Fatih'te intihar eden 4 kardeş | Yardıma başvurmama bireysel bir tercih değil
İlk bakışta bireysel bir tercih gibi görülen yardıma başvurmama davranışının devletin sosyal yardım alanına yönelik doğrudan ya da dolaylı politikaları ile yakın bir ilişkisi vardır.
Fotoğraf: DHA
Nail DERTLİ
KHK ile ihraç edilen akademisyen
İstanbul’da ağır bir borç yükü altındaki 4 yoksul kardeşin, “Dikkat siyanür var” notu ile intihar etmeleri, Türkiye’nin sosyal yardım dağıtım kalıbındaki değersizleştirme ritüellerinin yoksulların sosyal yardımlara erişimini ne ölçüde engellediğinin önemli bir göstergesidir.
İntihara ilişkin haberlerde kardeşlerin yardım başvurusunda bulunmayacak kadar gururlu insanlar olduklarının altı çizilerek, yardım başvurusu yapmamaları bireysel bir tercih olarak sunulmaktadır. Oysa ki ilk bakışta bireysel bir tercih gibi görülen yardıma başvurmama davranışının devletin sosyal yardım alanına yönelik doğrudan ya da dolaylı politikaları ile yakın bir ilişkisi vardır. Araştırmalar kamusal bilgilendirme ve tanıtımın yetersiz, başvuru sürecinin karmaşık, sosyal yardım almanın damgalayıcı olduğu durumların yoksulların koşullarını taşısa bile sosyal yardım başvurusunda bulunmasını engellediğini göstermektedir. Türkiye’nin sosyal yardım sisteminde bu unsurların her üçü de yer alıyor ve bu unsurlar devlet tarafından özellikle kriz dönemlerinde sosyal yardım başvurularını sınırlandırmak/azaltmak için kullanılıyor. Bunlardan en önemlisi değersizleştirme ritüelleri olarak adlandırdığımız pratikler.
"YARDIM İSTEMEME" HALİNİN SEBEPLERİNDEN BİRİ: MAHREMSİZLEŞTİRME
Yoksulun damgalandığı, hanesinin ve özel hayatının didik didik edildiği bu pratikler, yardıma erişim koşulu olarak mahremsizleşmeyi dayatarak yardım başvurularını önemli ölçüde sınırlandırıyor. Özellikle yoksulların hanelerine yapılan inceleme ziyaretleri, yardım başvurusunda bulunan yoksullara yönelik değersizleştirme ritüellerinin en alenileştiği süreçlerdir. Alan araştırmaları hane ziyaretlerinin bir tür denetime dönüştüğünü göstermektedir(1). Öyle ki bu denetimler yoksulun konutundaki her nesnenin (TV, buzdolabı vb) sorgulama konusu yapılmasıyla sınırlı kalmamakta ayrıca yoksulların özel hayatları da didik didik edilmektedir. İlginç olan, bu hane denetiminin yalnızca kamunun sosyal yardım kurumlarıyla sınırlı olmaması, özel yardım faaliyetleri yürüten derneklerin de benzer denetimleri sürdürme konusundaki rahatlığıdır. Bu durum basitçe yoksulluk, geçinememe gibi maddi koşulların dışa vurulmasının da ötesinde yoksulun ve hanesinin mahremsizleştirilmesidir. Türkiye’nin sosyal yardım sisteminin yüksek bir damgalama etkisine sahip olması ve yoksulların yardımlara başvurmaması, büyük ölçüde bu mahremsizleştirme pratikleriyle ilişkilidir.
Dikkat çekici ancak anlaşılır bir şekilde bu değersizleştirme pratiklerinin özellikle işçileşmenin yoğun olduğu kentlerde çalışma ve aile etiğinin dayatılmasının araçlarından biri olarak yaygın şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Bu kentlerde sosyal yardım başvurusu reddedilen çalışabilir durumdaki yoksulların oranı da daha yüksektir. Bu kapsamda bir gösterge olarak genel sağlık sigortası primleri devlet tarafından karşılanan yoksullara bakabiliriz. İstanbul’da GSS primi devlet tarafından ödenen sosyal güvencesizlerin oranı yüzde 50 ile Türkiye ortalaması olan yüzde 77’nin çok altındadır. Benzer şekilde işçileşmenin yüksek olduğu Kocaeli, Antalya, Eskişehir, Bursa, Tekirdağ GSS primini kendisi ödeyen sosyal güvencesizlerin oranının en yüksek olduğu ilk 10 kent içinde yer almaktadır.
SOSYAL YARDIM İÇİN BAŞVURSALAR OLUMLU YANIT ALABİLECEKLER MİYDİ?
Türkiye’nin sosyal yardım dağıtım kalıbı içerisinde yeniden, intihar eden dört kardeşe dönersek, kardeşler sosyal yardım için başvursalardı bile muhtemelen nakdi sosyal yardım alamayacaklardı. Çünkü Türkiye’de çalışma çağında olup, çalışma yeterliliğine sahip nüfusa yönelik nakdi bir genel yardım programı bulunmamaktadır. Türkiye bu yönüyle OECD ülkeleri arasında istisnai ülkelerden birisidir. Yardıma başvurmaları durumunda kardeşlere devletin vereceği yardımlar yaşamlarını yalnızca asgari düzeyde sürdürmelerine olanak sağlayacak ayni yardımlarla sınırlı olacaktı ve o da ancak katı ihtiyaç tespitine dayalı olarak verilecekti.
Özetle İstanbul’daki sosyal cinayet, özsaygılarını koruma pahasına yaşamlarına son veren yoksulların bireysel tercihi değildir. Cinayeti, kolektif mülkiyetin tasfiyesi, mülksüzleşme, işçileşme ve güvencesizleşme süreçleriyle birlikte değerlendirmek gerekir.
[1] Denizcan Kutlu “Türkiye’de Sosyal Yardım Rejiminin Oluşumu” isimli çalışmasında denetim biçimini alan hane ziyaretlerini ayrıntılı anlatmaktadır.