10 Kasım 2019 00:44

Bizim yoksulluğumuzun asıl nedeni nedir?

"Günde 4 saat bazı günler 8 saat fazla çalışarak ekmeğimizi büyütmek için hayatımızı tüketiyoruz. Kendimize şu soruyu sormak zorundayız; bizim yoksulluğumuzun asıl nedeni nedir?"

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Metal İşçisi
Gebze

Metal iş kolunda çalışan bir işçiyim. Biz metal işçileri zorlu ve tehlikeli koşullarda çalışarak ekmek paramızı kazanmaya çalışıyoruz. Yeri geliyor 1600 derecelik cehennem fırınlarının karşısında donumuza kadar terleyerek çalışıyoruz, yeri geliyor devasa preslerde çeliği eğip büken, dilimleyen kocaman bir o kadar da tehlikeli makinelerde elimizi kolumuzu kaptırarak çalışıyoruz. Yeri geliyor sürekli hızı artırılan üretim bantlarında nefessiz çalışıyoruz, bandın hızına yetişebilmek için. Çoğu metal fabrikalarında çok fazla toz, duman ve kulakları sağır eden gürültülü ortamlarda çalışıyoruz. Dökümhanelerde çalışan işçi kardeşlerimiz kapkara çıkıyor dökümhanelerden. Öyle ki abartısız söylüyorum, Gebze’de bir demir çelik fabrikasında çalışan bir işçi kardeşimizin söylediği gibi “Fabrikadaki aşırı toz, duman, gürültü, sıcaklık -sanırım radyasyon bile var-... Bu ortamda otursan bile yorgun ve bitkin düşüyorsun.” İş kazaları ve meslek hastalıkları sebebiyle sağlığımızdan oluyor, hastalanıp tedavi olmak için rapor aldığımızda verimsiz, işi aksatan damgasıyla işten atılabiliyoruz. Bu söylediğim hiç de yalan değil. Önümüzdeki MESS grup sözleşmesinde patronların bir hedefi de ikramiye ve sosyal haklarımızın fiili çalışmaya göre ödenmesini önümüze getirmeleridir. Yani hastalanmak yasak ama iş cinayetlerinde ölmek fıtrata uygun. Yeter ki çarklar dönsün, kasalar dolsun. Bu ve benzeri şeyleri yaşayan farklı iş kollarında onlarca işçi kardeşimiz şüphesiz vardır.

Peki nasıl oluyor da bizler bu koşullara rağmen üstelik çoğu zamanda "gönüllü olarak" 10 saat, 12 saat yeri geliyor 16 saat çalışıyoruz? Eşimizin, çoluk çocuğumuzun yanında olmak, dostlarımızla vakit geçirmek varken ya da yeterince dinlenmek varken zamanımızın ve hayatımızın çoğunu çalışarak tüketiyoruz. Elbette bunun en önemli nedeni ekonomik sıkıntılar. Zorunlu ihtiyaçlarımızı karşılamaya bile yetmeyen ücretlerle çalışıyoruz. Yetmeyen ücretlerimizden kesilen vergiler de işin cabası. Elimize geçen ücretle beslenme, giyinme, ev kirası, elektrik-su parasını, çocuklarımızın okul ihtiyaçlarını bile doğru dürüst karşılamak imkansız. Kredi kartlarına yükleniyoruz, yüklendikçe borç içinde nefes alamaz duruma geliyoruz. Bu zor şartları bir nebze azaltmak için elimizden gelen tek şey gibi gördüğümüz fazla mesailere yükleniyoruz. Sanki yoksulluğumuzun nedeni yeterince çalışmamak da, biz işçiler tembel insanlarmışız gibi normal çalışmanın üzerine günde 4 saat bazı günler 8 saat fazla çalışarak ekmeğimizi büyütmek için hayatımızı tüketiyoruz. Kendimize şu soruyu sormak zorundayız; bizim yoksulluğumuzun asıl nedeni nedir? Sabahın erken saatlerinden, akşam karanlığına kadar çalışıyoruz. Bayramda çalışıyoruz, resmi tatillerde çalışıyoruz, hafta sonları çalışıyoruz… Ama yine de neredeyse eve ekmeği getiremeyen biri durumuna düşüyoruz. Çocuklarımız bir şey isteyecek diye korkar duruma düşüyoruz. Bu kadar çalışıyoruz, demek ki biz işçiler tembel, yan gelip yatan insanlar değiliz. Bugün birçok işçi arkadaşımız yaşadığı zorluklar karşısında antidepresana yöneliyor.

NE GELİR ELİMİZDEN?

Horlanıyoruz, eziliyoruz, sırtımızdan zengin oluyorlar, iş cinayetlerinde canımızı alıyorlar, hakkımızı yiyorlar, üstelik bizi insan yerine bile koymuyorlar. Çoğumuz bütün bunları yaşadığımız halde bazen içimizden bazen de açıkça “Ne gelir elden, böyle gelmiş böyle gider” diyoruz. Çaresiz ve yalnızlığımızı dile getiriyoruz. İşten atılmaktan korkup, evimize ekmek götürememek kaygısıyla yaşamaya devam etmeye çalışıyoruz. Elbette bu kaygılarımızın, korkularımızın haklı bir sebebi var. Tek başımıza kaldığımız sürece, birlik olamadığımız zaman bir şey yapamayacağımız da ortada. Ne kadar çok çalışırsak çalışalım tek başımıza olduğumuz zaman, bir olmadığımız zaman, güçsüz, çaresiz ve umutsuz kalacağız. Gücümüzün farkına bile varmakta zorlanacağız. Biz fabrikalarda tek başımıza çalışmıyoruz ki hakkımızı tek başımıza arayalım. Patronlar bizlerden şuna inanmamızı istiyorlar. “Her koyun kendi bacağından asılır, her şey şahsi çabanıza bağlıdır”, istedikleri budur. Birlik olmamızı engellemek için ne kadar yanlış fikir varsa aklımıza işlemeye çalışıyorlar. Hatta bazen içimizden bile bu işçilerden bir şey olmaz diyen pek bilmişler bile çıkıyor. Ama biz kasabı bekleyen koyun değiliz, işçiyiz. Boynumuzu büküp hiçbir şey değişmiyor, elden ne gelir demeye devam mı edeceğiz yoksa kendi emeğimiz, onurumuz ve geleceğimiz için birlik olup adım mı atacağız? Bütün işçi kardeşlerimin kendilerine sorması gereken soru bence budur. Yoksa birlik olmadığımız sürece gece-gündüz demeden çalışsak da insanca bir hayata sahip olamıyoruz, olamayız da.

Unutmayalım ki derdi bir olanın dermanı da birdir.

ÖNCEKİ HABER

İçeride kayyum, dışarıda güvenli bölge

SONRAKİ HABER

Bornovalı kadınlar: Nafaka ve istismar düzenlemesine karşı mücadele etmeliyiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa