Ne ayrılabilen ne birleşebilen partnerler: Almanya ve Türkiye
Çetin Karahan, Türkiye-Almanya ilişkilerini kaleme aldı: "İki ülke arasındaki gerilimler artık alışıldık bir hal haldı."
Fotoğraflar: Pixabay
Kolaj: Evrensel
Çetin KARAHAN
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesi, son yıllarda zaten kaygan bir zeminde devam eden Almanya Türkiye ilişkilerinde yine bir gerilime yol açtı. Görüntüde, her iki ülke hükümeti de birbirini sert biçimde eleştirdiler ve aldıkları tutumları kabul edilemez buldular.
İki ülke arasındaki gerilimler artık alışıldık bir hal aldı. Gerilim ve normalleşme arasında salınan ilişkiler ve son 4-5 yıla damgasını vuran bu sancılı süreç, salt Almanya ve Türkiye ilişkilerini kapsamıyor: Uluslararası alanda taşların yerinden oynadığı, emperyalist güç odaklarının yenilenen ve hararetlenen rekabet ve çatışmalarıyla ilgili bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim bu güç odaklarından birinin de Avrupa olması ve Avrupa’daki iki hakim gücün de Almanya ve Fransa olması, Almanya ve Türkiye ilişkilerini sancılı kılan bir zemine oturtuyor.
GERİLİM SADECE GÖRÜNTÜDE Mİ?
Almanya ve Türkiye ilişkilerindeki çatlak, gerilim ve husumet sadece son Suriye müdahalesiyle sınırlı değil. Son 4-5 yıl içinde farklı olay ve konular üzerinden kendini dışa vuran birçok kriz yaşandı. Öyle ki, Erdoğan’ın Almanya’ya gelip miting yapması engellendi, ekonomik-askeri alanda yaptırım tehditleri savruldu; Almanya’daki Türk devletiyle bağlantılı kurumlara sınırlamalar getirildi, soruşturmalar açıldı; öte yandan Türk hükümeti de ülkedeki Alman askerlerini çıkardı, mültecilerin önünü açmakla tehdit etti; Almanya’nın teröre destek verdiği suçlamalarında bulundu; Alman vatandaşlarını Türkiye’de gözaltına aldı; kendilerinin Avrupa’ya değil Avrupa’nın Türkiye’ye mahkum olduğu mesajları verdi; diplomatik geleneklere uymayacak biçimde Alman Başbakanı, bakanlar ve siyasetçilere yönelik sert hakaretler dile getirildi…
Geçtiğimiz ekim ayı ortalarında Alman Dışişleri Bakanı Maas’a yönelik Erdoğan’ın sarf ettiği sözler bunun son örneği oldu.
Ve iki hükümet arasındaki bu gerilimli trafik ve çatışma, hem iki ülke vatandaşları ve özellikle de Almanya’daki Türkiyeliler arasında da kutuplaşmayı, düşmanlık duygularını körükledi.
‘Ancak ne var ki, bu süreç boyunca her seferinde‚ krizler aşıldı’, ‘zoraki de olsa‚ dostluk mesajları’ tekrarlandı. Ekonomik ve askeri yaptırımlar-tehditler hayata geçmek bir yana, yeni pazarlıklar, anlaşmalar yapıldı; silah satışı geçmiş yılların daha da üzerine çıktı. Alman Dışişleri Bakanı Maas, ‘Tamam bana sözle hakaret edilsin ama yeter ki Türkiye füzelerle vurmasın’ diyecek kadar alttan alacak tavırlara girdi.
Yaşanan çekişme, tartışma ve krizler elbette sadece görüntü değil; somut bir gerçek. Ama iki ülkenin birbirine mahkumiyeti ve karşılıklı beklentileri, çıkarları da madalyonun öteki yüzü!
GERİLİMİN NEDENLERİ
Uluslararası alanda emperyalistler arasında artan rekabet ve dengelerin değişim sürecine girmesi, Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin de yeni bir biçim kazanmasına zemin hazırladı. Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı ve kartların yeniden karıldığı bu ortamda, Türkiye Kürt sorunu konusundaki kırmızı çizgileriyle oynanmasından huzursuz ve ABD’nin, Avrupa’nın bu hassasiyetini oyun konusu yapmasına tepkili. İkincisi, bölgede ortaya çıkan boşluktan ve emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak, bölgedeki ekonomik-askeri-politik gücünü genişleterek çıkma arzusu taşıyor. ’70’li yıllardan itibaren kendini kapı önünde bekleten Avrupalı devletlere karşı birikmiş öfkesini artık daha kolay açığa vurma koşullarını değerlendirmek istiyor. Düne kadar çıkaramadığı sesini artık daha farklı yükseltebileceği görüşünde olduğu için de, kimi zaman tehdit, kimi zaman azarlımalar yoluyla Avrupa’ya ve onun egemen ülkeleri Almanya ve Fransa’ya dayatmak istiyor. AKP hükümetinin uzunca bir süredir “Türkiye eski Türkiye değil” söylemi de bunun bir sonucu; ‘Eski tipte bir bağımlılık ilişkisini sürdürmek istemediği görüşünü ve, Avrupa ve Almanya eğer bölgeden ve Türkiye’den ekonomik, askeri ve stratejik olarak yararlanmak istiyorsa, bize daha fazla pay vermeli’ tezini ortaya koyuyor. Başka bir deyişle‚ ‘Fiyat arttırmaya’ çalışıyor.
Türkiye’nin son 4-5 yıldır yürüttüğü “eksen tartışması”, “Batı’ya, Avrupa’ya mahkum değiliz”, “Biz de bir bölgesel-küresel gücüz”, “Gerekirse Rusya ile daha farklı pazarlıklara girişiriz” mesajları ve bu yönde attığı adımlar; diğer taraftan uluslararası alanda emperyalist güçler arasındaki rekabetten yararlanma politikası ve‚ ‘En azından bazı konularda eşit göz hizasında olalım’ arzusu doğal olarak Batı’yı ve Almanya’yı rahatsız ediyor.
Zaten uluslararası arenada ve dünyayı paylaşma konusunda sancılı bir dönemden geçilirken, eskinin uyumlu-bağımlı-zayıf ülkesinin kalkıp‚ ‘efelenmesi’, ‘tehditkar ve şımarık’ bir tutum içinde olması sinirleri bozuyor haliyle. Çünkü dünyada öyle bir dönemden geçiliyor ki, ABD, Rusya, Çin ve Avrupa’nın her biri bir diğerine karşı kıyasıya bir rekabet ve üstünlük sağlama mücadelesi içinde bulunuyor.
Almanya açısından ise, Avrupa’yı arkasına alarak küresel rekabet ve paylaşım savaşında farklı bir konuma erişme arzusu söz konusu. Almanya’nın ABD, Rusya ve Çin’e rağmen kritik bölgelere daha fazla nüfuz edebilmesi ise, bölgesel güçlerle daha farklı ilişkiler kurmasından geçiyor. Ancak tam da bu onun zayıf tarafına işaret ediyor. Bunun farkında olan Türkiye gibi ülkeler, bu nedenle pazarlığı daha üstten açıyorlar!
İKİ TARAF DA BİRBİRİNE MAHKUM!
Onca atışma, çatlak ve krize rağmen iki taraf arasındaki ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerin kopmaması hem bir çelişkiye hem de bir gerçeğe işaret ediyor.
Örneğin Almanya’nın en çok silah ve askeri malzeme sattığı ülkenin Türkiye oluşu (Türkiye 2019 yılının ilk sekiz ayında Almanya’dan 250 milyon 400 bin avro değerinde silah ithal etti. Ki bu da Almanya’nın toplam yıllık silah ihracatının yaklaşık üçte biri); Türkiye’deki en büyük yabancı sermaye yatırımının 7 bin 300 şirketle Almanya’nın oluşu; Almanya’nın Türkiye’nin en büyük ticari partneri oluşu (2018 verilerine göre Türk Alman ticaret hacmi: 35 milyar 521 milyon 876 bin avro) tabloyu net bir şekilde özetliyor.
Yine geçtiğimiz yıl iki ülke arasında yaşanan onca krizin ardından verilen kısa molada, Siemens’in, 35 milyar avroluk demir yolu yenileme ve 1.5 milyarlık enerji anlaşması imzalaması bir başka çarpıcı örnek.
Yine ekonomi alanında bir diğer örnek de, Almanya’nın önde gelen otomobil devi Volkswagen’in Türkiye’ye açacağı yeni fabrika. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri hamlesinden sonra şirket yönetimi, plana kısa bir ara vereceklerini duyursa da, kamuoyunda oluşan onca tepkiye rağmen projenin iptal edilmeyeceğini duyurdu.
Diğer taraftan Avrupa ve Almanya’nın hassas ve zayıf tarafını oluşturan bir başka konuysa, bir NATO ülkesi olmasına rağmen, Türkiye’nin Rusya’ya yanaşma hamlelerinin kritik ve tehlikeli bir hal alması. Almanya bu yakınlığın daha da artmasından kaygılanıyor ve daha fazla yakınlaşmasını bir sorun olarak görüyor.
Tabii buna bir de Türkiye’nin Ortadoğu ve Asya’dan süren mülteci akımının geçiş yolu olması ve Türk hükümetinin bunu şantaj ve tehdit konusu olarak kullanmasını eklemek gerekiyor.
Dolayısıyla bu tablo Almanya ve Türkiye sermayesi arasındaki ilişkilerin derinliğini ve neden kolayca birbirlerini gözden çıkaramayacaklarının nedenlerine; Türkiye’nin neden bu kadar cüretkar davranabildiğine ve Almanya’nın da uzun vadeli çıkarları ve mahkumiyetleri nedeniyle Türkiye’nin naz ve tehditlerine bir noktaya kadar göz yumduğunun nedenlerine işaret ediyor.
Bu hep böyle sürer mi; Türkiye, krizi fırsata çevirme ve çelişkilerden yararlanarak gücünden fazlasını elde etme umudu hep bu kadar olanak bulabilir mi bunu da önümüzdeki dönem gösterecek. Türkiye’nin bu kadar çoklu denkleme girmesi ve ekonomik bakımdan Batı’ya bağımlılığı, bu vadenin o kadar da uzun olmayacağını göstermekte. Nitekim, ‘Midyat’a pirince gidenin evdeki bulgurdan olması da’ bu oyunun bir seçeneği durumunda!