Tutuklu Dev Yapı-İş Sekreteri: Baskılara karşı mücadeleyi büyütelim
Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan DİSK/Dev Yapı-İş Genel Sekreteri Nihat Demir yazdığı mektupta tutuklanma sürecinde yaşadıklarını anlattı.
Nihat Demir (soldan ikinci) Fotoğraf: Dev Yapı-İş Twitter hesabı
Nihat DEMİR
DİSK/Dev Yapı-İş Genel Sekreteri
Silivri 5 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Bu mektubu büyük bir şiddetle, hukuksuzluğun günden güne arttığı Türkiye’de tutuklu bulunduğum İstanbul Silivri 5 No’lu Ceza İnfaz Kurumundan yazıyorum. 2.5 yıldır Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Dev Yapı-İş Sendikasının genel sekreterlik görevini yürütmekteyim. Bu süreçte ülkede artan antidemokratik uygulamaların hedeflerinden biri olan demokratik örgütlere yönelik artan saldırılara karşı demokratik hak taleplerini yükseltmeyi bir sorumluluk ve tarihi görev bilerek yerine getirmeye çalıştım. Antidemokratik bir yönetimin ve iktidarın işçi ve emekçilerin haklarının alanını daraltacağını öngörmek somut bir gerçek olarak önümde duruyordu. Ancak yine de uygulamaların insan hak ve hürriyetinden, evrensel hukuk ilkelerinden bu denli yoksun olacağını öngörmüyordum. Gözaltından tutukluluğuma kadar geçen ve ancak işkence olarak adlandırılabilecek bu sürecin birinci dereceden mağduru ve şahidi olarak bununla en çarpıcı şekilde tanışmış bulundum.
Bu mektupta genişçe açacağım sürecin sadece bana değil benzer şekilde gözaltına alınan herkese yapılması da toplum olarak karşı karşıya kaldığımız dehşeti bir kez daha göstermiştir.
8 Kasım 2019 tarihinde saat 23.30’da, doğup büyüdüğüm Bitlis’in Mutki ilçesinin Çiğdemalan köyünde evime yapılan baskın sonucu gözaltına alındım. Baskının gerçekleşme tarzı, bağırışlar ve tehditler, silahlarla darbedilmem daha ilk dakikalarında bundan sonra gelişecek olayların ipucunu veriyordu. Yüzde 50 zihinsel engeli bulunan annemle kaldığım evde annemin durumunu ve yapılan gürültülerin anneme zarar verdiğini anlatma çabalarım, asker ve köy korucuları tarafından darpla cevaplandı. Onlarca araç, asker ve korucularla yapılan bu baskında doğal olarak paniğe kapılan annem de darbedildi. Ev aramasında defalarca bütün odaların anahtarı olduğunu ve kapıları açabileceğimi belirtmeme rağmen bütün odaların kapıları balyozlarla parçalanarak açıldı. Adeta bir intikam duygusuyla yapılıyordu.
Yaklaşık iki buçuk saat süren arama sonrası evde bulunan, bandrollü ve hakkında hiçbir toplatılma/incelenme kararı olmayan CD, kaset, gazete, kitap vb. malzemeler toplanıp örgütsel materyalmiş gibi el konuldu. Nereden geldiğini bilmediğim 3 adet telefonu da tutanağa geçirip bana aitmiş gibi göstermek istediler. Bunların benim olmadığını söylememe rağmen küfür edilerek ve darbedilerek susturuldum. Arama sonrası yine darbedilerek araca bindirildim, önce Mutki Devlet Hastanesine, rapor aldıktan sonra nezarethaneye götürüldüm.
Ertesi sabah 08.00’de tekrar hastaneye götürüldüğümde görevli hemşirenin vücudumdaki izleri gördüğünde ortaya çıkan mimikleri bile kendisinin de hakarete uğramasına neden oldu. Bu zorbalık karşısında hemşirenin işten çıkarılma ya da soruşturmadan geçme korkusuyla sessiz kalması nasıl korktuğunun en açık ifadesiydi. Sorgu için tekrar götürüldüğümde bana ait olmayan 3 telefonu “Bana ait” deyip üstlenirsem, beni bırakacaklarını söylediler. Bir taraftan “Artık beyaz toros yok diye kendinizi rahat mı sanıyorsunuz” derken diğer yandan küfürler ve hakaretler sürüyordu. Gün boyu hız kesmeden uygulanan şiddet sonrası suçlamaları kabul etmemedeki haklı ısrarım sonucu Muş Havaalanına, sonra da İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesine sivil polis eşliğinde götürüldüm. Burada yapılmak istenen çıplak armayı insan onuruna aykırı olduğu için kabul etmediğimden darbedildim. Şiddetin gözaltındaki herkese uygulanmasını protesto etmek için 8 gün açlık grevi yaptık. Zira benim vücudumda ezilmeler ve morluklar, Metin, Yılmaz ve Zehra isimli arkadaşlarımızın özellikle ayak ve bacaklarında kırıklar olmuştu.
Gözaltı sonrası çıkarıldığımız mahkemece üyesi ve genel sekreteri olduğum sendikanın faaliyetleri, Taksim Hill Otel’de halka ve basına açık şekilde gerçekleşen ve benim de katıldığım HDP’nin düzenlediği panel, HDP’nin olağan kongresi, HDP Beşiktaş İlçe İlçe Gençlik Meclisinin düzenlediği şölen gibi tamamen legal, halka açık ve resmi makamlarca izin alınarak gerçekleştirilmiş etkinlikler, suç unsuru taşıyan yasa dışı faaliyetler gibi takdim edilerek tutuklanmama gerekçe sayıldı.
Her siyasal partinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtildiği şekilde siyasi faaliyet yürütmesi, panel, kongre, konferans düzenleme hakkı garanti altında olduğu gibi herkesin de bu yasal faaliyetlere katılma hakkı Anayasal olarak garanti altındadır. Oysa siyasal iktidarın, kendi çıkarı için hedefe koyduğu, 6.5 milyon seçmeni olan Türkiye’nin en büyük üçüncü partisi olan HDP’nin; bırakalım bir çalışanı veya üyesinin, bir gönüllüsü veya partiye oy vermiş birinin dahi tamamen legal faaliyetlerden ötürü soruşturmaya uğraması, daha da vahimi tutuklanıp cezaevine gönderilmesi Türkiye’deki demokratik seviyeyi gözler önüne sermektedir.
Yapılmak istenen hukuku Demokles’in kılıcı gibi kullanarak demokratik hak arayışlarının tamamını suç kapsamına alarak, Türkiye’yi hak ve özgürlük mücadelesinden uzaklaştırıldığı, toplumun sessizleştirildiği bir çizgiye çekmektir. Cadı avına benzer bir şekilde bütün barış ve demokrasi çabaları aforoz edilerek demokrasi taraftarları cezaevine konulmak istenmektedir. Bu çabaların sonucunda itiraz edecek ve ses çıkaracak kimsenin bırakılmayarak yoksulluk ve yolsuzluk üzerinden toplumun dizaynı hedeflenmektedir. İşsizlik, umutsuzluk ve bu umutsuzluğa karşı yaşanan toplu ölümler, bunun en çarpıcı ve trajik örnekleridir.
Demokratik yolların haksız bir şekilde, hukuku siyasete alet ederek, bastırılma ve yok edilme çabaları, toplumu bir bütün olarak bitişe götürmekte, Türkiye’nin yönetim hatalarından doğan kaosu daha da derinleştirmekte, ailelerden başlayarak toplumu uçurumdan aşağıya yuvarlamaktadır. Bu yok oluşa ve yok ediş çabalarına karşı demokratik siyasetin büyütülmesi ve mücadelenin yükseltilmesi bütün özgürlük, barış ve adalet talep edenlerin boynuna her zamankinden daha büyük bir sorumluluğu yüklemekte ve demokrasi mücadelesinin büyütülmesini zorunlu kılmaktadır.