyapısalcı tezlerle kapsamını artırırken burjuvazinin kalemleri de ‘küreselleşme’, ‘Endüstri 4.0’ gibi ütopyalarla bu saldırı kampının ‘kumandanı’ olmaya devam ediyor.
YENİ ÖZNE ARAYIŞI VE SINIF REDDİYECİLİĞİ
’68 mayısıyla Marcuse tarafından ‘öğrenci’ hareketine biçilen yeni devrimci potansiyel, Avrokomünizm tarafından ‘sınıf’ı tamamen göz ardı eden ‘halk ittifakı’, Foucault-Deleuze’un üretim ilişkilerinden koparılan ‘iktidar’ tanımıyla karakterize, kapitalizmle değil belirsiz bir iktidar fikriyle kavgaya tutuşan otonomcu-anarşist kuramlar, sosyalizmi artık bir ‘sınıf mücadelesi’ olmaktan çıkarıp nötr bir ideolojiye dönüştüren Radikal Demokrasi, Negri ve Hardt’ın en yeni arayışlarından ‘çokluk’, yeni toplumsal hareketler kuramcılarının yeni ‘devrimci potansiyeli’ kadın ve çevre hareketi, Standing’in güvencesizlik ve geleceksizlikle sınanan tehlikeli sınıfı ‘prekarya’ vs… Listeyi uzatmak mümkün; hemen hepsinin ortak noktası sınıf ve devrim perspektifiyle tutuştukları kavga ve Leninist devrim teorisinin yani geçmişte kaldığını iddia ettikleri Ekim Devrimi’nin alternatifini bulmakta yaşadıkları zorluk.
Sosyalist hareketin içinde ya da çevresinde gözüken bu akımlarla aynı potada buluşan burjuva ideologları da ‘Kendi mezar kazıcısını yarattığı’ gerçeğine karşı çırpınıyor, teknik ve teknolojik gelişmelere atıf yaparak, ‘Endüstri 4.0’, ‘Toplum 5.0’, ‘Ar-Ge ve inovasyon devrimi’ vb. gibi girişimlerle ‘sınıflı toplum’ yapısının değiştiğini, ‘sınıf’ kavramının da geçerliliğini yitirdiğini propaganda ediyor.
KAPİTALİZM NEYİ DEĞİŞTİRİYOR?
Kapitalist formasyonun statik değil genişleyen ve değişen bir toplumsal ilişki olduğu olgusu, bu değişimin sınıfsal dinamiklere etkisi ve kapitalizmi gereksiz kılan yapısal çelişkileri burada uzunca incelenemeyeceği için birkaç noktayı öne çıkarmak yeterlidir. Kapitalizmin değişimi emperyalizm ve tekeller arası rekabet koşullarında sürekli kâr arayışının sonucu olarak sürekli teknik ilerlemeyi içermek zorundadır. Emek verimliliğini artırmaya yönelik üretim sürecini reorganize etme zorunluluğu çalışma saatlerinin uzatılmasıyla ya da iş araçlarının geliştirilmesiyle (nispi artı-değerin büyümesi) ikili bir sonucu meydana getiriyor. Bir yandan metropollerde ve büyük finans-ticaret merkezlerinde giderek artan işsizleşme, bir yandan daha büyük toplum kesimlerinin, özellikle kapitalist gelişmenin geç başladığı ülkelerde hızlı proleterleşme süreci.
Burjuvazi, elbette ekonomik ve politik egemenliğini, tehlikeye atmayacak, kapsamlı bir planlamayla sürdürmeye çalışıyor. Üretim-yeniden üretim mekanizmaları üzerindeki hakimiyeti de bu egemenliği korumasına yardımcı oluyor. Ancak toplumsal gelişmenin bugünkü düzeyi kapitalist üretim ilişkilerini sistemik sorunlarıyla gittikçe gereksizleştiriyor, sosyalist bir ekonomi ve toplumsal modeli çok daha mümkün kılıyor. Endüstri 4.0 ile sunulan kapitalist ütopya ise; kapitalizm koşullarında emek gücüne duyulan ihtiyaç dolayısıyla gerçekleştirilemeyecek bir hayal iken; ‘robotik’ olarak tarif edilen üretim süreci, iş yükünü azaltmasıyla sosyalizmin zaferinin oldukça kolaylaştırıcı bir yönü olarak öne çıkıyor.
İŞÇİ SINIFI ÖNCÜLÜĞÜ VE DEVRİM
Emperyalizm koşulları, neredeyse kapitalist gelişme sürecine girmeyen bir ülke bırakmayarak milyonlarca emekçinin, işçi sınıfının saflarına katılmasıyla işçi sınıfı mücadelesinin uluslararasılaşmasının koşullarını olgunlaştırıyor. Bugünün işçi sınıfının hem nicel, hem de iletişim-örgütlenme vb. gibi olanaklarla nitel olarak daha güçlü, gelişkin hale geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Burjuvazi dışında kendi dünya görüşüne sahip tek sınıf olarak işçi sınıfının mevcut üretim ilişkilerini tasfiye etmesi, kurucu özne olarak dünyayı dönüştürmesi ve bu dönüşümün araçlarını yaratması çok daha olağandır.
Lenin ve Ekim Devrimi, tam da bu koşullarda güncelliğini yitirmeyen, geleceğe yön verecek bir deneyim olarak anlaşılmalıdır. Lenin, ‘İşçi sınıfının öncülüğü’ ile işçi sınıfının toplumsal grupların sözcüsü, en kararlı savunucusu olma özelliğini vurgular. Bugünün dünyasında işçi sınıfının kendi taleplerini bütün emekçi sınıf ve tabakaların talepleri olarak formüle etmesi çok daha mümkündür. Ara sınıf ve tabakalar gittikçe proleterleşiyor; ideolojik formasyonda ise işçilerin kendi sınıfsal pozisyonunun farkına varması kolaylaşıyor. Kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasının yani ‘devrimin’ mümkün olduğunun emekçi halk kesimleri tarafından anlaşılması süreci hızlanıyor. İşçi sınıfı, tarihsel devrimci misyonuyla bugün, toplumsal tabakaları etrafında toplamaya çok daha uygun bir sınıf olarak yetkinleşiyor.
Lenin, Marksist siyasal sınıf mücadelesi teorisinin örgüt ve taktik düzeyinde sistematik biçimde inşa edilmesinin teorisyeni, Ekim Devrimi de bunun somut pratiğiydi. Lenin ve Ekim Devrimi’nin bıraktığı mirasın bugünün dünyasını dönüştürmesinin geçmiş dönemlerden daha mümkün olduğu, kapitalizmin değişiminin aslında bunun koşullarını hızlandırdığı, üstünden atlanamayacak bir olgu olarak önümüzde duruyor.