"Taşıdığımız bu can bize değil halka aittir" | Metin İlgün'ün ardından…
EMEP MYK üyesi Metin İlgün’le uzun süre aynı cezaevinde kalan yoldaşı Seyit Aldoğan yazdı: Kendini emekçi halka adadı. Taşıdığı can halkındı.
Metin İlgün (solda) | Fotoğraf: Evrensel
Seyit ALDOĞAN
Meto'yu ilk defa 1977 yılının ilkbahar aylarında Dersim Yurtsever Gençlik Derneği’nde görmüştüm. Dersim’in yiğit evlatlarından biri olduğu hemen anlaşılıyordu. Gazete satışlarında, gösterilerde, toplantılarda, her yerde vardı.
1980 yılında yakalanıp 2 No’lu askeri ceza ve tutukevine götürüldüğümüzde koğuşlardan birinin pencere demirlerine yapışmış ve ‘U koğuşu diyeceksin’ diye bağıran Meto'yu ve diğer yoldaşları görünce ne işkencenin ne de ilk defa bir cezaevine konuyor olmamın neden olduğu şaşkınlık ve heyecanın izleri kalmıştı. Yoldaşların yanına gidiyordum ve artık güvence altındaydım.
Zor günlerdi. Açlık grevleri, bitip tükenmek bilmeyen işkenceler, cezalar, yasaklar... Meto daha bıyıklar yeni terlemekte olan bir yoldaştı. Ama sırtını dayamakta tereddüt etmeyeceğin, varlığıyla kendini daha güçlü hissedeceğin bir yoldaş. Hep radikal önerilerde bulunur ya da radikal önerileri desteklerdi. Her işkence sonrası herkesin iyi olduğu anlaşıldıktan sonra Meto, o bir türlü bitmek bilmeyen kıkır kıkır gülmelerini başlatır ve "ortalığı velveleye" verirdi.
İşkence ve baskılar altında 2,5 yıl birlikte aynı koğuşta yataklarımız yan yana yattık. Dışardan gelen her haber Meto'yu tarif edilemeyecek sevinçlere ya da haber olumsuzsa üzüntülere boğuyordu. Biz içerde ne yapabiliriz tartışmaları açıldığında arka arkaya öneriler sıralayan yoldaşlardan biri de Meto'ydu. Bir gün devrimci mahkum ve tutuklulara yönelik bir gazete çıkarma önerisi yapılmış ve kabul görmüştü. Üç sayı çıkardığımız "Devrimci Mahkumun Sesi"nin bir bölümünü üstlenen Meto, ışıklardan rahatsız olduğu gerekçesiyle ranzasının dört bir yanını çarşaflarla kapatmış ve az sayıda kişi dışında kimseye hissettirmeden gazeteyi yazmaya başlamıştı. Bütün koğuşlara gönderilen gazete herkesin moralini yükseltmişti.
Baş eğmek, direnişten başka bir seçenek tartışmak Meto'nun kitabında yazmazdı. Baskı ve işkenceleri protesto etmek için başlattığımız "büyük" isyandan sonra bütün bölüm mahkemeye çıkarılmıştı. Hakim sormuştu Meto'ya:
- İsyana katıldın mı?
- Evet katıldım.
- Masa ve ranzalarla barikat kurdun mu?
- Evet kurdum
- Kapıları kırdın mı?
- Evet kırdım.
Bütün bunları kıkır kıkır gülerek söylemişti. İsyan çıkarmaktan dolayı birkaç kişi dışında hepimiz 32 ay ceza almıştık.
Hele yargılandığı asıl davanın iddianamesini eline ilk aldığında ne kadar keyifle dalga geçtiğini hiç unutamaz insan. İddianamede sayısız ceza maddesinin ihlal edilmesinden bahsediliyor ve müebbet hapsi isteniyordu. Meto kahkaha atarak "zahmet edip tek tek maddeleri ve bağlı bentleri yazacaklarına ceza yasasının kitabını gönderip bu kitap içindeki bütün maddelerin ihlalinden dolayı deselerdi daha iyi olurdu" demişti.
2,5 yıllık birliktelikten sonra ayrılma saati geldiğinde hepimiz hüzün dolmuştuk. En kötü ayrılıklardan biri cezaevindeki ayrılık olsa gerek. Uzun uzun kucaklaşmış, son bir defa daha koklaşmıştık. Meto üzüntü dolu gözleriyle bakmış ve zoraki bir tebessümle "nasıl olsa ya bir ranza altında ya da bir gösteri sırasında tekrar görüşeceğiz" demişti.
Gerçekten iki yıl aradan sonra Malatya E tipi cezaevinde görüştük. Meto'yu bizim koğuşa bitişik bir koğuşa getirmişlerdi. Arada oldukça yüksek bir beton duvar vardı. Duvar yapılırken kalıpları tutturmak için çelikler kullanmış ve kalıplar söküldükten sonra bu çeliklerden bazıları ya unutulmuş ya da çıkarılamamıştı. İşte bunlardan birini çıkarmayı başarmış ve üç dört santimetre çapında bir delik açmıştık.
Yani "telefonumuz" bile vardı. Meto'nun geldiğini öğrendiğim gibi telefona çağırmıştım.
"Nasılsın, iyi misin" demek dışında bir şey soramamıştık birbirimize. İkimiz de yeniden buluşmanın sevincini yaşamıştık. Bir ara bana delikten uzaklaş ve yürü demişti. Ben uzaklaştıkça deliğin perspektifi daha da büyüyeceği için beni görecekti. Uzaklaştım ve geri döndüm. Sinirle bana, "Kendine hiç dikkat etmemişsin. Süt iç, yemeğini yemeği ihmal etme.. Taşıdığımız bu can bize değil halka aittir" dedi.
Ne diyeceğimi bilememiştim. Sonra ben ona delikten uzaklaş dedim. Onu uzun süreden sonra ilk defa görüyordum. İyice zayıflamış, avurtları çökmüştü. Askeri ceza ve tutuk evindeki çocuksu görünümü yoktu.
"Asıl sen kendine dikkat etmemişsin" dedim.
Bir buçuk yıl kadar Meto'yla koğuş komşuluğu yaptıktan sonra benim tahliye zamanım gelmişti. Meto annesine benim için elbise, ayakkabı siparişi vermişti. Onları giyip dışarı çıkmıştım.
“Taşıdığımız bu can bize değil halka aittir.” Meto sözlerine hep sadık kaldı. Kendini emekçi halka adadı. Onlarla yaşadı, onlar için mücadele etti. Taşıdığı can halkındı.
Can Meto, gardaş Meto, yoldaş Meto, sensizlik yoksulluktur. Ama bıraktıklarınla, yaptıklarınla, kararlılığınla, inanç ve baş eğmezliğinle zengin bir miras bıraktın. Hep aramızda olacaksın. Bu da Meto sözü olsun.