01 Aralık 2019 01:50

Diktatörün arkasına takılan kuyruk

Ercüment Akdeniz yazdı: Şili şimdi, mezar kapağını kaldırıp meydanlara haykıran Ozan Victor Jara’nın sesidir. Göğsünü tank atışlarına siper eden Başkan Allende’nin elindeki otomatik tüfektir…

Fotoğraf: Muhammed Emin Canik/AA

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Eskinin içinde kalması makbul, beton bir mezar kapağının altına gömülmüş korkulu bir rüyaydı devrim. Oh be artık sınıf çelişkisi yoktu, ezen/ezilen yoktu, sınıf mücadelesi tarih olmuştu. Artık yeniyi konuşmanın vaktiydi. “Yeni” olan şey globalizmdi, yeni binyılın kapısını açan çağa da “milenyum” deniyordu(!) Yeni çağda devrimlere yer olmadığı için karşı devrimlere de yer yoktu. Şiddetin, çatışmanın ebediyen kalktığı bu pembe dünyayı ayakta tutacak sihirli formül ise “sınıflar arası uzlaşma ve diyalog”du vs.

Oysa bütün bunlar birer balondu. Zira daha yaldızlı cümlelerin mürekkebi kurumadan; bölgesel savaşlar ve etnik kıyımlar dünyayı sarmış, Balkanlar’dan sonra Suriye yangın yerine dönmüş, yüzyılın en büyük göçleri başlamıştı. Olsun canım, emperyalizm için savaş ve göç denklemi yine de belirli bir denge içinde “sürdürülebilir”di. Ama halkların bağrından kopup gelen değişim ve devrim talebi asla! Gel gör ki, korkunun ecele faydası yoktu… Ekvador’dan Şili ve Kolombiya’ya, Lübnan’dan Irak ve İran’a uzanan son halk isyanları, mezar kapaklarını yerinden oynatmıştı bir kez.

***

Şili’de bir metro istasyonunda ulaşım zamlarını protesto eden öğrenciler turnikelerin üzerinde atladığı vakit, bunun hem Şili hem de akabinde gelişen halk hareketleri için ateşleyici bir kıvılcım olduğunu kim önceden bilebilirdi? Öyle ya Şili cuntalar ve Pinochet ile özdeşleşmiş bir diktatörlük ülkesiydi. Her uyanışta tankları, tüfekleri karşısında görecek, stadyumları yine toplu gözaltı merkezlerine dönecek bir korku imparatorluğu. Ama Şili aynı zamanda kendi diktatörünün arkasına, hem de en karanlık yıllarda, 30 bin kilometrelik kuyruk takmayı başarmış enteresan bir ülkeydi. Peki, ama nasıl?

***

Darbeden önce iktidarda Salvador Allende’nin başkanlığı ettiği Halkın Birliği (Unidad Popular) hükümeti vardı. Allende’nin kültür alanındaki sloganı “halk kültürü ve halk gücü” olarak özetlenebilir. Sinema ise popüler bir kültür silahı olarak hem halka ulaşmanın hem de emperyalizm ve iş birlikçi gericilerle dövüşmenin aracı olacaktı. Bunun için Şili-Film süratle kamulaştırılmış, başına da sinemanın önemli isimlerinden Miguel Lıttin getirilmişti.

Lıttin, 11 Eylül 1973 darbesinden biraz da şans eseri kurtulmuştu. Sonrasında Meksika ve İspanya’da sürgün hayatı başlamıştı. Ne var ki diktatörün pelerini altına saklanmış ülke gerçekliğini dünyaya gösterme arzusu Lıttin’in peşini bir türlü bırakmamıştı. Böylece Lıttin, çeşitli ülkelerden kurduğu 5 ayrı film ekibi ile Şili’ye dönmeye karar verdi. Yıl 1985’ti. Ekipler, yeraltı direniş örgütünün yardımı ve Lıttin’in koordinatörlüğünde Şili’nin farklı bölgelerine yayılarak çekimler yapmaya başlamıştı. Sonuçta ortaya 25 saatlik bir film arşivi ve 30 bin kilometrelik bir film şeridi çıktı. Ölüm dahil bütün riskleri göze alarak gerçekleşen müthiş bir başarıydı bu. Şili’de çocukların sokakta oynadığı “eşek kuyruğu” adlı oyun, şimdi bütün halkın dilinde ve Pinochet’in arkasına takılmış toplumsal bir alaydı artık.

***

'Şili'de Gizlice' adlı kitabın kapağı

Sanırım bizler, Miguel Lıttin kadar, bu hikayeyi öyküleştirip romanlaştıran Gabriel Garcia Marquez’e de çok şey borçluyuz. Zira Nobel ödüllü yazar eğer 1986 yılında Madrid’e gitmese ve Lıttin ile 18 saatlik mülakatı yapmasa, biz onun eşsiz eserleri arasında “Şili’de Gizlice /Miguel Lıttin’in Serüveni” adlı kitabı görmemiş olacaktık. Peki, Lıttin bütün bu çekimler boyunca Şili’de ne görmüş, dünyaya ne göstermiş olabilirdi? Sanırım bu soruya yanıt bulmanız için Marquez’in kitabını okumanız gerekecek. Ama Lıttin’in anlatımları üzerinden iki enstantaneyi paylaşmak hem Şili’deki cuntayı hem de halkın cunta karanlığına rağmen elden bırakmadığı direnci anlamayı kolaylaştırabilir.

Faşizmin ideolojik temeline vurgu yapan birinci enstantane:

“Raza Chilena (Şili Irkı) adlı kitabın yazarı olan Don Nicolas Placios Anıtı’nın birkaç kare resmini çekmeden buradan ayrılamazdım. Palacios o tuhaf kitabında, gerçek Şilililerin -yani Basklı, İtalyan, Arap, Fransız ve Almanların büyük göçlerinden önce oraya gelenlerin- doğrudan eski Yunanistan’daki Yunanların soyundan geldiklerini öne sürer, bu nedenle Latin Amerika’nın önderi olmanın ve dünyayı gerçeğe ve kurtuluşa ulaştırmanın onlara nasip olacağını söyler. Ben oraya yakın bir yerde doğmuştum, o heykeli günde birkaç kez görürdüm, ama o adamın kim olduğunu bana açıklayan olmamıştı. Palacio’nun en ateşli hayranı olan Augusto Pinochet, onun tarihin derinliklerinden kurtarmış, Santiago’nun tam göbeğine yeni bir anıtını dikmişti…”

Ve direnci şiirle kazıyan ikinci enstantane: Lıttin’in ekibi ulaştığında, Şili’nin dünyaca ünlü Şairi Pablo Neruda’nın İsla Negra’daki evinin ziyaret yerine döndüğünü görür. Evin etrafına kazınan Neruda dizeleri, genç aşıkların bağlılık yeminleri kadar halkın umuda sarılışının da özlü ifadeleridir: “Allende ile Neruda yaşıyor”, “Bir dakikalık karanlık bizi kör etmez.”

***

Şili şimdi, mezar kapağını kaldırıp meydanlara haykıran Ozan Victor Jara’nın sesidir. Göğsünü tank atışlarına siper eden Başkan Allende’nin elindeki otomatik tüfektir. Halkın tam 40 yıldır aşkla bağlandığı bir devrim şarkısıdır: “El pueblounido, jamasserávencido!” (Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez) Ve elbette Şili bundan böyle, diktatörlerin dönüp kendi kıçlarına bakmak zorunda kalacakları bir “eşek kuyruğu” şakasıdır.

ÖNCEKİ HABER

Egitim Sen: Günü birlik uygulamalar topluma kaos, kriz ve kutuplaşma getirir

SONRAKİ HABER

Gazeteci ve yazar Özlem Ertan: Müzikle korku her zaman iç içe olmuştur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa