18 Kasım 2019 21:05

Bir hikâyemiz var.

Biz kadınlar, öğrenci, işçi, emekçi genç kadınlar, bizim bir hikâyemiz var. Dilden dile, nefes nefese özgürce ve eşitçe bir yaşam için yan yana gelen hikâyelerimiz, sesimize ses katarak anlattığımız..

Paylaş

Sabahın karanlık saatlerin akşamın karanlık saatlerine, sokaklarda olamayacağı, bu işte çalışamayacağı, şuraya gidemeyeceği söylenen kadınlar. Ülkeler ve coğrafyalarla sınırlı değil tüm cihanın karşısında olanca varlıkları ile yaşamı kurmaya ve bu adaletsizliğin, eşitliğin, şiddetin hüküm sürdüğü tüm ideolojilere karşı var olduklarını her gün kanıtlıyorlar. Gitmeleri söylense de, tehdit edilseler de, nafaka hakları ile terbiye edilmeye çalışılsalar da, her türlü sözlü ve fiziki şiddete karşı savunmasız olsalar da bir gün değişecek her şey. Şimdi başka bir 25 Kasım’da daha haykırıyorlar her yerden avazları çıktığı kadar: BURADAYIZ, GİTMİYORUZ HİÇBİR YERE!

Biz kadınlar, öğrenci, işçi, emekçi genç kadınlar, bizim bir hikâyemiz var. Dilden dile, nefes nefese özgürce ve eşitçe bir yaşam için yan yana gelen hikâyelerimiz, okullardan, hanelerden, nakış atölyelerinden, fabrikalardan sesimize ses katarak gürce anlattığımız hikâyelerimiz… Her birimizin bambaşka yaşamlarından biri bizi tutup çekiyor, aynı yapboza parça edercesine ellerimizi kol kola geçiriyor sanki. Şiddete, baskıya ve sömürüye karşı aynı kelimeleri arayıp duran, aynı tarihin isimlerimizi yan yana yazdığı bir hikâye bu. İsimlerimiz şimdilik Ezgi, Öykü ve Ayça. Ama ismimiz Ayşe, Nuray ve Selma ve daha binlercesi aslında. Bizim bir hikâyemiz var. Milyonlarca ağızdan anlatmaya başlıyoruz:

Okul Yolunda

Sabah 8 sularında ağırca çantasıyla güç bela bir metrobüs kapısından içeriye doğru kendisini sıkıştıran Ezgi, birazdan göreceği dersler, kuracağı arkadaşlıklar ve tanışacağı öğretmenleri için heyecanlıydı. Hatta öyle heyecanlıydı ki metrobüs kapısına sıkıştırdığı kaşkolundan habersizdi. İçerideki insan nefesiyle ağırlaşmış havadan, arkadan çantasına doğru asılan yaşlı bir teyzenin ağırlığından, lisenin ilk günü için cilaladığı ayakkabının da gün başından toza bulanmasından bile şikâyetçi sayılmazdı. Ancak biraz önce ailesinden gelen ihtarlar kafasında yankılanıyordu. “aman kızım ite kopuğa dikkat et, kimseye ilişmeden başın önde okuluna git gel.” Başı önde okuluna gidip geliyordu Ezgi, dershaneye gidemeden güç bela kazandığı liseyi heba edemezdi, yoksa evin yakınındaki imam hatibe gönderilecekti. Başı önde gidip gelecekti. Reklam panolarında gördüğü bir elbiseyi hemencecik beğenivermişti ancak.” Nee 200 lira mı?​” bu bana 2 hafta gidecek para ya” demesi de hemencecik oldu. Oysa kaçırılmayacak fırsatlar diyordu bütün panolar, tükenmeden alın!” Bu düşünceler aklından geçedursun, lisenin olduğu durağa yaklaşıyordu metrobüs, İçini dolduran heyecan yeniden akmaya başladı. Kim bilir neler olacaktı şimdi yeni hayatında. Dünyayı öğrenmeye dair sınırsız bir arzu duymaktaydı Ezgi. Şu dağlar diyordu mesela, yıldızların kendisi, dünya nasıl dönüp duruyor sahi? Kapılar açıldı, metrobüse binmek isteyenlerle inmek isteyenler arasında her zamanki umansız döğüş de tabii. Güç bela kendini dışarı attı Ezgi. Moralini hiç bir şey bozamazdı bugün. Koca koca adımlarla yürümeye başladı kalan yolunu. AKBİL iadesini de almayı ihmal etmemişti, bir basım bir basımdır diyordu, yoksa nasıl alırım elbiseyi?

Derken okul kapısından attı ilk adımını, her yerde okulun ilk günü heyecanıyla öğrenciler ve velileri bağrışıp duyuyordu, daha bezgin bakışlarıyla okuldaki üst sınıflar da kendilerini hemen belli ediyorlardı. Derken bu bağrışmalara kulak kabarttı Ezgi. Veliler aralarında hararetle tartışıyordu, neydi bu memnuniyetsizliğin sebebi? Burası devletin okulu diye söyleniyordu bir veli, ne demek fiziki yetersizlik sebebiyle koridorlara taşırmak öğrenciyi, 2019 yılında 3 kişi oturtmak sıralarda? Haydi, bizim zamanımızda yokluk diyorduk, geri kalmış ülke diyorduk, nerede en çok gelişmekte olan ülkenin eğitim bütçesi? Ezgi bu söylenenler karşısında epeyi şaşırmış bir halde birer ikişer çıktı merdivenleri. Gördü ki hakikaten de hınca hınç dolu bir sınıfta oturmaya yer arıyordu henüz tanışmadığı sınıf arkadaşları. En çok da şaşkınlık içerisinde bu kadar öğrenciye nasıl eğitim vereceğini karar kara düşünen öğretmene takıldı gözleri. Bütün dirsekler birbirine sürte sürte başladı öğrenciler ilk derse. Ezgi hocayı duymakta güçlük çekiyordu, sınıfın arkalarında bir köşede sığışmıştı arkadaşlarıyla. Öğrenmeye duyduğu heyecan sönmemişti sönmemesine ama bu durumda sınavlarına nasıl hazırlanacaktı? Zil çaldığında derin bir oh çekerek sınıftan çıktı. Birazcık karnı kazınmıştı, kantini arıyordu. Lisenin bodrumunda olan kantine giderken duvarlarda gördüğü çatlaklar bütün öğrencilerin dilindeydi. Kantinden aldığı tost da kursağında kalıyordu zaten. Bu kadar pahalı fiyatlarla yemek yemeye harçlığının asla yetmeyeceğini anlayıp bir sonraki güne evden getireceği sandviçin tarifine bakmaya başladı.

Köşe kapmaca

Parmaklarının ucuna basa basa odaya giren Öykü el yordamıyla bir şeylere çarpmadan yatağına ulaşmaya çalışıyordu ama ne mümkün. 6 oda arkadaşıyla kaldıkları KYK yurdunun tahsis ettiği odada ne kadar toplu tutmaya çalışırlarsa çalışsın eşyalar hep ortalıkta kalıyordu. Eşyaların sığmaması uyuyan oda arkadaşlarını rahatsız etmemek için ışığı açmamayla birleşince birkaç küçük eşya darbesi de kaçınılmaz oluyordu. Yatağına ulaştığında hemen el yordamıyla pijamalarını aramaya koyulan Öykü’nün aklına kirli eşyalarını yıkamayı unuttuğu geldi. İçten içe kendine kızdıktan sonra aslında ben unutmadım diye kendine çıkıştı yine. “Bu kadar kızın kaldığı yurda 3 tane çamaşır makinesi koyarsan bana nasıl sıra gelir ki.” Ya sabahın köründe kalkması gerekiyordu çamaşır yıkamak için ya da sürekli makinenin başında anı kollamalıydı. Ki bu da imkânsızdı. Sabahın köründe kalkıyordu evet çünkü part time bir işte çalışıyordu. İşte çalışmadığı sabahlarda da yine kör bir vakitte uyanmalıydı zira vize haftası ipini koparmış geliyordu. Yine derin derin ofladı Öykü birkaç azar işitti oda arkadaşlarından, onlar da sabahın köründe uyanan ekibin bir parçasıydı artık suküt içinde uyumaları gerekiyordu. Yorganı iyice üstüne çekip uykuya dalmaya çalıyordu Öykü havalar soğumaya başlamıştı ancak kat kaloriferlerinde bir değişim hala yoktu. Tatlı bir uykunun arifesinde aniden bölüyordu zihni onu. Yarınki işi için şimdiden yorulmaya başlamıştı. Üstelik yaklaşan vize haftası için günün akşamında çok önemli bir dersi vardı. Şu yolu koşarak geçersem belki yetişebilirim. Derin bir off daha çekecekti ki oda arkadaşlarında yastık yemekten korktuğundan nefesi içine geri kaçıverdi. Yan yana çalıştığı meymenetsiz Mehmet’le aynı vardiyada çalışacaktı yarın. Israrla attığı mesajlardan, anlamsız esprilerinden gına gelmişti artık. Şimdi telefonunu açşa bir mesaj düşeceğine adı gibi emin di ki hah evet bir yeni mesaj kutusu belirivermişti işte. En sonunda patrona söyleyeceğim diye düşünüyordu birkaç ay önce ama sonra Mehmet’in kendisinden 30 lira daha fazla aldığını öğrendiğinip hesap sorduğunda patronun tepkisini hatırladı. Mehmet’ten taraf olan patron bu konuda ona arka çıkmazdı. Bir kez daha offlayacaktı ki “Ne ofluyorsun Öykü be, işin olduğuna şükret “ diye çıkıştı kendine. Yan yataktaki Şükran 1 aydır yurttan okula okuldan yurda bir kahve içmeye bile parası olmadan gidip geliyordu. İşten atıldığından beri yeni bir iş görüşmesi bile bulamamıştı. Aman diye düşündü Öykü, bu durumda olmaktansa bir iki oflayayım daha iyi.” Derken aklına vizeleri düştü yine, derslerin çoğunu takip edemediği gibi ders çalışacak bir yer de bulamıyordu. Yurtta yine köşe kapmaca oynaması gerekiyordu yer bulması için. Okul kütüphanesi de aynı şekilde. Hayatım diye düşündü” Bir köşe kapmacadan ibaret. Sokakta hep diğerlerinden daha hızlı yürüyüp yolu kapmak, çamaşır için sıra kapmak, ucuz yiyip az yemek için hızla büfe iskemlesi kapmak, oğlu kapmak…”

Çark Tıkırdıyor

Alarm sabahın 6’sında çalıyordu, hazırlanıp çıkması ve tam vardiyasına onu yetiştiren servise binmesi yarım saati buluyordu. Sabah 8’de başlayan mesai için gideceği yolda bir şey düşünmeye vakti olmuyordu zira gün boyu altında ezileceği işleri düşünmektense yolda bir saat daha uyumak en azından onu daha ayık tutuyordu. Zira geçen gün servisteki koltuk arkadaşı Bahar’ın uykusuzluktan dolayı makineye elini kaptırmasına şefleri ve patron müsamaha göstermeyerek durumun üstünü kapatarak Bahar’ı bir dahaki sefere dikkatli olmazsa işten atmakla tehdit etmişlerdi. Kendisi de zaten kıt kanaat olsa da geçinebildiği asgari ücretine gelebilecek böyle bir kesintiyi göz alamazdı. Uykuya dalmadan önce kafasını servisin buz gibi camına yaslayıp, biraz etrafına baktı. Reklam panolarında yeni vizyona giren filmlerin boy boy afişleri vardı. Düşündü kendi kendine en son ne zaman sinemaya gitmişti, belki 6 ay oluyordu neredeyse yaz döneminde. Onda da gittiği sinemada fiyatları görüp şok olmuş, filmi mi izlese verdiği paraya mı yansa diye gittiğinden bir şey anlamamıştı. Servis fabrikanın içine yanaşmıştı şimdi, uykudan usulca uyandı. Herkes ne yapacağını bildiği için sessizce üretim bandına dağılıyordu. Esneye esneye o da tezgâhının yolunu tuttu ve şimdiden öğle arasından önce verebileceği tek sigara arasını düşünüyordu. Artık tuvalet molası diye bir şey de kalmamıştı fabrikada, patron kaytarıyorsunuz diyerek tuvalet molalarını kaldırmıştı. Yerine saniyeler içinde gidilip gelinmesi gereken mola olmayan aralıklar koymuştu. Onun için artık evden tuvaletini yapmadan çıkamıyordu artık. Tezgâhta aletler işlemeye başlayınca kafasında sorular dağıldı, makinenin sesinin ritmi ile ona verilen işini yapmaya koyuldu. Kimse etrafına bile bakacak kadar rahat hareket edemiyordu fabrikada. En ufak kaytarma performans sistemine işleniyordu kusur olarak şefler tarafından. Nihayet beklediği sigara arası gelmişti ama artık sigara araları bile sadece ara olduğu için mutlu ediyordu onu. Son gelen zamlarla, kiradır, faturadır derken sigaraya verecek parası kalmamıştı. Zaten bırakmak istiyordu fırsat bu fırsattı artık. Mola bitti, döndü tezgâhına. Öğle arasına kadar biraz daha sıktı dişini. Yemekte çıkan yemekler de çok kötüydü şansına. Kimse itiraz edemiyordu, geçen ay itiraz eden bir işçi kapı önüne konmuştu apar topar. Bu durumda da zehirlenmek pahasına yiyordu herkes en azından enerji toplayabilmek için. Yemek arasındayken bol bol düşünme fırsatı buldu, zaten pek aç değildi iyi hissetmiyordu kendini pek. Yaptığı işler başka bantlardaki erkekler ile aynı olmasına rağmen aldıkları ücret erkeklerden çok daha düşüktü. Eşit işi yapmalarına rağmen neden aynı parayı alamadıklarını bir türlü anlamıyordu. Her koşulda kadınların bu kadar geri planda bırakılması da canına tak etmişti artık. Küçükken evde yemek yapan, evi temizleyen, evdeki erkek kardeşlerinin bakıcılığını yapan o olmasına rağmen hayatta hep ikinci plana atılmıştı. İşte de böyle olmaya devam ediyordu bu durum. Geçen akşam haberlerde izlediği kadın cinayetlerini düşündü, dışarda kim bilir o tezgâhının başındayken kaç kadın daha öldürülmüştü. Tüyleri diken diken oldu. Aklına bu sefer de yine haberlerde gördüğü Yeni Ekonomik Program geldi. İşçi olarak devam ettiği hayatında emekli olacağı ihtimali zaten imkânsızdı belki ama en azından kıdem tazminatı onun için bir güvence olabilirdi. Onun da artık işçinin hakkı olmaktan çıkarılacağını duyunca içi daha da kararmıştı. Erkeklerin her yerde ezmeye alıştığı bir kadın olarak zar zor girdiği bu iş ve katlandığı mahalle dedikoduları karşısında elinde kalan tek dalı da elinden alınıyordu. Öğle arasının bittiğini belirten sesi duydu, bir anda akıp gitmişti zaman şimdi önünde yapması gereken birçok iş ve düşünmemesi gereken bir sürü dert vardı en azından akşama kadar.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Bir şansımız daha var

SONRAKİ HABER

Tekel bayilerin saat 22.00 isyanı: Alkol satış sınırı gece yarısına alınsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa