10 Kasım 2019 00:23

İçeride kayyum, dışarıda güvenli bölge

Nevra Akdemir, HDP'li belediyelere kayyum atanmasını ve Suriye'nin kuzeyine düzenlenen operasyonları Evrensel Pazar'a yazdı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Dr. Nevra AKDEMİR

Erdoğan 30 Ekim’de ilerleyen günlerde izleyeceği politikalara dair işaretler veren konuşmasında içinde bulundukları süreci 15 Temmuz’a da atıf yaparak yeni bir istiklal harbi olarak değerlendirdi. Konuşmasında sadece Türkiye’nin güneyindeki politikalarını değil, Türkiye ve Türkiyelilerin yaşadığı her yere dair bir tasavvur görünüyordu. Erdoğan’a göre, Türkiye yeni bir istiklal savaşında, zafere doğru adım adım yürürken, etki gücünü kendi sınırların çok ötesine taşıdığını da iddia ediyor: “Artık hiç kimse Türkiye deyince Edirne ile Kars, Sinop ile Hatay arasında sınırlı bir coğrafyayı anlamıyor. Bu sadece devletimizin resmi sınırı. Gönüllerimizin sınırı ise tüm dünyayı kucaklayacak genişliğe sahiptir. Türk dendiğinde insanların gözlerinde bir sevgi, saygı, muhabbet ışıltısı görürsünüz. Bu büyük coğrafyada Türk bir medeniyetin adıdır. Bu büyük medeniyeti yeniden ayağa kaldırmanın çabası içindeyiz. …Sadece Avrupa’da yaşayan 5 milyonun üzerindeki vatandaşımız birlik ve beraberlik içinde hareket ederek gücünü ortaya koyduğunda kendine çeki düzen vermeyecek hiçbir ülke yoktur.” [1]

Erdoğan’ın konuşmasında, AKP rejimine ikna olmuş yurt dışında yaşayan tüm “Türklere” bir görev vermekle kalmayıp, Türkiyelilerin yaşadığı ülkeleri de tehditkâr şekilde uyarıyor: AKP-MHP bloğunun şiddet politikalarını meşru zemine taşınması, bu anlamda silah sanayisinden Türkiye’de yatırımları olan pek çok, çok uluslu firma ve mülteci politikaları ile bağlantılı. Özellikle “barış pınarı harekâtına” hem gerekçe hem de tehdit olarak açtığı mültecilerin gönderilmesi tartışması, Avrupa devletlerinin insan hakları zemininden güvenlikçi politikalara kayan iltica süreçlerinden fazlasıyla besleniyor. Dünyada finansal yük veya ekonomik fırsat olarak değerlendirilmekten öte tartışmaların marjinal kaldığı mültecilik, bu açıdan Türkiye gibi çok yüksek miktarda mülteci ‘misafir eden’ ülkelerin eline bir güce dönüşmüş durumda.

RÖVANŞ SİYASETİ

Erdoğan’ın çizgisinde buluşan iktidar bloğu, Orwell’e meydan okuyan isimler verdikleri ‘operasyonlar’ üzerinden hem iç politikadaki kazanımlarını hem de dış politikadaki hedeflerini dünyadaki yükselen ırkçı politikalarla da yakın ilişkisi olduğunu görmek oldukça önemli. Zira ekonomik krizden, şiddetin kurumsallaşmasına kadar her şeyin faturasının kesilmeye çalışıldığı mültecilere yönelik dışlayıcı tutum ve nefret suçları, toplumun her kesiminde siyasi temsiliyet de bulmuş gibi görünüyor. Bu açıdan Erdoğan'ın mültecilerin güvenli bölgeye taşınması olarak ifade ettiği politikası da bir diğer ortaklaşma noktası olan Kürt düşmanlığı kadar işlevsel olabiliyor.

Operasyonun başladığı günlerin öncesinde neler olduğunu hatırlamak, şimdiki süreç için yol gösterici olabilir. İstanbul ittifakı olarak başlayan sürecin Berlin’de iktidarın da hedef aldığı bir toplantıyla devam etme iradesi gösterme çabası bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Bu toplantı önce yerel seçim ve daha sonrasında tekrarlanan İstanbul seçimlerinde izlenen politikanın AKP-MHP bloğuna güçlü bir muhalefet olabilme ve yeniden demokrasiyi, barışı ve adaleti konuşabilme ihtimalinden güç almaktaydı. Aynı zamanda yerel seçimlerde, AKP ve MHP’den geniş anlamda muhalefete geçen her yerelde AKP’nin karanlık ilişkileri, talan ve yağma politikası gündeme geliyor ve meşruiyetini sarsıyordu. Onca kayyum adı altında yapılan baskı politikasına rağmen, HDP’li yerel yönetimlerin Kürt illerinde çok yüksek oylarla yeniden seçilmesi sonrasında ortaya çıkanlar dehşet vericiydi, ülkenin her tarafında. Zira, kayyum döneminde özellikle kadınların kamusal alana çıkmasının ve sosyal hayata katılımının sağlandığı uygulamaların hedef alındığı ortaya döküldü. Zaten sonrasında yeniden kayyumların devreye sokulması, yerel darbeler olarak aynı şiddet ve yağma politikasına iktidarın devam edeceğini ortaya koymuş oldu. Örneğin Diyarbakır Kayapınar’da kadınların bir araya geldiği parklara cami yapılması, Nusaybin’de sokakların güvensizleştirilmesi, Diyarbakır Bağlar Belediyesinde kadınlara ayrılan pazar alanlarının yok edilmesi, kadınları güçlendiren hizmetlerin kriminalize edilmesi bunlardan sadece birkaçı. Sadece Türkçülüğün değil, Sünni muhafazakâr ideolojinin kadınların sosyal hayattaki varlıklarını imkânsız kılan politikaları, kayyum atanan kentlerde en temel politika. Zira Kürt siyasal hareketinin en önemli başarısı ve örgütlenme zemini de kadınların politize olması ve özneleşmesi üzerine kurulu. Kadınların ekonomik, sosyal ve politik görünürlüğü ve siyasi temsili, bölgenin kontrolünün önündeki en büyük engel de aynı zamanda. Zira aşiret, tarikat ve akrabalık bağlarının içinden gelen ekonomik ve siyasal güç, iktidarın desteklediği ve onun ideolojisinin mekânsal olarak üretildiği bir kaynaktı aynı zamanda.

GÜVENLİ BÖLGE

Güvenli bölge olarak ortaya konulan fiktif harita da aynı mekânsal süreci işletmeyi hedefliyor gibi görünüyor. AKP’nin mücadele ettiğine dünyayı inandırmak istediği IŞİD benzeri ve onun parçaları olan örgütlerin gündelik hayatı belirlediği bir sosyo mekânsal inşa gerçekleştirmek istiyorlar, bölgenin sosyal dokusunu da tamamen değiştirerek. Bu nüfus politikası, aynı zamanda bölge üzerindeki Türkiye hegemonyasını mümkün kılacak bir keskin dönüşüm demek. Zira Afrin’de meydana gelen dönüşümler AKP’nin ideal sınır ötesi düzenlemesine örnek olabilir. İnşaat ve enerji sektörlerinde büyüyen sermayedarların gözünü diktiği yeni yatırım alanları olarak bölge, AKP’nin saldırgan kalkınmacı planlarının bu açıdan parçası. Güvenli bölge fikrinin, ABD’nin Sovyetler karşısında yeşil kuşağa benzer özellikler taşıması da AKP’nin içinde yetiştiği siyasetin ne olduğunu gösterir nitelikte.

Erdoğan’ın kurmak istediği yeni rejimin güç odakları da zaten tüm ülkede aynı mekânsal olanakları işaret ediyor. Ancak bu durum, AKP içinde kırılmanın da bir nedeni. Yerel seçimlerde kaybedilen finansal-mekânsal olanaklarla beraber, AKP’nin güç kaybetmesi ve bölünmeye doğru gitmesi sürecinin, operasyonla birlikte dondurulması, Erdoğan’ın en önemli başarılarından biri olarak görünüyor. Aynı zamanda Erdoğan sınır ötesindeki müdahale alanlarını genişleterek bahsettiği istiklal mücadelesini arkasına aldığı bir muzaffer komutan edasıyla gireceği erken seçimlerde gücünü büyütme hedefi, ülkenin rejimindeki dönüşümü garanti altına almak istemesinden de bağımsız değil. Erdoğan’ın sembolize ettiği rejimin, Rojava ve Kobani gibi adına ne dersek diyelim, sosyalizan özerk yönetimleri hedefine alması, sadece Kürt düşmanlığı ile açıklanamayacak kadar Türkiye ekonomisi ve kapitalist yayılma ile bağlantılı. Kadınların özgürleşme mücadelelerinin bu coğrafyalardaki başarılarının rövanşını, iktidar Türkiye’deki kayyum atanan yerel yönetimler eliyle alıyor. Etnisite ve inanç gruplarının kendini özgürce ifade edebildiği ve siyasal temsiliyetlerinin olduğu bir bölgenin Türkiye açısından tehdit kabul edilmesi de yine aynı saiklerle anlaşılabilir. Zira Erdoğan’ın neoliberal politikaların sadık uygulayıcısı olan diğer liderler gibi en büyük korkusu özgürlükçü halk hareketleri. Erdoğan’ın “Sokaklarınızda bombalar patlamaya başladığında yaptığınız yanlışı elbette anlayacaksınız. Sarı yelekliler sadece bir ülkede olmayacak, bütününde olacak. Gelin yol yakınken bu yanlıştan dönün...” cümleleri ise bunun en önemli göstergesi.

[1] https://odatv.com/gulunc-duruma-dusmeyelim-30101957.html

ÖNCEKİ HABER

Kirazlı'da ağaç kesimini sürdüren Doğu Biga Madencilik, Çamyurt'tan vazgeçmiş değil!

SONRAKİ HABER

Bizim yoksulluğumuzun asıl nedeni nedir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa